
- 0 / 0 / 163 entry
- 7 başlık
- 2 trend
- 1,428.17 incipuan
flashcismoke "Bir garip hikayeci."
-
+1
musallat cinler
Sabah uyandığımda her zaman olduğumdan biraz daha huzursuzdum.Ve bugün pgibologun evimize geleceğini hatırladım. irkildim ve içimi bir ürperti sardı. Sanırım bu benim için garip bir adım olacak.
Odamdan aşağıya indiğimde annem merdivenin başında beni kahvaltıya çağırdı. Hemen kahvaltı masasına oturdum ve bir şeyler yedim. Anneme pgibologun kaçta geleceğini sordum.3\'te gelecekmiş. Pgibologun cinsiyetini dahi bilmiyordum.
Kahvaltı ettikten sonra odama çıktım ve gardırobumu açtım. içinden 1 pantolon ve 1 gömlek çıkardım. Pijamalarımı dolabıma koyup giydim.Tam odamdan çıkacakken kapı üzerime kapandı ve önümde bir not belirdi. Notta \'Hiçbir şey bizi senden uzaklaştıramaz\' yazıyordu. Sanırım burada pgibologa başvurduğumu dile getirmiş. Gözlerim bulutlu bir şekilde odamdan indim. Arkama baktığımda not yoktu.Ve o anda kapı çaldı. Saat 3\'tü.Ve o gelmişti. Aşağıya doğru geldiğimde annemin \'Hoşgeldiniz\' dediğini duymuştum.Ve indiğimde hiç beklediğim birini gördüm.Ben kel kısa boylu ruhsuz bir adam beklerken : mavi gözlü sarı saçlı ve güzel giyimli bir bayan beni bekliyordu.Çok sevinmiştim:kadına çabuk alışacaktım. Adı neydi acaba.Tam o anda pgibolog lafa girdi:
-Merhaba tatlım ben Arya,sen de Farah olmalısın.
+Evet, hoşgeldiniz.
-Hoşbulduk,gel içeri geçelim.
+Tabi buyurun.
Salondaki tekli kanepeye oturdu ve kendini tanıtmaya başladı :
Ben Arya Can, istanbul Üniversitesi Pgiboloji bölümü mezunuyum.26 yaşındayım. Sende kendini tanıtmaya ne dersin ?
Ben de derin bir nefes alıp suratına bakarak başladım:
Ben de Farah Kumdöken.Şu an Doğa Koleji\'nde lise 3.sınıfa gidiyorum.17 yaşındayım.
Hafif bir tebessümle yüzüme bakarak sorularını yöneltmeye başladı :
-Neler yaşadığını anlatmaya ne dersin ?
+Yaklaşık 1 haftadır, korkunç kabuslar görüyorum. Odamda ve evimde korkunç notlar buluyorum, biri beni izliyor gibi.
-Anlıyorum, peki bir dinleyicin var mı ?
+Profosyonel olarak yardım aldığım biri yok : ancak okulumda Onur diye bir çocuk var ve yaşadıklarımı o da biliyor.
-Peki bu Onur... Şey mi ?. ..Anlarsın ya.
+Sayılır. Bana dost gözüyle baksa da ona karşı bir şeyler hissetmiyor değilim.
-Anladım.
Sorularına bu türde devam etti. Onunla konuştukça rahatlamaya başladım. Arya gittiğinde her şeye karşı dik duracağıma ve notlara karşı umursamazlık göstereceğime söz vermiştim. Televizyonun kumandasını almak üzere koltuğun arka kısmına eğildiğimde yeni bir not gördüm.'istediğin herkesden yardım alabilirsin. Ancak ben hep ensendeyim'.Notu buruşturup yere atıp televizyonu açtım.Ve anladım ki Arya bana iyi gelmişti. -
+4
musallat cinler
Okulda seçmeli derse kalmadım ve eve geldim. Annemin notunu hatırladım, bugün eve öğlen gelmeyecek. Masanın üzerinde duran laptopumu açtım ve facebook\'a girdim. Elektrikler gitmiş, oysa asansör çalışıyor. Sanırım şarteller gitti.Bir bakalım.Tam merdiveni çekip şartellere bakacakken önümden hızlıca biri geçti : gerçekten şu sıralar yaşadıklarımı anlayamıyorum.
Ben bunları düşünürken elektrikler geldi . Keyfim kaçmıştı . Mutfağa gidip cips aldım ve televizyonu açıp 2 broke girls izlemeye başladım.
Dizi bitti ve televizyonu kapattım. Koltukta uyuyakaldım. Garip bir kabus görüyordum.Her yer karanlık ve ben anlamsızca bir gardıropun içine girmişim . Daha sonra biri beni tavana bağlayıp boğazımı kesiyor.O anda annem eve geliyor.Ve beni görmeden öylece evden çıkıyor. Kalktığımda sırılsıklam terlemiştim.O anda başucumdaki telefonum çaldı. Arayan Onur\'du.Hızlıca toparlanıp telefonu açtım:
-Onur merhaba .
+Merhaba Farah , sen iyi misin ? Sesin çok garip geliyor.
-Korkunç bir kabus gördüm , her neyse nasılsın.
+iyiyim sen ?
-iyiyim, neyse ben seni öylesine aramıştım kendine iyi bak bay bay.
+Bay bay .
Onur\'un beni \'öylesine\' araması hoşuma gitmişti. Düşünüldüğümü hissetmiş, kabusun etkisinden hızlıca çıkmıştım. Neyse odama çıkıp gardıropumdan bir hırka alıyım. Odama çıktım. Gardırobu açtım ve garip ama kabusta gördüğüm ip dolabımdaydı ! Hızlıca dolabı kapattım. Açtığımda ip yoktu. Anlam verememiştim.
Annem hala gelmemişti , aramalıydım.
-Alo anne neredesin
+Farah , çok garip şeyler yaşıyorum.
-Ne gibi anne ?
+Biri beni izliyormuş gibi, çok garip..
-Aynı şeyler bana da oluyor anne.
+Eve gelince konuşuruz tatlım kapatıyorum.
-Bay bay.
Telefonu kapattığım saniyede kapı çaldı. Açtığımda bir not buldum. içinde \'\'Daima izleniyorsun tatlım\'\' yazıyordu. Notu yırtıp attım .Korkmuştum.Tam o anda odamdan bir ses duydum. Birşey yere düştü heralde deyip hızlıca yukarı çıktım. Yerde masamın üzerinde duran tahta kutumu buldum. Elime alıp tekrar koyacakken altında bir not vardı. \'Kaçmamalısın!'\ yazıyordu. Ağlamaya başlayıp evden çıktım.Tam o anda annem geldi.Ona olanları anlattım.Ve benzer şeyleri yaşamıştık.
Ertesi sabah okula gitmek üzere hazırlanmaya başladım.Çok huzursuzdum ve yaşadıklarımı hatırlıyordum. Aslında bugün annemin ısrarı üzerine okula gitmeyecektim. Ancak 'ben normalim' diyerek annemi ikna ettim.
Okula geldiğimde ilk olarak gıcık Selin'i gördüm.Ve Onur'un yanındaydı. Gerizekalı!Şimdi de Onur'u almaya çalışıyordu. Onur beni gördüğünde Selin'i oracıkta bırakıp yanıma geldi.
-Merhaba Farah.
+Merhaba Onur , nasılsın ?
-iyi,sen ?
+Hiç iyi değilim Onur.
-Ne oldu ? Hemen anlat, seni dinlerim.Ve elimden geldiğince yardım ederim.
+Teşekkür ederim gel şöyle oturalım.
Kantinin dibindeki mermere oturduk.
-Onur,şu sıralar biri beni izliyormuş gibi hissediyorum, korkunç notlar buluyor, garip kabuslar görüyorum. Garip olan taraf şu ki : annem de aynı şeyleri yaşıyor.
+Garip,bir pgibolog yardımı almaya ne dersin?
-Düşüneceğim.
+Neyse,gel istersen kantine gidelim.
-Gerek yok , ilk derse girmem gerek.
+Tamam bay bay .
-Güle güle.
Onur'a anlatmak iyi gelmişti, kahretsin karşıdan bir gıcık yaklaşıyor sanki !
-Selam Farah.
+Selin ne istiyorsan bende yok,yol al .
-Yoo ben Onur'u istiyorum ve Onur da sende.Onu garip şekilde kendine çekiyorsun.
+Onur'la biz arkadaşız Selin.Şimdi gidebilirsin.
-Tabi tabi..
Tam o anda kurtarıcı olarak nöbetçi öğretmen geldi ve bizi sınıfa soktu.ilk ders Naim hocanın edebiyat dersi.iyi konu : edebi metin.
Okul bitti .Servise binmek üzere yürürken ayağımı durduk yere yere sürtüp aptal gibi yere yapıştım. Neyse ki Onur ve Selin görmeden ayaklandım.
Servise bindiğimde alelacele Onur'un verdiği Apple kulaklığımı çıkartıp camı kırık olan iphone 4'üme taktım.Ve şarkı dinleyerek yola devam ettim. Servisten indim ve kapıyı çaldım. Annem elinde sarı mutfak beziyle kapıda karşıladı.
-Hoşgeldin tatlım !
+Hoşbulduk anne.
-Odama çıkıyorum.
+Tamam tatlım.
Odama geldiğimde dolabımı açtım ve kıyafetlerimi aldım. Kapattığımda dolabımın aynasında garip bir yaratık gördüm.Ve bağırmaya başladım. Annem benim sesimle birlikte odamda belirdi.Ve beni sakinleştirmeye başladı.
