/i/Tespit

  1. 26.
    +7
    dünyanın ıssız bir köşesinde doğmuş ve islam’ı hiç duymamış kimselerin durumunun ne olacağı

    Bu kimselerin islam’ı duymamaları onlar için bir mazeret midir? Yoksa onlar da islam topraklarında doğan kimseler gibi Allah’a imanla ve islam’ın namaz, oruç gibi diğer ibadetleriyle mükellef midir?
    Bizler bu sorunun cevabına geçmeden evvel, bu sorunun zihinleri meşgul etmesinin sebebini sorgulamak istiyoruz. Zannımızca bu sorgulama, sorumuzun cevabından daha önemlidir. Burada, nefisini ikna etmek, şeytanını susturmak ve kendisine bu soruları soranları bilgilendirmek için, soru soranları kastetmediğimizi özellikle belirtmek isteriz.
    Bir kimsenin, hiç tanımadığı, akrabası ve yakını olmadığı, hatta bir defa bile görmediği insanların akıbetiyle bu derece meşgul olmasının sebebi acaba nedir? Eğer “onlara karşı duyduğu şefkat olabilir” derseniz, bizce bu olamaz. Zira en yakın kapı komşusunun halini merak etmeyen, komşusunun derdi varsa bile umursamayan kimse böyle düşünmez.

    Hem o kişilerin akıbetinin ne olduğunu merak etmesinden daha ilginç olanı da şudur: Hemen hemen her akaid kitabında cevabı olan bu sorunun cevabını öğrenmek için hiç uğraşmaz. Tek yaptığı, hiçbir ilmi olmayan kişilere bu soruyu sormak ve onları sözde köşeye sıkıştırarak bununla ferahlamaktır.
    Taha suresi, 47-52 ayetler:
    “Allah, Musa ve Harun’a dedi ki, haydi gidin ve Firavun’a deyin ki: ‘Biz senin Rabbinin elçileriyiz. israiloğullarını hemen bizimle birlikte bırak, onlara eziyet etme! Biz senin Rabbinden bir ayet getirdik. Kurtuluş, hidayete uyanlarındır. Muhakkak bize vahyolundu ki; azap, yalanlayan ve yüz çevirenlerin üzerinedir.’
    Firavun: ‘Rabbin de kimmiş, ey Musa.’ dedi.
    O da: ‘Bizim Rabbimiz, her şeye yaratılışını veren, sonrada ona hidayet edendir.’ dedi.
    Firavun dedi ki: ‘Öyle ise, önceki milletlerin hali ne olacak.’
    Musa (as): ‘Onlar hakkındaki bilgi, Rabbimin yanındaki bir kitapta bulunur. Rabbin ne yanılır, ne de unutur.’ dedi.”
    Ayette görüldüğü gibi, Firavun kendisini Hakk’a davet eden Hz. Musa (as)’a, kendinden önce geçmiş ve kendisinin davetini işitmemiş insanların halini soruyor.
    Acaba Firavun’a bu soruyu sorduran şey, o insanlara duyduğu şefkat midir? Elbette hayır; zira o, kendi halkına bile şefkat göstermemiş, Hz. Musa (as)’ı bulmak ümidiyle binlerce çocuğu katletmiştir. Firavun’a bu soruyu sorduran şey: Hz. Musa (as)’ı cevapsız bir soru ile mağlup etmek arzusudur. Buna karşı, Hz. Musa (as) sorunun cevabını vermiyor. Cevabı, “Onlar hakkındaki bilgi, Rabbimin yanında bir kitapta bulunur, Rabbim ne yanılır, ne de unutur.” diyerek Allah’a havale ediyor.

    Şimdi geldik “küfür topraklarında doğan ve islam’ı hiç duymayan kişinin durumunun ne olduğu” sorusunun cevabına:
    iki peygamberin devirleri arasında, önceki peygamberin getirdiği dinin unutulmasından başlayarak sonraki peygamberin gelişine kadar geçen zamana “fetret devri” ve bu zamanda yaşamış ve iki peygambere yetişememiş kimseye de “ehl-i fetret” denilir. Kendinden önceki peygamberin dininin unutulduğu ve kendinden sonraki peygambere de yetişemediği için bu ismi almıştır.
    Ehl-i fetret, namaz, oruç, zekât gibi ibadetlerle ve dinin diğer emirleriyle mükellef değildir. Bu hususta ittifak vardır. Ahirette onlara bu ibadetleri yapmadıklarından dolayı hiçbir hesap ve ceza olmayacaktır. Çünkü bunların bilinmesi bir peygamberin tebliğine bağlıdır. Hâlbuki bu kişiler, bir peygambere ulaşamamışlardır. Bu yüzden ibadet ve emirlere muhatap değildirler.
    Tümünü Göster
    ···
    1. 1.
      +1
      Mükemmel bi yaklaşım ve bakış açısı kardeşim imrenerek okudum
      ···
   tümünü göster