0
Eğer böyle bir RNA molekülü bir mutasyon sonucu çoğalma hızını artıracak, moleküle bitişik enzimatik kalitede bir protein sentezlemişse, bu molekül çifti çevredeki diğer RNA’lara belirgin bir yaşamsal üstünlük sağlayacaktı.
Bu ilginç teori ”Bencil RNA” teorisi olarak biliniyor.
RNA ve yardımcı enzimleri kendilerini çevrenin zararlı etkilerinden koruyacak bir duvar sentezleyebilirlerse çoğalma hızı daha da artacak ve nihayet bir yaşam formundan bahsetmek mümkün olacaktı.
DNA’nın ise bir ileri aşamada oluştuğu düşünülüyor. DNA, RNA’ya göre ısı,mor ötesi ışınlar ve kimyasal reaksiyonlardan çok daha az etkilenen, kolay bozunmayan güçlü bir yapıya sahiptir. Dolayısıyla RNA dünyası geliştiğinde bilgilerin mutasyonlardan daha az etkilenerek saklanmasına yarayan bir depo olarak işlerlik kazanmış ve bu suretle varlığını sürdürmüş olabilir.
YERYÜZÜNDE ILK YAŞAM ÖRNEKLERI:
Yeryüzünde yaşamın başlangıcını gösteren en eski fosil örnekleri 3.5 milyar yıl öncesine ait silindirik veya eliptik tarzda parçalanmış hücre duvarı örnekleridir. Kaya içinde fosilleşmiş hücre duvarlarının, yani chert’lerin 2.5 ile 0.5 milyar yaşları arasındaki daha genç siyanobakter fosillerinden ayrılması güç olmaktadır.
Son yıllarda için hayli sofistike tekniklerin uygulandığı türler arası genetik karşılaştırma çalışmaları yapılmakta ve bu suretle türlerin evrimsel düzeyde birbirlerine yakınlıkları ve bağlantıları araştırılmaktadır. Genetik kodu oluşturan parçaların, nükleotidlerin dizilişleri (sequence) türe özgü özellik gösterir ve türler arasındaki akrabalık ilişkisini ortaya koyar. Yaşayan canlıların genetik diziliş bakımından üç ayrı sınıftan(domain) birine dahil olma mecburiyeti gösterilmiştir.
Prekambriyen dönemde ilk kez ortaya çıkan bu üç canlı sınıfı şu şekildedir:
1.Arkeya’lar
2.Gerçek bakteriler(Siyanobakter vb.)
3.Ökaryotlar
(Hayvanlar, bitkiler,mantarlar, algler ve protozoa’ların
dahil olduğu tüm çekirdekli organizmalar)
Bu üç sınıfın ortak atası olarak gösterilebilecek yaşayan bir canlı örneğine ya da fosil izine ise rastlanamamaktadır.
1.Arkeyabakteriler:
Şimdiye kadar görülen tek hücreli, mikroskobik ve çekirdeksiz, en primitif ve yaşayan en eski canlı olan Arkeya’ların hayatı başlatan ilk canlı formu olma ihtimali çok yüksek görünüyor.
Bu primitif mikroorganizmalar gün ışığının ulaşmadığı okyanusların binlerce metre derinliklerinde volkanların husule getirdiği çok sıcak su akıntılarında, asitli ortamlarda yaşayabilir ve enerjilerini çevrede bolca bulunan hidrojen sulfitten (H2S) yararlanmak suretiyle kompleks hidrokarbonlar sentezleyerek (kemosentez) elde ederler
.işte bu zorlu koşullara adapte olabilme becerileri yeryüzünde yaşamı başlatan ilk canlı formu olma ihtimallerini yükseltmektedir .Arkeya’lar gerçek bakterilerden hücre yapısının barındırdığı biyokimyasal düzeydeki farklılıklarla ayrılır.Bu bakterilerin gerek ribozomal RNA’larında baz düzenlemeleri gerekse plazma membranı ve hücre duvarının yapısı gerçek bakterilerden farklıdır. Arkeya membranları gerçek bakterilerden lipid içeriğinin yüksek ısıda kolayca bozunmayan isopren zincirlerinden oluşmasıyla ayrılabilir. ilk Arkeya fosili 1979’da Alman Messel petrol işletme tesislerinde çıkartılan Miosen döneme ait birikintiler arasında isoprenoid kalıntılar şeklinde bulunmuştu .
Daha sonraları izlanda’nın batısında isua mevkiinde keşfedilen 3.8 milyar yaşında dünyanın en eski tortullarında Arkeya’lara özgü kimyasal izlere rastlanması, bu canlıların yeryüzü koşullarının canlı hayatın başlamasına izin vermeyecek ölçüde zorluklar içerdiğine inanılan ilk 1 milyar sene içinde dahi hayatta olduklarını ispatlamıştır.
2.Siyanobakteriler:
Siyanobakteriler veya diğer adıyla mavi yeşil algler 3.5 milyar yıllık tarihlerine bakılacak olursa yaşamı başlatmış olması muhtemel canlılılardan birisidir. Halen ağaç kabuklarında, kaya üzerlerinde, nemli toprakta, göl ve sığ suların yüzeylerinde birikintiler halinde bulunabiliyorlar.