O anı unutamıyorum. Nasıl bir yaratıktı, simsiyah.Annem babamı aradı ve bir pgibolog yardımı almam gerektiğini söyledi. Babam ise annemle konuştuktan hemen sonra tekrar beni aradı.Bir pgibolog bulmuş ve bana numarasını verdi.
Hemen aradım ve konuştuk.ilk seansım yarın başlıyor. YARIN BAŞLIYOR ! -
+8
musallat cinler
Merhaba, anlattıklarımın gerçek olup olmadığını hikayeyi anlatırken anlıcaksınız zaten. Hikaye uzun soluklu olucak ve yarım kalmıcaktır. 5-6 kişinin okuması kafi. Şuku atarak kendinizi belli edebilirsiniz. (son partı atıcam.)
Ben Farah , 17 yaşındayım.Şu an sizin anlayacağınız dille baba parası yardımıyla Doğa Koleji ' nde lise 3.sınıfa gidiyorum.
Babam Kumdöken Holding'in yönetim kurulu başkanı.Şuan Varyap Meridian'da oturuyoruz. Ancak annem daha farklı bir yere taşınmak istiyor.
Okulumu çok seviyorum.Çok dost canlısı hocalarım ve arkadaşlarım var. Ancak Selin diye bir gerzek var ve her şeye o koca burnunu sokuyor.
Gelelim aşk hayatına... Çok karmaşık aslında. Ancak Onur diye bir çocuk var.Şu sıralar çok dikkatimi çekiyor.iri mavi gözleri ve uzun kumral saçları var. Genelde bana göz kırparak selamlıyor. Ancak pek pas vermiyorum.Ama ne yalan söyleyeyim, arada bir mesaj atıyorum,o da cevap veriyor .. Bir örnek mesela , geçen cumartesiden.
-Naber Farah ?
+iyi,sen ?
-Aslında kötüyüm.
+Ne oldu , bana anlatabilirsin.
-Yaklaşık 1 ay önce Beril diye bir kızla tanıştım,ve çıkmaya başladık beni ortada bırakıp gitti. Sesimi çıkarmayıp yoluma devam ettim. Ancak günden güne canımı sıktı, gidip en yakın arkadaşıma çıkma teklifi etti . Bu sabah da kabul etmiş.
+Senin için üzüldüm Onur, olsun sıkma canını yenilerini bulabilirsin.
-Evet, şimdi Beril'den çok daha tatlı bir kız buldum,ve sanırım onu seviyorum.
Acaba o kız ben olabilir miydim ? Pek tahmin etmiyorum aslında,ama bir umudum var.
Sanırım bana karşı boş değil:galerisinde benim fotoğrafım var sorduğumda grup ödevi için lazım dedi,ama bence değil. Ayrıca ağzından adımı birçok kez duydum.
Sabah uyandım ve saat 06.30'du.Ancak ben okula 08.00 'da gidiyordum. Garip şekilde erken kalkmıştım. Etrafıma şaşkın şekilde bakınırken : banyodan bir ses duydum:bir tıngırtı gibiydi . Aldırmadım ve kalktım. Yerde annemin notunu buldum.Öğle eve geldiğinde beni bulamayabilirsin Farah.Şirket işlerinden dolayı eve geç geleceğim yazıyordu. Garipti,annem şirket işlerine bu kadar kafa yormazdı .
Alelacele küçük bir tepsiye kahvaltı hazırladım:3 badem,4 fındık,2 ceviz ,2 kavala kurabiyesi ve elmalı çay. Tepsiyi mutfağa zütürüyordum ki tekrar aynı sesi duydum: yine banyodan. Tepsiyi bırakıp banyoya gittim. Havlu ve bornozlar yerdeydi. içimi bir ürperti sarmıştı : nasıl hepsi bir anda düşebilirdi ki ?
Saat 07.25 olmuştu.Üstümü giyinip saçımın uçlarına maşa attım. Saat 07.55 yavaş yavaş çıkalım servis gelir.
Evimin önüne geldiğimde yağmur çiseliyordu. Servise koşar adımlarla bindim, ancak çok ıslanmıştım.Tam o anda camın önünden siyah bir şey geçti .Yerimi değiştirdim ve arkadaşım geldi. Yeni telefon kabı almış. Hiç benim tarzım olmayan:pespembe ve üstünde siyah çiçekler var. Benim kabım ise düz siyah. DAiMA SADE.
Okula geldiğimizde direk sınıfa koştum. Olamaz!Kulaklığımı unuttum.Ne yapalım , boşver.Aa Onur gelmiş !
-Naber *
+iyidir Farah sen ?
-iyi, ancak kulaklığımı unuttum ve bütün gün müzik dinleyemeyeceğim :((
+Bende var benimkini alabilirsin.
Cebinden orijinal Apple kulaklığını çıkarıp bana doğru uzattı.
-Çok teşekkür ederim.
+Önemli değil, zaten şu sıralar pek kullanmıyordum.
-Neyse ben gideyim bay bay *
+Güle güle Farah.
2.ders bitişinde yemekhaneye indim.Ve tıkındım. Daha sonra üst kattaki lavaboya gittim. Birden kapı üzerime kapandı ve tıkırtılar duydum.Çok garipti. Tuvalete girdim.Ve çıktım ellerimi yıkamak üzere aynaya baktığımda aynada buharlar olduğunu fark ettim. Demin yoktu, nasıl hemen oldu ki ? Bilemiyordum.
Tenefüs ziliyle aşağıya inip derse girdim.Iyy,en sevmediğim. Derya hocanın matematik dersi var -_-.Derya hocayı şöyle anlatayım: onun sayesinde matematikten soğudum. Haber vermeden sözlü yapıyor ve bir günde tonlarca ev ödevi veriyor. Neyse ki ders bitti . Onur orada gidip kulaklığını verme vakti.
-Onur!
+Farah nasılsın?
-iyiyim sen , kulaklığını vermeye geldim.
+Hayır senin olabilir.
-Çok teşekkür ederim , neyse ben gidiyorum, seçmeli derse kalmayacağım.
+Güle güle
-Bay bay -
+4 -29
cinleri davet etmemiz
Birader siz okuyup okuyup küfür edin diye yazmıyorum. Hepiniz bu hikayenin devdıbını getirebilirsiniz. Biraz zekanız gelişsin diye yapıyorum. -
+15 -1
cinleri davet etmemiz
Onur'un şimdilik güvende hissetmesini istiyordum çünkü iş birliği yaparsak Kâbir'i alt etmem çok daha kolay olacaktı. " Onun en büyük zayıflığı öfkesi olacaktır. Özellikle son olaylarda tamamen gözü döndü, birde seni ellerinin arasına almışken hiç beklemediği şekilde kaybetmesi. Şu an tam anlamı ile deliriyordur!"
" Özet geçsen yeterli olur."
Bir an önce bitmesini istiyordum. Onun nereden geleceği belli olmayan saldırılarına daha ne kadar karşı koyabilirim hiç fikrim yok.
" Ava giden avlanır! Ona bir fırsat verirsen önünü ardını düşünmeden atlayacaktır. Tabi bu işe girişmeden önce bütün hazırlıklarını tamamlamalısın, düşüncesiz olması onu kolay lokma yapmıyor. Hâlâ arkasında kalabalık bir kabile var!"
" Ben de yalnız sayılmam. Ancak kolay olmayacağı konusunda kesinlikle haklısın. incelikli bir plana ihtiyacımız var. (Hafsaya hitaben) Kâbirin kabilesini oyun dışı bırakmakta sana güvebebilirmiyim?"
" Elimden geleni yapacağımdan kuşkun olmasın."
"Bu sefer hedefimiz onu yakalamak değil bu iş çok uzadı, artık bitmesini istiyorum ya o beni alacak yada ben onu!"
Şu an Onur'u göremesemde surat ifadesini tahmin edebiliyordum. işin ne kadar büyük olduğunu anladığı için tahminen ağzı bir karış açıktı. " Anlaşılan arafta kaybettiğin tek şey görme yeteneğin değilmiş! Şimdi sen ciddi ciddi onu öldürmek mi istiyorsun, ben bir şekilde hapsederiz diye düşünmüştüm!"
" Sadece onu değil bütün kabilesini yok etmek istiyorum! "
" Benden buraya kadar sen kafayı yemişsin! Yardım etmek isterdim ama ne yazık ki pgibololiden pek anlamıyorum!"
Anlaşılan iyi polis rolü buraya kadar dı.
Onur
Planlarım tamamen ters tepmişti, benim aklımdaki senaryo daha çok bir kaç küçük oyun ile onu kendimize çekip hapsetmek ti. Onun teklifi ise rus ruleti gibiydi silahı kafamıza dayayıp merminin karşı tarafta patlamasını umuyordu. En kötü tarafı ise en ufak bir çekincesinin bile olmadığının açıkça belli olmasıydı. Acımasızlığı ile nam salmış bir cin kabilesini yok etmekten bahsederken sesi havadan sudan muhabbet eder gibi normal çıkıyordu!
Şu hali ile Ahmet'in yanında yer almak kesinlikle mantık dışı olurdu. "Benden buraya kadar sen kafayı yemişsin! Yardım etmek isterdim ama ne yazık ki pgibolojiden pek anlamıyorum!" Hızla ayağa kalktım, acilen sağlam bir kaçış planına ihtiyacım vardı! Tam çıkmak üzereydim ki Hafsa karşıma dikildi ve üzerime yürümeye başladı. Başımda inanılmaz bir ağrı hissetmeye başlamıştım beynim infilak edecek gibiydi.
