1. 26.
    +5
    5-alevilik’te müsahiplik (yol kardeşliği) nedir?

    Musahipliğin temeli dayanışma ve paylaşmaya dayanır. Musahiplik Alevi inancının en önemli kurumlarından biridir. Musahiplik arkadaşlık ötesi bir birlikteliktir.
    Musahipler arasında ayrı gayrı bulunmaz. Babailerin deyimiyle "musahipler yarin al yanağından gayrı her şeyde ve yerde ortaklardır". Yine meşhur bir Alevi deyimiyle "musahip musahibini ateşten alandır". Musahiplik zordur, zor olduğu kadar da şereflidir. Musahiplik günümüzdeki anlamıyla "sigorta"dır. Musahipliğin tarihçesi Hz. muhafazid’in hicretinin birinci yılında Müslümanların sayısının çoğalmasıyla geliştirdiği bir birlikteliktir. Musahiplik Kuran-ı Kerim’in şu ayetleriyle açıklanmıştır:
    Enfal sur esi ayet 72-73, "Onlar ki inanıp hicret ettiler ve mallarıyla canlarıyla Allah yolunda savaştılar ve onlar ki (hicret edenleri) barındırıp yardımda bulundular, işte bunlar, bir birilerinin dostu ve yarıdırlar.
    inkâr edip küfre sapanlar ise bir birilerinin yarıdırlar. Eğer böyle yapmaz (birbirinize dost ve yakın olmaz) sanız, yeryüzünde bir fitne ve büyük bir fesat meydana gelir".
    Bu ayetlerle Hz. muhafazid hicret edenleri ve hicret edenleri kabul edenleri birbirine kardeş yaptı. Aleviler bu doğrultuda bunu geliştirdiler.
    Musahiplik, bazılarının belirttiği gibi tarihte kalan bir kurum değildir. Musahipliğe insanların günümüzde daha çok ihtiyaçları vardır. Çünkü insanlar tarihte olduğu gibi günümüzde de düşünsel ve yaşamsal sorunlarla boğuşmaktalar. işte bu boğuşmayı kazanmak için insanların musahiplere ihtiyacı vardır. Beraberliğe, kardeşliğe, paylaşmaya ihtiyacı vardır.

    6-atatürk, kurtuluş savaşı’nın başlangıcında hacıbektaş velidergahını destek için ziyaret etti mi?

    Mustafa Kemal, Anadolu’da Kurtuluş Savaşı’nı örgütlerken Alevilerin desteğini almadan edemeyeceğini biliyordu.Bu sebeple ziyaret ederek destek istediği doğrudur.

    7-cumhuriyet dönemini aleviler açısından kısaca değerlendirebilir misiniz?