Mavi yeşil alg: Siyanobakteriler yeşil klorofil pigmenti barındırıp fotosentez yapabilen okyanus canlıları olmaları dolayısıyla sıklıkla mavi yeşil alg olarak isimlendirilirler. Yeşil rengi bastıran mavi ya da kırmızı pigmente sahip cinsleri vardır..Ökaryotik yapıdaki gerçek yeşil alglerden farklı olarak çekirdek, kloroplast ve hücre içi kompleks organeller bulundurmazlar.
Liken dediğimiz canlılarda siyanobakterlerin mantarlarla kurdukları simbiyotik ilişki sonucu gelişmiştir. Fotosentez yapabilen bu bakteriler ürettikleri oksijen sayesinde 570 yıl önce kambriyen dönemi işaretleyen yaşamsal patlamaya elverişli atmosferik koşulların oluşmasını sağlamışlardı.
Siyanobakteriler kalsiyum karbonatı presipite edebilme gibi bir özellikleri vardır. Presipitasyonlar sonucu oluşan tortul tabakaların üzerinde tekrar tekrar kolonize olarak stromatolit denilen kubbe görünümlü yapılar oluştururlar.2.5 milyar yıl önce başlayan proterozoik çağın başından beri daha da bol miktarda rastladığımız stromatolit fosillerinin en eskisi Washington D.C.’deki Ulusal Doğa Tarihi Müzesinde sergilenmekte olanıdır.Bu fosil tam 3.5 milyar yaşındadır ve yer yüzünde yaşamın varlığına dair doğrudan ve en eski kanıtı oluşturmaktadır.
3.ilk ökaryot hücreler:
Ökaryot hücre prokaryot hücreden çok daha sonra ortaya çıktı.1.6 milyar yıl yaşında alglere ait spor yada kist olması muhtemel fosiller ökaryotik yaşamın başlangıcına işaret ediyor.Ökaryot hücrenin prokaryot hücreden ayırt edici farkı hücre çekirdeği(nükleus) içermesidir . Ökaryotlarda çekirdek içinde histon denilen özel bir proteinin içine yerleşmiş genetik materyal prokaryotlarda serbest halde plazma içinde bulunur.Ökaryotik hücrenin nasıl ve nereden türediği konusunda elimizde yeterli fosil kanıt yok
Ancak bu konuda üç adet teoriye sahibiz.
Bunlardan ilki ökaryot hücrenin arkeya benzeri bir prokaryot hücreden evrimleşerek geldiği,
ikincisi arkeya, gerçek bakteri ve ökaryot hücrenin arkeya benzeri ortak bir atadan farklılaştığı,
üçüncüsü ise Amerikalı mikrobiyolog Carl Woese’nin geliştirdiği bir hipotez bağlamında bu üç domain de yer alan hücrelerin (tek bir ortak atadan değil) genetik olarak farklılık gösteren bir grup ilkel prokaryotik hücreden farklılaşarak oluştukları şeklindedir.
Ökaryot hücrenin prokaryot hücreden farklılaşarak geldiği tezini destekleyen önemli birkaç bulgu mevcut. Bilim adamları prokaryot hücredeki plazma membranının içeri kıvrımlanmasıyla endoplazmik retikulumun ve nükleusun oluştuğunu düşünüyorlar. Mitokondri ve kloroplastların oluşumu hakkında ise daha ilginç bir fikir Amerikalı mikrobiyolog Lynn Margulis’den geldi.
Margulis’e göre mitokondri ve kloroplastlar, ökaryot hücreyle prokaryot hücrenin karşılıklı faydaya dayanan ortakyaşarlılığı sonucu gelişmişti.Bu fikre göre ökaryot hücreler prokaryot hücreleri önce tüketmek amacıyla içlerine aldılar ancak prokaryot hücrelerin her şeye karşın, konuk olduğu sitoplazma içinde yaşamayı başarması ilginç bir gelişmeye yol açtı.Bu prokaryotik hücrelerden ototrofik tabiatta olanlar fotosentez yoluyla glikoz, heterotrofik tabiatta olanlar ise ATP üretip evsahibi hücreye fayda sağlarken evsahibi de onlara korunaklı bir ortam sunuyordu.iki tarafa da fayda sağlayan bu ortak yaşam, uzun bir zaman sürecinde ilkinin kloroplast ikincisinin ise mitokondriye dönüşmesiyle sonuçlandı. Mitokondri ve kloroplastın çekirdekteki genetik materyalden ayrı tamamen kendisine özgü bakteriye benzer bir genetik yapı içermekte oluşu bu görüşü destekler niteliktedir.
Prekambriyen Devir(ilk Jeolojik Çağ olup 3 devire ayrılır)
• Pre-Arkeyan
(4.5milyar yıl-3.8 milyar yıl),
Dünyanın oluşumu
• Arkeyan
(3.8 milyar yıl-2.5 milyar yıl)
3.5 milyar yıl önce ilk Prokaryotik hücrelerin oluşumu[/sarikutu]
• Protozoik
(2.5 milyar yıl-570 milyon yıl)
Ökaryotik hücrelerin oluşumu(1.5-2 milyar yıl önce)
ilk çok hücrelilerin oluşumu (1 milyar yıl önce)
Alglerin oluşumu(900-600 milyon yıl önce)
Denizanasının oluşumu (680 milyon yıl önce)
Proterozoik dönem boyunca yeryüzü birkaç kez ekvatoral bölge hariç buzlarla kaplanacak kadar soğumuştu.”Kartopu Dünya” olarak bilinen bu dönemlerin en sonuncusu kambriyen dönemden hemen önce yaşandı.
Tümünü Göster