Dengemin bozulması ile olduğum yere yığıldım. Ben yerde kıvranırken Ahmet'in konuşması uğultular halinde kafamın içinde yankılanıyordu! " Konuşmamızın başında başka seçeneğin olmadığını belirttiğimi sanıyordum."
Kafamda yankılanan uğultular ve dayanılmaz baş ağrısı ile daha fazla başa çıkamayarak pes ettim.
" Tamam, yardım edeceğim, kes şunu artık!"
Bu işkencenin son bulması ile derin bir nefes aldım. Ben hâlâ yerde yatıyorken o zerre umrunda olmadığımı belli eden buz gibi sesi ile ilk emrini vermişti. " Gidip Mustafa hocayı çağır onun da yardımına ihtiyacımız olacak."
Duvardan destek alarak tekrar ayağa kalktığımda Hafsa önümden çekilip geçmem için yolu açtı. Başım hâlâ dönüyordu kapı kolunu zar zor görebiliyordum. Kola tutunmayı başardığımda yaşadığım güç kaybı nedeni ile dengede duramadığım için sendeledim. Eski ahşap kapı büyük bir gürültü ile ardına kadar açılırken bende yere kapaklandım.
Başım merdivenlerin bulunduğı yöne doğru dönük olduğu için onların verdiği tepkiyi görememiştim. Sağ elimi mümkün olduğunca yükseğe kaldırarak güçsüz sesim ile konuştum. " Ahmet Mustafa hocayı görmek istiyor!"
Kimse beni umursamamıştı bile hepsi Ahmet'i kontrol etmek için hemen odanın içine doluşmuştu. Aşağı kattan hızla gelen Mustafa hoca üstümden geçerek odanın içine dalmıştı. Gürültü fazla olunca Ahmet'e bir şey olduğunu düşünmüştü sanırım. Bense tek başıma sürünerek koltuğa tırmanmıştım. Bu kadar nefret edilmek bana bile ağır gelmeye başlamıştı. Kıssa bir süre sonra sorun olmadığını anlayan hoca diğerlerini dışarıya çıkarıp Ahmet ile yalnız kalmıştı.
• **
Yaklaşık yarım saattir Ahmet ve hüddam odada tartışıyorlardı. Mustafa hocanın öfkeli bağırışlarına bakılırsa mantıklı olanı yapıp bu işten vaz geçmesi için onu ikna etmeyi deniyordu.
Ama Ahmet kararını çoktan vermişti ve geri dönmeye niyeti yoktu. Yaşanabilecek olayları tahmin etmeye benim hayal gücüm bile yetmiyordu.
Bağırışma sesleri kesildiğinde hüddam yeri titreten adımlar ile odadan dışarı çıktı ve kapıyı sertçe çarptı. Alnında atan damara ve sinirden kıpkırmızı olmuş yüzüne bakarak tartışmayı kazananın o olmadığını anlamak zor değildi. içimden bir ses bu tehlikeli oyunun bizim için hayırlı bitmeyeceğini söylüyordu! -
+13
cinleri davet etmemiz
Döndüğümden bu yana iki gün geçmişti artık zar zor da olsa hareket edebiliyordum ve konuşabiliyordum ancak hâlâ göremiyordum. Mustafa hocanın teorisi yorgun düşen ruhumun henüz bütün duyularıma güç yettiremediği yönündeydi. Duruma olabildiğince olumlu yaklaşmaya çalışıyordu, belki de beni kötü etkileyeceğini düşündüğü için. Atladığı nokta ise şu an zaten olabilecek en kötü senaryolardan birini yaşıyordum, artık beni daha da karamsarlaştırabilecek çok şey kalmamıştı. Zifiri karanlığı daha çok karartamazsın.
Normalde böyle bir durumda hırs ve öfkeden deliriyor olurdum ancak oradan döndüğümden beri tek sorun gözlerim değildi. Ruhum hislerim her şey çok farklıydı, benden bir parçam koparılmış gibiydi. Sadece öfke de değil hiç bir duyguyu algılayamıyordum. Belki de böylesi daha iyi olmuştur gerçekliğe kapanan gözlerim mânâya da anlam veremiyordu, bu sayede korkularım bağlılıklarım hepsi gitmişti.
Sosyopatlığın sınırlarında hiç olmadığım kadar özgürdüm.
Odada yalnızca ben ve Hafsa vardık onu göremesem de gözlerini üstümde hissediyordum. Uzun zamandır hiç konuşmamıştı öylece başımda bekliyordu. " Aklında ne var." ilk zamanlarda bana sürekli çabalamayı bırakıp dinlenmem gerektiğini söylüyor ve yapabileceği bir şey olup olmadığını sorup duruyordu. Bu ani sessizliği dün başlamıştı, onunla zihinsel olarak bağlı olmasam orada olduğunu anlayamazdım bile. Belli ki aklını kurcalayan bir mesele vardı.
" Seninle ilgli... " Cümlesi açılan kapı sesi ile yarım kalmıştı. Muhtemelen yine Tahsin gelmiştir geri döndüğümden beri aşırı derecede üstüme düşüyordu. " Sana iyimisin diye sormayacağım çünkü cevabı ortada!"
Onur
Herkes öylesine sessizdi ki sanki üzerlerinde ölü toprağı var gibiydi. Mesut hocanın hâlâ kendine gelemeyişi ve Ahmet'in durumu onları epey etkilemişti. Onlar hazır hiç bir şey ile ilgilenemeyecek durumdayken işe koyulma vaktiydi. Yavaşça yerimden kalkıp Ahmet'in kaldığı odaya doğru ilerledim. Hâl hatır sorup biraz ağzını yoklamam gerekiyordu planlarımın ters tepme ihtimaline karşın hazırlıklı olmalıydım.
Kapıyı açıp içeri girdiğimde Hafsa onun baş ucunda öylece bekliyordu. Anlaşılan hâlâ bir değişiklik yoktu, kapı sesini duyduğunda Ahmet boş bakışlarını bana doğru çevirdi. Gözleri açık olsada göremediği net olarak anlaşılıyordu çünkü bakışları hiç bir yere odaklı değildi." Sana iyimisin diye sormayacağım çünkü cevabı ortada!" Aklımdan geçeni direkt olarak söylemiştim. "Beni sen getirmişsin sana yapabileceklerimden korkmuyormusun."
Anlaşılan o da benim yolumu izleyerek direkt aklından geçenleri söylüyordu. Kurduğu cümle ne kadar tehtitkâr olsa da sesinde en ufak bir duygu belirtisi yoktu. Doğruyu söylemek gerekirse şu an korkum daha da artmıştı. Duygu yoksunluğu o kadar belirgindi ki kafasına koyduğunu kesinlikle yapardı.
" Ben hatalarımın sorumluluğunu kabul ediyorum. Korkacak bir şey yok!" " Bu farkındalığı yaşamak için biraz geç değilmi?" " Benim yüzümden başına gelenlerin küçümsenecek bir tarafı olmadığını biliyorum. Kâbir'in eline düştüğümde çok korkmuştum sonuçta hayatım söz konusuydu! Hepimiz senin kadar gözü kara değiliz!"
Biraz egosuna oynamaktan zarar gelmez di sanırım. " Nedense içimde bu anı daha önce yaşamışız gibi bir his var."
Neden bahsettiğini anlamamıştım ancak aklına girmeme kolay izin vermeyeceği açık tı. "Tüm bunların başlangıcında ben yapmamak için diretirken yine aynı taktik ile kandırmıştın, ego tatmini."
Buz gibi sesi ile kurduğu bu cümle yandığımın resmi olabilirdi. Aslında hata bende onca acıdan sonra akıllanmamış olması bir mucize olurdu zaten. Beynimde çakmaya başlayan tehlike çanlarını göz ardı etmeye çalışarak yutkundum. " Sanırım hepimiz dersimizi almışız!" " Hemde fazlasıyla. Ama merak etme artık sana kin gütmüyorum hatta teşekkür etmek istiyorum!"
" Ne için?"
" Bana Kâbir'in zayıflıklarını anlattığın için!"
Meseleyi şimdi anlamıştım. Tıpkı Kâbir'in yaptığı gibi o da beni hedefine ulaşmak için kullanmak istiyordu. Benim için hava hoş güvenliğim garanti edildikten sonra birbirlerini yemeleri umrumda değildi. " Ona karşı durduğunda olanları gördün yine de devam etmek istiyormusun!" " Tam da o yüzden uğraşmaya devam edicem, kendi rızası ile beni rahat bırakacağını sanmıyorum."
" Bundan etkilenen tek kişi sen olmazssın!"
Hâlâ istediğim kelimeyi duyamamıştım. Güvenliğimin sözünü almaya çalışıyordum ancak böyle olmayacak gibiydi. " Pekâla lafı dolandırmadan söyleyeceğim sen onunla uğraşırsan o da bizimle özellikle onu sattığım için benimle uğraşır. Elinden bir kere kurtulmuşken tekrar yakalanmak istemem!"
