+1
8-alevilerkürt mü? türk mü? kısaca açıklar mısınız?
Türkiye’de Alevilik konusunda sosyal bilim alanında yapılacak herhangi bir çalışma onun Kürt sorunu ile ilişkisine eğilmezse havanda su dövmüş olur. Bazı olayları sosyolojik olarak görmek gerekir.
Alevilik, Bektaşilik, Hacı Bektaş Veli, Ehlibeyt, Kerbela, Pir Sultan Abdal vb. bunlar birçok yönleriyle biliniyor. Ama bir de Aleviler’in önemli bir kesiminin konuştuğu Zazaca yada Kürtçe meselesi var. Bazı sosyal bilimciler bu dile Kürtçe, Zazaca vs. diyor. Bu dil adına Batılı müttefiklerimiz; ABD, Fransa, ingiltere, isviçre vs. üniversitelerine bağlı enstitüler kuruyorlar. Dili ve kültürü yaşatmaya çalışıyorlar.
Artık bugün yanıbaşımızda hükümet içinde ve dışında ana dili Kürtçe olan bakanlar, milletvekilleri, holding ve şirket sahibi işadamlarımız var.
Şimdi gelelim Alevi sorunu ile Kürt sorunu arasındaki sosyolojik ilişkiye.
Türkiye’deki Aleviler Kürt değil. Kürtçe yada Zazaca konuşan Aleviler ise, sonradan Kürtleşen Alevi Türklerdir. TıpkıKürtleşen Sünni Türkler olan Karakeçililer gibi.
Anadolu’da tarihsel süreç içinde önceden Türk olup Kürtleşen Aleviler olduğu gibi, önceden Kürt olup asimile olan ve Türkleşen Kürtler de vardır.
Alevilik bir dinsel ayrım iken Kürtlük bir etnik ayrımdır. Irka dayalı bir ayrımdır. Milliyet ayrımıdır. Türkiye’de Alevi ve Türk olan kesim daha çok Çorum, Amasya, Tokat, Yozgat civarında yaşamaktadır. Buna karşılık Kürtçe yada Zazaca konuşan kesim ise Sivas, Erzincan, Tunceli, Elazığ, Malatya, Maraş ve çevresinde yaşayan Alevi’lerdir.
Bu konuda, farklı iddialarda bulunan tarihçi ve sosyal bilimcilerimiz de vardır. Mesela, kendisi de Alevi ve aşiret reisi olan Şerif Fırat, Doğu illeri ve Varto Tarihi adlı kitabında Alevilerin Türk olduğunu iddia ediyor.
Sosyal bilimci Dr. ismail Beşikçi ise Alevileri, ana dillerine göre Türk ve Kürt olarak ikiye ayırıyor. Beşikçi, bu çerçevede Doğu Alevilerini “Kürt” olarak niteliyor.
Bir kısım araştırmacı ise, uzun yıllar aynı coğrafi bölgeyi ve aynı tarihsel koşulları paylaştıkları için Alevilik ve Kürtlük-Türklük olayının karıştığını söylüyorlar. Doğu Anadolu’da, Osmanlı’ya karşı etnik muhalefet ile dinsel muhalefetin tarihsel kader birliği oluşturması nedeniyle iç içe girdiğini savunuyorlar. Böylece, sonuçta bir kısım Alevinin bu yakınlıktan dolayı Kürtleştiğini ve bir kısım Kürdün de Alevileştiğini iddia ediyorlar.
Araştırmacı Doğan Avcıoğlu Kürt-islam ilişkisini;
“Hıristiyan Anadolu’da Selçuklular ve daha sonra Osmanlılar diye bir islam devleti kurulur. Bu yeni toplum biçimlenirken islam-Türk öğeyi de belirtmek gerekir”.
diye özetledikten sonra şöyle devam ediyor:
“Türklerin yanı sıra, iranlılar gibi Kürtler de Anadolu’nun islamlaşmasına katkıda bulunurlar.”
Burada Anadolu’nun islamlaşmasında Kürtlerin varlığını kabul etmemek mümkün değildir. islamiyet içindeki bölünme ve hilafet meselesi Anadolu’da da yaşandığına göre, Anadolu’da yaşayan eski halklardan olan Kürtlerin de islamiyet içindeki bölünmelerde yer alması ve taraf tutması mümkündür. Bu saflaşmada Hanefi Kürtlerin olması ne kadar normal ise diğer mezhep ve tarikatlere mensup Kürtlerin bulunması da o kadar normaldir.
Avcıoğlu bu konuda şöyle yazıyor:
“Güneydoğu Anadolu, Safevilerin elinde kalsa idi, Türkçe orada rakipsiz bir dil olurdu. Bölge Türkleşirdi. Osmanlı’da bu tersi oldu. Şah ismail’in peşindeki Kızılbaş Türkmene karşı, Osmanlı çoğu Sünni ve Şafii olan Kürt beylerini tutmuştur.”
Yani Avcıoğlu, Güneydoğu Anadolu’nun Kürtleşmesinin sorumluluğunu Osmanlı’ya yüklüyor.