    Cumhuriyet yönetiminin bu olumlu tutumuna karşı Aleviler kendilerine sunulan yeni olanaklardan yeteri kadar faydalanamamışlardır. Çünkü Aleviler, Cumhuriyet’e kadar ülkenin en uzak, verimsiz dağ köylerinde, mezralarda, komlarda yaşamaya mecbur bırakılmışlardır. Dünya ile fazla ilişkileri yoktu. Kapalı bir ekonomide yaşam kavgası veriyorlardı. içlerinde okuma-yazma bilen, ticaret yapan yok denecek kadar azdı. Böyle olunca, Cumhuriyet yönetimi olanak tanıdığı halde merkezi yapıda yeralamadılar ve büyük tarihi fırsatı değerlendiremediler. Merkez-çevre ilişkisinde çevrede kalmaya devam ettiler.
    Cumhuriyet’in kurulduğu yıllarda Alevi nüfus toplam nüfusun tahminen yüzde 20-25’ini oluşturuyordu. Yani çoğunluk Müslüman-Sünni idi. Üstelik bunlar şehirde yaşıyordu. Osmanlı artıkları yönetimin her yanına sızmıştı. Cumhuriyet yönetiminin kendi kadrolarını yetiştirmek için zamana ihtiyacı vardı. işte, “Tek Parti Dönemi” bu mücadelelerle geçti.
    Atatürk, laiklik ile din ve devlet işlerini ayırmıştı. Herkes dini inancında serbestti. Ama buna karşılık camiler Cumhuriyet yönetimine karşı muhalefeti örgütlüyordu.
    Aleviler, bu ortamdan yararlanarak şehir merkezlerinde yer almaya çalıştılar. Bir yandan da çocuklarını okullara gönderip eğitmek istiyorlardı. Ama caminin ve eski düzen artıklarının saldırıları bir türlü kesilmek bilmiyordu.
    Aleviler, Cumhuriyet yönetiminden çok şey bekliyorlardı. Ama bunlar gerçekleşmedi. Tek Parti Yönetimi’nin jandarma dipçiği en çok köylüleri hedef alıyordu. Aleviler ise esas olarak köylü idiler. Yaşanan şartları Aleviler’in nesnel değerlendirdiklerini söylemek oldukça güç. Çünkü, Alevilerdeki Osmanlı karşıtlığı üstü kapalı da olsa, merkezi otoriteye karşıtlık şeklinde devam ediyordu. Bu özellik ise bazı güçler tarafından kullanılmaya açıktı. “Dersim Olayı” bunların en büyüğü ve en kanlı bir şekilde bastırılanı oldu.
    Aleviler, köylü, ortakçı, yarıcı, maraba ve ırgat olmaları dolayısıyla feodal ağaların, Alevi olmalarından dolayı da Osmanlı kalıntısı merkezi ve mahalli otoritelerin baskısı altında idiler.
    Atatürk’ün ölümünden sonra bu çelişkiler daha da arttı.
    Bazı Alevilerin 1950’de iktidara ezici bir çoğunlukla gelen Demokrat Parti’yi desteklemelerinin arkasında Alevi kitlenin tek parti yönetimine karşı duyduğu hoşnutsuzluk da vardı.
    Ama DP’ye destek kısa sürer. Bu partinin özellikle ezanın Türkçe okunmasını camilerde yasakla*** gene Arapça’ya dönme kararı alması ve çeşitli alanlardaki antidemokratik uygulamaları Aleviler’in tepkisini toplar.
    1960’da yapılan 27 Mayıs ihtilali’ni Aleviler heyecanla ve blok olarak desteklerler. Bu ortak tutum 1960 Anayasası’nı destekleme konusunda da sürer.
    1960 Anayasası; çağdaş demokratik hak ve özgürlükler açısından Türk siyasal yaşamında bir dönüm noktasıdır. 1960 Anayasası’nın sağladığı özgürlük havasından en çok Aleviler memnun olmuştur. Özellikle düşünce ve din özgürlüğünün Anayasa’nın 19. maddesinde açıkça yer alması, bir anayasal hak haline gelmesi Aleviler’in en çok desteklediği noktalardan biriydi.
    Bu dönemde Türkiye işçi Partisi kuruldu, sosyalist ve diğer ilerici yayınlar çoğaldı. 1965’te TiP’in Parlamento’da 15 milletvekili ile temsil edilmesinde en önemli rolü Alevi kitle oynadı.
    1950’li ve 1960’lı yıllar Türkiye’de kapitalist gelişmenin sıçrama yaptığı yıllardır (DP iktidarı, Marshall yardımı, yabancı sermayenin ülkeye girişi vb.) Bu sıçramada ülkeye pompalanan yabancı sermaye başı çekiyordu ama, ülke içinde de ciddi bir sermaye birikimi oluşmaktaydı. Bu yıllarda içe kapalı ekonomi kabuğunu çatlatmış, pazar ekonomisi gelişmeye başlamıştır.
    Bu genel yapı değişimi, Alevileri de dalgaları arasına alıyordu. Aleviler şehirlere göç etmeye başladılar. Dünkü dağ köylerinde, mezra ve komlarda yaşayan ve kendi kendine yeten kapalı aile ekonomisi yaşayan Alevi köyleri yavaş yavaş pazara açılmışlar, pazar için üretmeye başlamışlardır. Bu, küçük de olsa ticareti geliştirmiş ve bir sermaye birikimi sağlamıştır.
    Anadolu şehir ve kasabalarında yavaş yavaş Alevi bakkal, kahve sahibi, manav vb. gibi küçük esnafın görülmesi bu döneme rastlar.
    Daha önce tamamen Sünnilerin hakim olduğu kasaba ve şehir pazarları Alevilerin de söz sahibi olmaya başladığı ve rekabetin filizlendiği alanlar haline gelmiştir.
    Gene 1960’lı yıllar Alevilerin okumuş kesiminin bürokrasi içinde yer almaya başladığı yıllardır.
    Aynı yıllar Türkiye’den; önce B. Almanya’ya daha sonra Belçika, Hollanda ve diğer Batı Avrupa ülkelerine işçi göçünün, “işçi ihracatının” başladığı yıllardır. Bu göçe ilk katılan kitle ise daha çok Alevi köylüleridir.
    1960’larda Avrupa’ya giden köylüler 1970’lerde yaptıkları küçük tasarruflarla Türkiye’de müteşebbis olmaya başladılar.
    Kendi iç dinamizmi ile gelişen Alevi sermayesinin Avrupa’da çalışan Alevi işçilerin dövizleri ile desteklenmesi ve Anadolu’da hakim Sünni pazara girmesi pazar rekabetini hızlandırdı.
    Bu örnek özellikle; Sivas, Çorum, Tokat, Amasya, Yozgat, Kars, Malatya, Erzincan, Maraş, Elazığ, Antep gibi Aleviler’le Sünniler’in karışık olarak yaşadığı illerde çok açık olarak görülür. Aynı yörelerde Milliyetçi Hareket Partisi’nin de hızla gelişmesi ve diğer sağ partilerin tabanını ele geçirmesi, daha sonra buralarda Alevi-Sünni çatışmaları çıkararak Alevi esnafın dükkan, ev ve işyerlerine saldırılar örgütlemesi anlamlıdır.
    Alevi esnafın ev ve işyerlerini tahrip girişimi MHP önderliğinde 1974 yılında başlar. Erzincan, Sivas, Malatya, Tokat olayları ile tırmanır ve 1978’de Çorum ve Maraş olayları ile zirveye çıkar. Maraş olaylarında camilerden çıkanlar Alevi mahallelerine, ev ve işyerlerine organize saldırılar düzenleyerek kitle katlidıbına girişirler. Olaylar sonucuda resmi verilere göre 110 insan ölür, yüzlerce insan yaralanır ve binlerce insan tutuklanır. Bu olayı sıkıyönetim uygulaması, onu da 12 Eylül askeri müdahalesi izler ve partili siyasal yaşama son verilerek on binlerce insan cezaevlerini boylar..
    Tümünü Göster
    ···
   tümünü göster