Ahmet
Tam olarak istediğimi bana vermişti kendince yine oyun peşindeydi. Kâbir'in artık ona ihtiyacı olmadığının farkına vardığı için şimdi bana yamanmaya çalışıyordu. Bir süre oyunu onun kuralları ile oynamanın bir sakıncası yok. " Başka seçeneğin olduğunu sanmıyorum." Ona biraz göz dağı vermem gerekiyordu ki beni tekrar kandırabileceğini düşünmek gibi bir gaflete düşmesin. " Yanımda güvende olacağından emin olabilirsin, yeterki onu alt etmem için yardım et." " Anlaştık." -
+12
cinleri davet etmemiz
Yeniden karanlıkla baş başaydım. Bu bilinçsizlik hali beni tamamen bitiriyordu. Merak ediyorum da bir gün bunların sonu gelecekmiydi. Eski hayatıma dönüp sıradan, saçma sorunları gözümde büyütmeye ailem ile zaman geçirmeye tekrar fırsatım olacakmıydı. Aslında içimde bir yerlerde cevabı net olarak biliyordum ancak ne yazık ki o cevap umutlarımın katiliydi.
Bu boşluktayken yanımda sadece iç sesim olduğu için göz ardı etmeye çalıştığım çoğu düşünce gün yüzüne çıkıyordu. Burada keşke kelimesinin ne denli can yakabileceğini açıkça anlamıştım. Susturmaya çalıştığım o ses her saniye bana hatırlatıyordu. Keşke o kitaba hiç dokunmasaydım, keşke yaşananların hepsi kâbustan ibaret olsaydı, keşke geri dönebilseydim. Bence yalnızlığın asıl işkencesi buydu üstünü zayıf umutlar ile örttüğüm gerçeklerin okkalı bir tokat gibi yüzüme çarpıyor olması. Keşkeler için çok geç, umutların artık yersiz olduğunu söylüyor olmasıydı.
• **
Sesler duymaya başlamıştım. Ekolu da olsa onları tanımak benim için çok zor değildi. Bu sesler arkadaşlarıma aitti. Beni sarstıklarını hissedebiliyordum onların yanındaydım. Sanırım bunun anlamı Mustafa hoca her ne yaptıysa en başından beri işe yaramış olmasıydı. O alemden kurtulmuştum peki neden hâlâ karanlıktı. Gözlerimi açıp kapatabiliyordum ama ışık yoktu. Bana seslendiklerini duyabiliyordum hatta yanı başımda telaşla ismimi tekrar tekrar söyleyen Tahsinin nefesini yüzümde hissedebiliyordum. Kolumu kavramış olan ellerinin yaptığı baskıyı hissedebiliyordum ancak ne kadar uğraşsam da hiç bir tepki veremiyordum.
O an aklıma Hafsa geldi onunla konuşmak için ses çıkarmama gerek yoktu.
Tahsin
Ahmet gözlerini açmıştı ancak tamamen sabit bir şekilde tavana bakıyordu. Kolundan tutarak onu sarsmaya başlamıştım ve hiç durmadan ismini tekrarlıyordum. Ağzından çıkacak herhangi bir kelime yada vereceği en ufak bir tepki için gözlerimi ondan bir an bile ayırmıyordum. Bütün uğraşlarım kifayetsiz kalıyordu. Onu sarsmayı bırakarak olduğum yere çöküp oturdum.
" Sizi duyuyor." Sol tarafımdan gelen kadın sesi ile o yöne döndüm. Konuşan Hafsaydı anlaşılan Ahmet bizimle onun aracılığı ile iletişim kuruyordu. " Neden kendisi konuşmuyor!" Gelecek cevabın yarattığı heyecan ve korku ile sırtımdaki dayanılmaz acıya aldırış etmeden ayağa fırladım. " Nedenini o da bilmiyor, deniyormuş ama göremiyor ve herhangi bir tepki veremiyormuş!"
Nedemek oluyordu tüm bunlar yoksa hep böyle mi kalacaktı. Tüm bu mantıksızlığa ışık tutabilecek bir açıklama yapmasını umarak gözlerimi Mustafa hocaya diktim. Ancak yorgun yüzündeki boş bakışlardan anladığım kadarıyla o da bu durum karşısında şaşkındı ve anlam veremiyordu.
" Bırakalım biraz dinlensin belki de yorgun düşmüştür."
Mustafa hocanın aklında bir şey olduğu çok açıktı yüz hatları gerilmiş ve gözleri büyümüştü. Açıklamak istemeyişi vaziyetin kötü olduğu anldıbına geliyor olabilirdi. Beynim resmen durmuştu artık gerçekten yorulmuştum hayatım kesinlikle mahvolmuştu. Her gün farklı bir felaket yaşanıyordu şu an için tek isteğim bu silsileye Ahmet'in de kurban gitmemesiydi!
Ahmet
Mustafa hocanın düşüncesinin işe yaramasını her şeyimle istesem de bunun doğru olmadığını biliyordum. Bende farklı bir şeyler vardı belki beni o alemden kurtarmışlardı ama artık beynim bana zindandı! -
+10 -1
cinleri davet etmemiz
Tahsin
Mustafa hoca ayakta duracak takati olmamasına rağmen bi çare Ahmet'e ulaşırım umudu ile hazırlıklarını tamamlamaya çalışıyordu. Şu an onun yarı ölü hareketsiz bedenine bakarken kendi acılıarımı bir kenara bırakmıştım. Onur konusunda yaptıkları ile biraz aşırıya kaçmış olduğu yadsınamazdı ama haksız olduğunu da söyleyemezdim. O gün aramızdan geçip odaya çıkarken bana attığı bakışlar tekrar tekrar gözümün önüne geliyordu.
Herkes ona bir canavarmışçasına bakarken o aksini iddia edebileceğimi umarak pişmanlık dolu gözler ile bana bakıyordu ben ise ona sırtımı dönmüştüm. O hali beni çok korkutmuştu ama biz arkadaştık yapmam gereken onu acısı ile baş başa bırakmak yerine toparlanması için yardım etmekti. Barındırdığı güç ile pek tabi kendini kurtarabilirdi ancak o bunu yapmadı sonuna kadar yanımızda durdu. Hepimiz onu dışladığımızda bile bizim için savaşmaya devam etti.
Onun şu an ki durumundan sorumlu olan kişi karşımda hiç bir şey olmamış gibi dikilirken Ahmet'i gayet iyi anlayabiliyordum. Ahmet'in boğuştuğu sorunları düşündükçe Onur'un burada ve gayet keyifli olduğunu görmek gerçekten sinirlerimi bozuyordu. En büyük sorumluluk ondayken en iyi durumda olanın o olması kaderin tuhaf bir ironisiydi.
" Onu kurtarmak için senin yapabileceğin bir şey yokmu!" Onur'u düşünmeye daha fazla katlanamadığımdan cevap vermeyeceğini bilsem de Hafsaya bir soru yöneltmiştim. Tabi aynen beklediğimim gibi hiç bir yanıt alamamıştım. Sadece Ahmet ve Mustafa hoca ile konuşuyordu, her ne kadar bize yardım ediyor olsada bu tepkisizliği ondan korkmama sebep oluyordu. Hiç birimizi umursamıyor gibiydi hatta gibisi fazla onda tuhaf olan bir şeyler vardı, tabi bir cin olmasının dışında. Yakında bu işin de kokusu çıkardı elbet.
• **
Mustafa hoca elinde eski bir heybe ile çıkagelmişti. " Ruhuna yol göstermemiz gerek, işin zor kısmı ona ulaşabilmekte!" Elinde kırmızı renkli iki taş tutuyordu Ahmet'in sol elininin avucunu açarak taşlardan birini onun avcuna yerleştirdi. " Bu mercan taşı dır genelde cinni ler ile iletişim kurmak için kullanılan yöntemlerden biridir. Ruhta onlar gibi bir enerji halinde olduğundan Ahmet'in ruhuna erişebilmekte işe yaraması gerek!" Kelimesinin son kısmı epey kafamı kurcalamıştı kullanacağı yöntemden emin değil gibiydi. " Kesinliği yokmu. Emin değil gibisiniz!" " Malesef kesinliği yok. Bir tahminden ibaret ama elimizdekinin en iyisi!" Endişem ve heyecanım daha da körüklenmişti. Tahminler üzerinden gittiğine göre daha önce hiç böyle bir durumla karşılaşmamış olsa gerek. Bunun anlamı da işe yaramazsa Ahmet'i temelli kaybedeceğimizdir.
Hiç bir şey söylemeden hocayı izlemeye başladım tek yapabileceğim buydu zaten bir de işe yaraması için dua etmek. Hoca diğer taşı da kendi sol avucuna koyduktan sonra gözlerini kapatıp bir şeyler okumaya başladı. Okumayı bitirdiğinde derin bir nefes aldı ve hareket etmeyi tamamen kesti.
Ahmet
Ne zamandır burada olduğumu bilmiyordum nerede olduğumu da bilmiyordum ne ses ne ışık hiç bir şey yoktu. Uçsuz bucaksız bu boşlukta amaçsızca dolaşıyordum. Gerçek anlamda delirmek üzereydim bütün benliğim benim dışımda ufacık bir yaşam kırıntısı görebilmek için kavruluyordu. içinde bulunduğum durum Kâbir'in işkencelerinden bile beterdi. En azından orada yalnız değildim. Bir an için elimde belli belirsiz bir soğukluk hissetmem ile olduğum yerde kala kaldım.
Göremeyeceğimi biliyor olsam da o hissin kaynağını arıyordu gözlerim. Bu zifiri karanlığın içinde geçirdiğim süreçte bazen biri bana dokunuyormuş gibi hissediyordum normal şartlarda bu beni korkuturdu ama şimdi o hissin kaybolmaması için dua ediyordum. Saniyeler için bile olsa yalnız değilmişim gibi hissediyordum. Ama bu diğerlerinden farklıydı zayıf ta olsa hâlâ hissedebiliyordum elimin içinde bir şey vardı. Göremiyordum ama orada olduğunu biliyordum, hemen ardından fısıltılar duymaya başladım ne olduğunu anlayamasam da bitmesini istemiyordum.