Alevilik ise, Kürt kökenli değildir. Türkçe kökenlidir. Çünkü Aleviliğin kurucusu olarak kabul edilen Hacı Bektaş Veli, Türk’tür. Türkçe konuşup yazmıştır. Pir Sultan Abdal, Şah ismail, Yunus Emre, Fuzuli gibi önemli Alevi düşünür ve dava adamları Türkçe yazmış ve konuşmuşlardır. Bugüne kadar hiçbir klagib Alevi düşünürünün Kürtçe konuşup yazdığına tanık olunmamıştır. Kürtçe yada Zazaca konuşulan Doğu Anadolu’nun bazı yörelerindeki, Alevi Cem ayinlerinde söylenen deyişlerin Türkçe okunmasının kaynağı da bu olsa gerekir.
Zaten Osmanlı’nın Fars ve Arap etkisinde kalarak Türklere yabancılaştığı dönemde, bu etki sonucu ortaya çıkan Osmanlıcaya karşı Türkçeyi yaşatma mücadelesini Alevi ozan ve düşünürleri vermiştir.
Avcıoğlu, araştırmasının bir yerinde şöyle diyor:
“Osmanlı, Kürdistan adını verdiği bölgede devletin temel dayanağı olan Tımar sistemini uygulamaz. Devletin yönetimini bölgede, yönetimin babadan oğula geçtiği Kürt beylerine bırakır. Bölgede bulunan Türkmenlerin önemli bir bölümü dillerini unutur ve Kürt kabilelerine karışır.”
Ziya Gökalp buna örnek olarak, Viranşehir’deki Karakeçili aşiretini verir. Aynı aşiretin Ege’deki kısmı ise, tamamen Türkçe konuşur.
Bu olaylar, bu konuda çok katı tezler ileri sürmenin mümkün olmadığını gösteriyor.
Tunceli Zaza’larının Cem ayinlerinde deyişlerini Türkçe söylemeleri gibi, Tunceli ve Erzincan civarındaki yaşlıların çocukları ile tartışmalarında, hem de Kürtçe olarak “Esas Türk biziz, diğerleri sonradan Türk olmuşlardır. Onlar kılıç korkusundan Türk olmuşlardır. Bizim ecdadımız Horasan Türkleridir” demeleri de oldukça anlamlıdır.
Bu durum toplumsal harman olma olayını çok güzel ortaya koyuyor. Bugün ise Alevilik-Sünnilik, Kürtlük-Türklük birer kültür olayından ibarettir. Kültürün iyisi kötüsü, ilerisi gerisi olmayacağına göre tüm Anadolu kültürlerine bizim kültürümüz gözü ile bakmak gerekir.
Bugün Türkiye’de sadece Türklerin yaşamadığını biliyoruz. Geçmişimiz birçok medeniyete beşiklik etmiştir. Anadolu’nun 10 bin yıllık bir medeniyet tarihi vardır. Türkler Anadolu’ya 1071’de geldiğine göre bu topraklarda 900 yıllık bir maziye sahipler demektir. Anadolu yarımadası tarih ve farklı medeniyetler açısından adeta bir açık hava müzesidir.
Türkler Anadolu’ya geldiklerinde ise, buranın boş olmadığı bilinen gerçeklerdendir. Var olan halklar da daha sonra yok olmadıklarına göre, sürekli birbirine karışarak, kaynaşarak günümüze gelmişlerdir.
Şöyle birazcık zihnimizi zorladığımızda bu anda yanyana yaşadığımız birçok halkın adını sayabiliriz; Türk, Kürt, Çerkes, Arap, Süryani, Ermeni, Rum, Gürcü, Tatar, Azeri, Terekeme, Pomak, Karapapak, Kıpti, Makedon, Fellah, Laz, Arnavut, Boşnak vs.
9-aleviler’de dede’nin işlevini kısaca anlatır mısınız?
Dede, Alevi toplumunun inançsal önderidir. Dedelik ise kendine has bir is yapısı/hiyerarşisi bulunan bir kurumdur.
Her Alevinin bir dedesi vardır. Her dedenin de bir dedesi (mürşidi) vardır.
Talibin davranışlarından (inanç anlamında) dede sorumludur.
Dede talipleri eğiten, yol gösterendir.
Dede taliplerin bütün düşünsel, manevi sorunlarına çözüm, sorularına cevap getiren kişidir.
Dedelik kurumunun kendisine özgü bir yapılanması var. Bu yapılanma (mürşit-rehber bağlamında) gereği her dede ayni zamanda başka bir dedenin talibidir. Nasıl ki talip bir yanlışa düştüğünde yada hata yaptığında dedesine sığınıyorsa, ayni şekilde dede de talibi olduğu dedesine (mürşidine) sığınıyor. Böylece mükemmel bir denetim mekanizması kurulmuş oluyor. Bu mekanizma halkalar misali bir birine bağlı. Yani bir dedenin görevini layıkıyla yapıp yapmadığını mürşidi tarafından denetlenir.
Tümünü Göster