Ses belirli bir yönden geliyor gibiydi uzak ve boğuk tu. Zor da olsa yönünü saptamayı başarmıştım o yönde ilerledikçe ses artmaya devam ediyordu. ilerlemeye devam ettiğimde ses anlam kazanmaya başladı, birisi bana adımla sesleniyordu. Aslında yabancı bir ses değil gayet tanıdık tı, bu mustafa hocaydı. Onun sesini duymam ile içimde beliren sevinci anlatmaya kesinlikle kelimeler yetmezdi. Hızımı arttırarak sesine doğru ilerlemeye devam ettim. Görebiliyordum, bunca zaman sonra nihayet bir ışık görmüştüm sanırım bu gün ışığıydı!
O kadar iyi hissetiriyordu ki ona erişmek için son hız ileriyordum. Çok yakındım evin odasını görebiliyordum ve arkadaşlarımın seslerini duyuyordum. Sevinçten ağlayabilirdim biraz daha ilerlesem yetişecektim ama her şey aniden yok oldu sanki hiç var olmamış gibi! Lütfen bir daha olmasın kurtuluşa bu kadar yakınken karanlığın beni tekrar yutmasını kaldıramazdım! -
+10
cinleri davet etmemiz
Onur
Hafsa ile birlikte saatlerdir Ahmet'in başında bekliyorduk ama durumu hâlâ aynıydı. Belli belirsiz nefes alışı dışında hiç bir yaşam belirtisi göstermiyordu. Bu arada nihayet korkularını yenmeyi başarmış arkadaşlarım odalarından çıkmışlardı.
Barış sendeleyerek zar zor yürümekte olan Tahsinin koluna girmiş ayakta durmasına yardımcı oluyordu. Hepsi beni gördüklerinde her an kontrolden çıkıp onlara saldırabilecek vahşi bir hayvanmışım gibi bakıyorlardı. Bunun zoruma gitmediğini söylersem yalan olurdu.
" Merak etmeyin, kendimdeyim." Benim bunu söylemem pek işe yaramamıştı hâlâ bana ürkek bakışlarını atıyorlardı. Tahsin dışında o bana bakmıyordu bile gözü Ahmet'in üzerindeydi. " Ne oldu ona!" Sesi titrek çıkmıştı onun için endişelendiği aşikârdı. " Kendi başına şeytan kefeni yöntemini kullanarak Berzah alemine gitmiş. Onu ormanda başında cini ile yatarken buldum. Gittiği yerde bir şeyler ters gitmiş sanırım."
" Peki senin ormanda ne işin vardı. Burada bağlı değilmiydin!" " Yaralı olmama rağmen sevgili arkadaşını onca yol kucağımda taşıdım ve bir teşekkür bile etmiyorsun!"
" En başında onu öldürmeye çalışmasaydın belki ederdim"
Anlaşılan buradaki işim Ahmet'i ikna etmekle sona ermeyecekti. Normal şartlar altında olsaydı " Hayatta kalmak için gerekeni yaptım!" derdim ama onlara ihtiyacım vardı.
" Yaptığım hatanın farkındayım ve elimden geldiğince telafi etmeye çalışıyorum. Bende oyuna getirildim tıpkı sizler gibi! inan bana dersimi aldım!" Barış onu karşıdaki boş kanepeye oturttu ve hepsi yanına dizildi. Vücut dilinden anladığım kadarı ile acı içindeydi, yine de bana karşı tavrını korumaya çalışıyordu. Anlaşılan yaşananlar onu da güçlendirmişti. Eskiden olsa ufacık bir özür ve pişmanlık dolu bakışlar karşısında hemen yelkenleri indirirdi.
" Nedense sana inanasım gelmiyor yine bir şeyler karıştırıyorsun ve bu sefer tuzakların işe yaramayacak! Bende hatalarımın farkına vardım Ahmet seni sürükleyerek buraya getirdiğinde ondan korkmuştum. Diğerleri gibi ben de ona sırt çevirmiştim ama senin arkadaşın evi başımıza yıkmaya kalktığında o bizim için kendini öne atmaktan çekinmedi. Bizim için bir ifrit ile yüzleşmekten geri durmadı! Sen daha ilk problemde bizi sattın, seni bırakmaları karşılığında onu ölüme zütürmeyi kabul ettin! Şimdi o burada yarı ölü yatarken karşıma geçmiş pişmanım diyorsun ama bu raddede pişmanlığın bir önemi kalmıyor! " Ondan duyduklarım neredeyse beni gerçekten etkilemişti, işler içinden çıkılmaz bir hâl almıştı.
Bu ne ara her şeyi bu denli ciddiye alır olmuştu. En yumuşak başlı olan Tahsin'in bile tavrı buysa diğerlerini ikna etmek sandığımdan çok daha zor olacaktı. Ona uygun cevabı verebilmek için düşünürken merdivenlerin başından gelen hafif öksürük sesi ile oraya döndüm. Hüddam bir elini duvara yaslamış her an yere yığılacakmış gibi görünüyordu.
Anlaşılan Kâbir onu fena hırpalamıştı. Recep ona yardımcı olmak için yerinden kalkacakken boşta olan elini ileri uzatarak ona durmasını işaret etti.
" Ahmet'e bakmam gerek. Yolu açın yeter." Sanırım yolu açmaktan kastı ben ve Hafsanın başından çekilmemizdi. ikiletmeden oturduğum yerden yavaşça kalkıp karşıdaki duvara gittim ve sırtımı duvara yasladım. Bir yerden destek almadan ayakta duramıyordum. Hafsa da Ahmet'in ayak ucuna gidip beklemeye başladı. Hüddam yalpalayarak gelip ahmetin baş ucunda yere diz çöktü ve sağ elini alnına koyup bir şeyler okumaya başladı.
Gözleri kapalı olmasına rağmen göz kapaklarının üstünden irislerinin hareket halinde olduğu anlaşılıyordu. Rüya görür gibiydi bir süre sonra alnından terler akmaya ve kegib nefesler almaya başladı. " Ne yaptın sen oğul!" Hızla gözlerini açıp derin bir nefes aldıktan sonra kurduğu ilk cümle bu olmuştu.
" Bilinçsizce yaptığı ritüel ve Berzah aleminde görmüş olduğu işkence onu bitap düşürmüş. Ruhu bedenine dönmeye güç yettiremeyince arafta kalmış. Bedenine olanları hissedebiliyor bağları kopmamış ama zayıf! Eğer müdeahalede gecikirsek oradan ömür billlah kurtulamaz!"
" Ne gerekiyorsa hemen yapalım hocam, oraya bizim için gitti ondan vaz geçemeyiz!"
Aşırı heyecan yapmış olan Tahsin bir an yerinden kalkmaya tenezzül etse de acı ile inleyerek geri çöktü. Demek Ahmet'in tepkisizliğinin nedeni buymuş. Arafta kalmak kıyamete kadar karanlık ve sessizliğe mahkûm olmak anldıbına gelir. Epey uzun süreli bir işkence!!! -
+15
cinleri davet etmemiz
Gözlerimi açamıyordum ve hiç bir ses duyamıyordum ama beni yerden kaldıran kolları belimde hissedebiliyordum. Şu an nerede olduğumu da algılayamıyordum geri dönmeyi başarabilmişmiydim yoksa hâlâ o alemdemiydim. Bu belirsizlik beni içten içe yiyip bitiriyordu, içimdeki korku umutlarım üzerinde büyük bir baskı kuruyordu.
Beni taşıyan her ne veya her kim ise giderek hızlanıyordu bunu artan sarsıntıdan anlayabiliyordum. Tek istediğim kücücük de olsa bir ip ucuydu güvende olduğuma dair ufacık bir belirti. Yüzüme hafifçe değen rüzgar birden kesilmişti ve ortamın ısısı giderek artıyordu. Bu kapalı bir alana giriş yaptığım anldıbına geliyordu sanırım.
• **
Onur
Elim kolum bağlı sandalyede dururken bütün kemiklerim sızlıyordu. O şerefsiz beni kandırmıştı Ahmetin yerimi alması durumunda beni bırakacağını sanıyordum ancak onun amacı ben de dahil hepimize korkunç işkenceler ederek öldürmek.
Ahmet'in cinlerini benim için gönderdiğini haber aldığı anda bedenimi ele geçirmişti beni o cinlerin önüne attı. Ahmet'e ulaşmak için bir an bile düşünmeden beni sattı. Bedemimin içinde olduğu süreç boyunca kontrol tamamen ondaydı ama bu benim için bir fırsata dönüşmüştü. Kâbir'in düşüncelerini duyabilmeme olanak sağlamıştı, onun gözünde sadece bir yemdim.
Eğer Ahmet'i alabilmeyi başarsaydı benden de kurtulacaktı çünkü ona hiç bir yararım kalmayacaktı. Ama düşmanını hafife almakla büyük bir hata yapmıştı itiraf etmeliyim ki Ahmet'i uzun zamandır tanıyor olmama rağmen yaptıkları benim bile ağzımı açık bırakmıştı.
Emrindeki cinlerde güçlü olunca kesinlikle uğraşmak istemeyeceğim bir düşman olmuştu. Bir yolunu bulup buradan hemen kurtulmalıydım, kaçmayı başaramazssam Kâbir'in bana yaptığı işkenceleri mumla arar hale geleceğime neredeyse emindim. Gerçi bu noktadan sonra huzuru bir daha bulabileceğimi sanmıyordum ama pes etmeye niyetim yoktu.
Bağlı olduğum iplerin sıkılığını kontrol etmek için bir kaç kez sertçe çekiştirdiğimde ipler yerinden bile oynamazken bileklerim felaket bir şekilde acıyordu. Düğümler tahminlerimin çok daha ötesinde sıkılmıştı içimden küfürler savururken bir yandan da ayaklarımı kurtarma çabasına girişmiştim.
Büyük uğraşlar sonucu az da olsa gevşetmeyi başarmıştım. Pantolonun üzerinden bağladıkları için kaymasını sağlayabilmiştim. Sağ ayak bileğimi aşağıya bükerek diğer ayağımla da kalın urganı itmeye başladım. Kolay olmasa da başarmıştım, hızlıca etrafta göz gezdirdikten sonra koşulların uygun olduğuna karar vererek hâlâ bana bağlı olan sandalyenin izin verdiği ölçüde ayağa kalktım.
Bu sandalyeden kurtulmak için onu kırmam gerekiyordu anlaşılan. Bacaklarımı biraz bükerek sıçramak için pozisyon aldım, yapacağım şey canımı çok yakacaktı! Olabildiğince yükseğe ve çapraz bir şekilde geriye doğru zıpladım. Amacım sandalyenin arka ayaklarını kırabileceğim kadar güçlü bir darbe indirebilmekti. Ahşap evde parçalanan sandalyenin sesi yankılanırken acı iniltilerimi ağzımda tutmaya çalışıyordum.
Kırılan sandalyenin bazı parçaları belime ve bacaklarıma saplanmıştı ama hep böyle değilmidir özgürlüğü kazanmak için acı çekmek gerekir. Arkadaşlarımın, daha doğrusu eski arkadaşlarımın kaldığı odadan gelen sesler duyuyordum ama hiç biri dışarıya çıkmıyordu.
Yaşanan bunca olaydan sonra haklı olarak korkuyor olmalıydılar. Yerde duran cam parçalarından birini alarak bileklerimdeki ipi kesmeye başladım. Cam aynı zamanda elimide kesiyordu ama bunu düşünecek vaktim yoktu hızlı olmalıydım, biraz daha beklersem eninde sonunda biri çıkacaktır. iplersen kurtulur kurtulmaz aksayan bacağımla olabildiğince hızlı bir şekilde merdivenlerden aşağıya inmeye başladım. Merdivenler bittiğinde özgürlüğüme açılan kapı tam karşımda duruyordu bir an bile tereddüt etmeden hızlıca kapıyı açıp ormana ilerlemeye başladım eğer köyün içinden gidersem görülme riskim vardı.
Hız kesmeden hemen evin karşısında bulunan ormana daldım köyün etrafından dolaşıp ana yola çıkmalıydım sonrası için de elbet bir çare bulurdum.
• **
Ormanda ilerlemeye başlayalı henüz beş dakika bile olmamıştı ki bir kadın sesi duydum gecenin bu saatinde ormanın içinde olduğuna göre bu normal biri olamazdı. Çalıların arasında kendimi olabildiğince gizlemeye çalışarak sese doğru ilerledim. Mantığım hemen yoluma dönmemi söylese de merakıma yenik düşüyordum.
Sesin kaynağını gördüğümde iyi ki merakım üstün gelmiş diye düşünmeden edemedim. Ahmet'in cinlerinden biri ona adı ile seslenip sarsarak kendine getirmeye çalışıyordu. içinde bulunduğu çukurdan ve üzerinde duran kefenden anladığım kadarı ile şeytan kefeni kullanarak Azrail yokuşuna gitmişti. Bu çocuk tam anlamı ile delirmiş olmalıydı Kâbir'e kendini altın tepside sunmuş.
Onun adına bir felaket olsa da benim işime geliyordu. Eğer şimdi gidip onu kurtarırsam biraz da oyunculuk ile yanında kendime bir yer bulabilirdim. Hemen saklandığım yerden çıktım ve yanlarına gittim. Cin benim orada olduğumu fark eder etmez bir anda karşıma dikildi.
Korkumu gizlemek adına suratımı astım üzgün ve pişman görünmeliydim. Tabi bu arada aklımdan geçenlere de dikkat etmeliydim Kâbire kafa tutmayı göze aldığına göre güç bakımından ondan aşağı kalır yanı yoktur.
" Bırak yardım edeyim, ona yaşattıklarım yüzünden vicdanım beni rahat bırakmıyor! En azından bir faydam dokunursa ondan helallik isteyecek yüzüm olur!"
Yana doğru bir adım attım attığımda cin tekrar önüme geçti, anlaşılan efendisine epey bağlıydı. " Bana izin vermezssen burada can çekişmesini izlemek zorunda kalırsın! Gittiği yerde o şerli kim bilir ne işkenceler yapıyordur! Bunları ben de yaşadım artık Kâbir ile bir bağım yok !"
Hiç bir hamle yapmadan onun tepkisini bekledim. Bir süre gözlerimin içine baktıktan sonra belli belirsiz bir hareket ile yana çekildi. Ona hafifçe başımı eğdikten sonra hemen gidip Ahmet'i kucaklayarak kaldırdım. Teni ölü gibi bembeyaz olmuştu bedeni soğuk ve ağırdı nefes alıp veriş seslerini duymasam öldüğüne yemin edebilirdim.
• **
Onu taşımak her ne kadar canımı yaksa da mecburdum aksayan ayağım ve kopacakmışçasına ağrıyan belimle neredeyse koşarcasına ilerliyordum. Neyse ki ev görünmüştü açık bıraktığım kapıdan içeriye girdiğimde büyük bir hevesle indiğim o merdivenleri kuşku ile geri çıkmaya başladım. Düşmemek için büyük bir çaba sarf ediyordum yaklaşık on bir-on iki merdiven olmasına rağmen oraya çıkmak şu an benim için dağa tırmanmaya eş değerdi.
Üst kata zar zor ulaştığımda Ahmet'i pencerenin altında bulunan eski kanepeye yatırıp başının altına yastıklardan birini koydum. Şimdi yapmam gereken bekleyip olacakları izlemek, pişman görünmek ve doğru kararı verdiğimi ummaktı. -
+12
cinleri davet etmemiz
Kâbir beni ateşe doğru sürüklerken kabilesindeki diğer ifritler ateşin etrafında birer birer belirmeye başlamışlardı. Her şey rüyalarımdaki gibiydi tek fark şu an yaşadıklarım kâbustan ibaret değildi!
Her şey çok netti acıyı hissedebiliyordum durabilmek umudu ile tutunmaya çalıştığım toprak ellerimin arasından kayıp gidiyordu. Bu kuytu ormanı inleten davul sesleri kulağımı doldururken ateşin hemen yanında durdu.
Bulunduğumuz durum onlar için bir tür kutlama gibiydi. Etrafımda dönmeye başlayan şeyler gölge değillerdi hepsinin fiziksel özelliklerini net bir şekilde görebiliyordum. Asimetrik yüzleri siyah diş etleri ve kahverengiye yakın dişleri vardı. Hepsi bana lanetler yağdırıp yüzüme tükürüyorlardı.
Kâbir başımda dikilip olanları büyük bir keyif ile izliyordu. Aslında bu duyguyu biliyordum, Onur'u yakaladığımda bende onun gibiydim, beni yendiğini düşündüğü için üstünlüğünü vurguluyordu. Bu cinniler ile konuşmam mümkün olmayacaktı anlaşılan. Acele edip bir çıkış yolu bulmam gerekiyordu yoksa o rüya gerçeğe dönüşecek ve canlı canlı yakılacaktım!
Bütün sesler bir anda kesildi hepsi birer heykel gibi donup kaldılar. Hareket eden tek kişi Kâbir di tıpkı rüyamdaki gibi elinde asası ile yavaşça bana doğru geliyordu.
Baş ucumda durduğunda asasını kaldırıp büyük bir hız ile göğsüme indirdi. Sivri uçlu odun parçasının vücuduma saplanışını hissettiğimde nefesim kesilmişti. işkence ederken hiç acele etmiyordu. Elde ettiği zaferin tadını çıkarırcasına yavaş ve güçlü bir şekilde asasını daha derine itiyordu.
Acıdan kasılan vücudum işleri daha da zorlaştırıyordu, hareket kabiliyetimi tamamen kaybetmiştim. Bana asırlar gibi gelen sürenin ardından asayı hızla çekip çıkardı, canım tarifi olamayacak kadar acısada sonunda tekrar nefes alabiliyor olmak bir nebze beni rahatlatmıştı.
Açtığı yaranın acısı beynimi ele geçirmişti düzgün düşünemiyordum. Zihnimdeki tek şey katlanılmaz acıydı, refleks olarak elimi yaranın üstüne tuttuğumda bir şey fark ettim. Yara derin olmasına rağmen kanamıyordu! Zihnimde resmen şimşekler çakmıştı nasıl olur da bu detayı atlardım, ben bedenen burada değildim!
Sanırım kurtuluş yolumu bulmuştum. Ruhum burada olsa da maddi bedenim bu alemde değildi ancak hâlâ ona bağlıydım. Eğer bedenim uyanırsa ruhum geri çekilecektir, tıpkı rüyadan uyanmak gibi. Bir şekilde Hafsaya sorun olduğunu belli edebilirsem beni uyandıracaktır ama bunu nasıl yapabilirdim.
Ben çözüm yolu ararken bedenim inanılmaz bir acı ile tekrar kasıldı. Zar zor aralayabildiğim gözlerim bu ızdırabın kaynağını saptamıştı. Kâbir elinde tuttuğu ucu köz halini almış asası ile bana vuruyordu. insanın canını en çok yakan şeyin ateş olduğunu söyleyenler kesinlikle haklıydı. Hayatım boyunca böylesine keskin bir acı hissetmemiştim.
Bütün gücüm ile haykırırken gözlerimin önündeki görüntü kıssa bir anlığına değişti. Uzaklardan gelen cılız bir kadın sesi duydum. Sonrasında ise tekrar bulunduğum mekâna döndüm. Kâbir bana tekrar vurduğunda bu sefer görüntü daha netti kıssa bir anlığına görmüş olsam da burayı tanımıştım ve beni izleyen kehribar rengi gözleri görmüştüm.
Orası Mustafa hocanın evinin yakınında bulunan ormandı ve Hafsa beni uyandırmaya çalışıyordu. Hissettiğim acı azalmaya başladığında tekrar Berzah aleminde bulmuştum kendimi. Sanırım olanları anladım!
" Bütün yapabildiğin bu mu savurduğun onca tehditten sonra, öfkenin şiddeti bu kadarmı!" Zar zor çıkan sesim ile olabildiğince güçlü durmaya çalışıyordum. Eğer planım işe yararsa Kâbir beni buradan kendi elleri ile çıkartacaktı fakat bir terslik olması durumunda çekeceğim azabı misli ile katlamış olacaktım.
Ruhum bedenime bağlı olduğundan buradayken çektiğim acı fiziksel bedenimi de etkiliyor olmalıydı. Acının dozunun artmasını sağlarsam bu bedenimin kasılmasına ve şok etkisi ile uyanmama olanak sağlamalıydı. Şu an tehlikeli bir kumar oynuyordum ancak başka seçeneğim yoktu.
Kelimelerim amacına ulaşmıştı, Kâbir resmen öfkeden kuduruyordu elindeki asayı ateşe tututp sönmeye başlamış olan közü kor alev haline gelinceye kadar ısıttı. " Sana öyle işkenceler edeceğim ki cehennemi mum ile arayacaksın!"
Kor halindeki asasını alıp var gücü ile kalbimin üstüne bastırmaya başladı. Çığlıklarım o kadar yüksekti ki kendi kulaklarım bile acımaya başlamıştı. Göğüsme bastırdığı asa vücudumun üstünde hâlâ yanmaya devam ederken görüşüm buğulanmaya başlamıştı son hatırladığım şey var gücümle bağırmama rağmen kulaklarıma net bir şekilde ulaşan yüksek tiz kahkahalardı. -
+13
cinleri davet etmemiz
Esen sert ve soğuk rüzgarlar ruhumun derinliklerine kadar işliyordu. içimde ki korkuyu bir türlü kenara atamıyordum. Gerçi korkunun ecele faydası yok, buraya gelmek ile çoktan ecelin kollarına atlamıştım.
Bir terslik olması durumunda Hafsa beni uyandıracaktı ama bu beni rahatlatmaya yetmiyordu. Bilmediğim bir alemde ruhların ve ifritlerin arasında geziyordum. Burada her şey çok daha farklıydı o şeyler burada cisimleşmiş halde bulunuyorlardı.
Hepsinin de gözleri üzerimdeydi. Elimden geldiğince onları görmezden gelmeye çalışarak ilerlemeye devam ediyordum. En nihayetinde çorak bölgenin sonu ve ardından yükselen büyük kasvetli orman gözlerimin önündeydi.
Nasıl bildiğim hakkında hiç bir fikrim yoktu ama Kâbiri orada bulacağımı biliyordum. Ormana yaklaştıkça bir şekilde beni çağırıyor gibiydi, ruhumun derinlerinde bir yerde onun çağırısını net olarak duyabiliyordum.
Her bir adımımda bedenimi saran ölüm soğukluğu o kadar tanıdıktı ki beni rahatsız etmiyordu bile. Son bir ay içerisinde o birden çok kez ölümden dönmüştüm, artık bana nefesim den daha yakın geliyordu.
Ormana girmek üzereyken bir an duraksadım. Beni korkutan şey o şerlinin ta kendisiydi. Ölüm sorun olmasa bile benim ölümüm arkadaşlarımı kurtarırmıydı, kan kokusunu almış olan bu sırtlanlar avdan dönermiydi.
Şimdi deneyip görme vaktiydi. Ciğerlerimi yakan bu pis havayı derince soluduktan sonra bir an bile arkama bakmadan ormana daldım. Çünkü eğer tereddüte yenik düşersem yapamayacağımı biliyordum. Bu orman bana yabancı gelmiyordu etraftaki tuhaf sesler, izleniyormuş hissi hepsi çok tanıdıktı!
Gökyüzünden gelen yıldırım benzeri bir ses ile kafamı yukarıya kaldırdım. Bulutların akışı hızlanmıştı ve gökyüzü renk değiştiriyordu. Puslu gri hava yerini ateş kızılına bırakırken hemen önümde büyük bir ateş belirdi!
Korku ile sendeleyip geriye doğru düştüğümde kafamın içindeki bütün parçalar yerine oturmuştu. Olayların başlangıcında rüyamda gördüğüm orman burasıydı.
Rüyamda yaptığı işkenceleri hatırladığımda karnım acı ile kasıldı o izler varlıklarını hatırlatmak istercesine canımı yakıyorlardı. Yaşananların hepsi kegib sahneler halinde gözümde canlanıyordu. Tıpkı bir dejavu gibiydi o anları tekrar tekrar yaşıyordum.
Her şey o kadar hızlı gelişiyordu ki olanlara hiç bir anlam yükleyemiyordum. Ateşin etrafında dönen gölgeler benim sürüklenerek ateşe çekilmem ve Kâbirin gözlerindeki saf öfke hepsi çok gerçekti. Artık çığlıklar atmaya başlamıştım gerçekte yaşanan bir şey olmamasına rağmen zihnimin içinde bitmek bilmeyen bir döngüye yakalanmıştım!
" Dur artık!" Boğazımı delip geçen çığlığım boş ormanda yankılanırken bütün görüntüler başladığı gibi aniden son buldu.
Düzenlemeye çalıştığım nefesim giderek daralırken karşımda onu gördüm hastalıklı bir neşe ile parlayan gözlerini bana dikmişti.
" Durmak? Daha yeni başlıyorum! Beni oyuna getirdin, şimdiyse sıra bende!" -
+18
cinleri davet etmemiz
Dalgınlığım bana ve arkadaşlarıma pahalıya patlayacaktı. Kurtuluşumuz hemen gözümün önündeydi ama ben ellerimin arasından kayıp gitmesine izin vermiştim.
Nasıl bu kadar aptal olabildim. Bazen yaşadıklarımın hepsinin bir ceza olduğunu düşüyordum. Nasıl hak ettim bilmiyorum ama bu Allahın bana verdiği bir ceza olmalı. Doğa bile bana karşıydı azrail'im ile aramdaki duvarı yağmur kırmıştı.
Ne yapacağımı bilmez halde odada bir o yana bir bu yana gidip geliyordum. " Azrail yokuşu!" Birden aklımda beliren bu fikri sesli olarak dışa vurduğumda Hafsa burnumun ucunda belirdi. " Yapma! Bedeli ağır olur, ondan kurtulmak için bu kadar uğraştıktan sonra inine kendi ayaklarınla mı gideceksin!"
Haklıydı ama başka bir seçeneğim yoktu. Elimizdeki bütün kozları zaten kullanmıştık. " Eğer bir şeyler yapmazssam bütün arkadaşlarım aynı kadere mahkum olucak!" " Ateşe körükle gidiyorsun, eğer durmazssan çıkan yangın hepimizi yutacak!"
" Biz çoktan o yangının içine atlamadıkmı! En azından arkadaşlarım için denemeliyim!" " Ben seni korumak için yanındayım! Sen ise ölüme gidişini izlememi istiyorsun!" " Eğer bana yardım edersen ölmem!"
Hafsanın neden şiddetle karşı çıktığını anlayabiliyordum her zaman yaptığı gibi beni korumak için uğraşıyordu. Kaçırdığı nokta ise beni o şerlilerden korusa bile vicdanımla olan savaşımda hiç bir fayda sağlayamazdı.
Yaşanan bunca şeyden sonra Kâbir'in elimizden kurtulmasına izin vermiştim. Bundan sonra başlarına gelecek olan her şeyden ben sorumluydum.
" Gerekli hazırlıkları yapıp oraya gideceğim! Tartışmak boşuna zaman kaybı!"
geri adım atmayacağımı anladığı için daha fazla konuşmaya gerek görmemişti. " Ben gidip abdest alacağım, sende kefeni ve toprağı bul!"
Oraya gitmek için şeytan kefeni denilen yöntemi kullanmam gerekiyordu. Bu yöntem için de ölümünden yedi gün geçmemiş bir büyücü veya musallata uğramış bir insanın kefeni ve ölü toprağı gerekiyordu.
• **
Bütün hazırlıkları tamamladığımızda Ormanın iç kısımlarına gidip çok derin olmayan bir çukur kazmıştım. Bu işi de hallettikten sonra kefeni elime aldım. Yapmak üzere olduğum şeyin tehlikesinin farkındaydım. Azrail yokuşu ilminde ustalaşmış hüddamlar için bile sakıncalıydı.
Bir hüddam olmadığım için geri dönememe ihtimalim vardı.
içimden bir ses yapmamam için haykırıyor da olsa onu dinleyemezdim. Başaramasam bile en azından denemeliydim. elimden geldiğince hızlı bir şekilde kefeni yere serip üstüne uzandım. Kefenden yayılan ölüm kokusunu umursamadan Hafsaya kapatmasını işaret ettim.
Hafsa istemeyerek te olsa dediğimi yaptı Üzerimi tamamen kapattıktan sonra tek görebildiğim beyaz kefenin içine kadar işleyen ayın soluk ışığıydı. Ölü toprağını üstüme dökmeye başladı. Toprağın miktarı fazla olmasada ağırlığı tonlara bedel gibiydi.
Vücudumun her yerinde bu baskıyı hissedebiliyordum.
Nefes almak giderek zorlaşırken gözlerimde bir yanma hissediyordum. Ciğerlerimdeki bütün hava çekiliyor gibiydi bedenen hiç bir tepki veremesemde içimde resmen fırtınalar kopuyordu.
Gözlerim yukarıya doğru kaymaya başlamıştı artık hiç bir şey göremiyordum. Aşırı düzeyde bir korku yaşıyordum bir panik atak gibiydi.
• **
Gözlerimi açtığımda sert rüzgarlar esen, grinin ağırlıkta olduğu puslu bir mekandaydım. Gökyüzü bulutlarla kaplıydı fırtına havasına benziyordu, güneş neredeyse hiç görünmüyordu. Her yerde uzun kurumuş otlar ve kasvetli ormanlar vardı.
Korkak adımlarla ilerlemeye devam ettim bir süre sonra etrafta yankılanan tuhaf bir uğultu duymaya başladım. Kaynağını göremediğim bu ses kulaklarımı tırmalıyordu, aldırmamaya çalışarak ilerlemeye devam ettim.
Etrafında hiç ot bulunmayan kurak bir alana ulaştım. Toprak susuzluktan çatlamıştı ve yürümek gerçekten zordu. Kuru toprağa bata çıka ilerlemeye devam ederken gezinen irili ufaklı bir çok cin gördüm. Hepsinin gözleri benim üstümdeydi.
Herhangi bir saldırıda bulunmuyorlardı ama yanımdan geçip giderlerken sanki en ufak bir boşluk versem üstüme üşüşeceklermiş gibiydi. Onlarla göz teması kurmadan başımı önüme eğip yürümeye devam ettim. Nereye gittiğimi ve Kâbiri nasıl bulacağımı bilmiyordum ama içimden bir ses onun beni çoktan bulduğunu söylüyordu! -
+16
cinleri davet etmemiz
Sonunda Kâbiri yakalamıştım ama bu çok fazla şeye mâl olmuştu. Sırtından yaralanan Tahsin uyuduğumuz odada dinleniyordu. O koca cam parçasını sırtından tam manası ile sökmem gerekmişti.
Attığı çığlıklar hâlâ zihnimde yankılanıyordu. En sonunda acıdan ve yorgunluktan bayılıp kalmıştı. Hafsanın uyguladığı tedaviler sonucunda iyileşmesini umuyordum. Mesut hoca ise bir ifrit tarafından saldırıya uğradığı için büyük ölçüde güçten düşmüştü.
Mustafa hocanın tüm müdeahalelerine rağmen tek yaptığı odasında uzanıp tavanı izlemek bir daha düzelemeyeceği düşüncesi beni çok korkutuyordu. Özellikle yaşadığımız son olaylar göz önüne alınınca, beni afettiğini onun ağzından duyana kadar vicdanım beni rahat bırakmayacaktı.
Mustafa hoca ağır bir hasar almamış olmasına rağmen kendine gelir gelmez Mesut hoca için epey uğraşmıştı bu yüzden dinlenmeye çekilmesi gerekiyordu.
Şimdiyse bütün kâbuslarımın kaynağı ile baş başaydım. Bütün arkadaşlarım Kâbir ile aynı ortamda bulunmayı reddettiğinden dolayaı ona göz kulak olması gereken kişi ben olmuştum. Saatlerdir onunla birlikteydim ve ardı arkası kesilmeyen tehditlerine maruz kalıyordum.
" Beni burada tutamayacağını biliyorsun değil mi! Yaptıklarınızın bedelini ağır ödeyeceksiniz!" Onun bu öfke dolu haykırışlarına karşın sadece suratına bakıyordum. Bu onu daha da kızdırıyordu. istediği korkuyu ona vermediğim için adeta öfkeden kuduruyordu.
" Hepinizi kendi ellerimle parçalayıp leşinizi köpeklere yem edeceğim! Duyuyormusun, cevap ver bana!" Onun sinirlendiğini görmek bir yandan hoşuma gidiyordu ama eğer elimizden kaçırırsak bu tehditleri gerçekleştireceğinden en ufak bir şüphem yoktu.
Şu an karşımda oturan şey kesinlikle gözü dönmüş acımasız bir katildi. " En sona seni bırakacağım! Zavallı arkadaşlarının ve hocanın etlerini kemiklerinden sıyırırken sana izleteceğim!"
" O sefil haykırışları şimdiden duyabiliyorum, onları hemen öldürmem için bana yalvardıklarını duyabiliyorum!" O şey iğrenç hırıltılı sesi ile her zamanki hastalıklı kahkasını atarken daha ne kadar dayanabileceğim hiç bilmiyorum.
Aklında bizim için kurduğu senaryoları ona uygulamak için dayanılmaz bir istek duyuyordum. Beni durduran şey ise en son öfkeme teslim olduğumda başıma, daha doğrusu hepimizin başına açtığım dertlerdi.
Eğer biraz sağ duyu ile düşündeydim Tahsin şimdi sırtındaki kocaman yarık ile yatıyor olmazdı. Mesut hoca da felç gibi yatmak yerine yanımızda olup bana ve arkadaşlarıma her zaman yaptığı gibi güven verirdi.
Kafamı ellerimin arasına almış düşüncelerimden arınmaya çalışırken odanın içi ani bir ışık ile aydınlandı. Ardından kudretli bir gürleme duyuldu. Korku ile irkildiğimde kırık camdan içeriye giren yağmur damlalarını gördüm.
O kadar dalmışım ki şu ana kadar yağan yağmuru bile fark edememiştim. içeriye dolan yağmur damlaları pencerelerin önünde resmen bir gölet oluşturmuştu. Hafsa'ya dönerek pencereleri kapatabileceğimiz bir şeyler bulmasını istedim.
Eli ile oturduğum kanepeyi işaret ediyordu " Aç." sanırım kanepenin içinde işe yarar bir şeyler olduğunu söylemeye çalışıyordu. Hızlıca kapeden kalktım ve oturduğum kısmı kaldırarak altında duran bölmeyi açtım. Orada katlanmış halde duran büyük şeffaf naylonlar vardı. Köyde bazı mahsülleri hasat etmek için kullanılanlardan.
Naylonların uçlarını pencerelerin çerçevelerine sıkıştırarak geçici de olsa bir çözüm sağlamıştım. Biraz oturup dinlenirken odada ki sessizlik dikkatimi çekmişti. Kâbiri kontrol etmek için kafamı çevirdiğimde Onurun bedeni hâla sandalyede bağlıydı ama gözleri kapalıydı ve başı öne eğilmişti.
Düşündüğüm şeyin gerçekleşmemiş olması için Allah'a yalvarırken temkinli adımlar ile onun yanına gidip işaret parmağımla başını kaldırdım. Hiç bir tepki yoktu ufacıkta olsa bir hareket görebilmek umuduyla hafifçe bir kaç tokat attım ama nafile.
O kaçmıştı! Ama nasıl olur etrafına çizdiğimiz çemberin cini orada tutması gerekiyordu. Çemberi kontrol etmek için diz çöktüğümde öylece donup kaldım. Pencereden giren su ahşap zeminde ilerleyerek çemberin içinden geçiyordu. Biriken yağmur suyu çemberi kırmıştı ve o şey artık özgürdü. Hepimiz dallarından kopmuş yapraklar gibiydik ve şu andan itibaren tamamen kader rüzgarının insafına kalmıştık! -
+16 -1
cinleri davet etmemiz
Odamın kapısı tıklandığımda ben hâlâ yaptıklarımı nasıl telafi edeceğimi düşünüyordum. Benden ses çıkmayınca kapı açıldı ve Mustafa hoca içeri girdi " Onur için seans yapacağım Hafsa'nın yardımı gerekli oyüzden senin de gelmen icabediyor." " Mesut hocanın yüzüne bakamıyorum nasıl geçip bir şey olmamış gibi karşısına oturayım hocam!" Mustafa hoca kapıyı kapatıp yanıma geldi ve oturdu.
" Yaptığın büyük yalnıştı oğul ama hocan seni seviyor af dilersen dinleyecektir." Her ne kadar ayak diretsem de Mustafa hocanın ısrarları üzerine odadan çıktım. Onur yine eli kolu bağlı bir şekilde sandalyeye oturtulmuştu.
Benim geldiğimi gördüğünde korku ile yerinde sindi. Ona bakmamaya çalışarak hızlıca arkasına geçip eski kanepeye oturdum. Eğer ona odaklanırsam kendimi tutamazdım.
Hafsa arka çaprazıma geçerek beklemeye başladı. " Onur'u bu kadar kolay bulman beni şaşırttı. Şimdi işimiz daha da zor, oyuncağını elinden aldığımz için o şerli kudurmuş köpek gibi olacaktır." " Hafsanın yönlendirmesi sayesinde onu bulabildim. Kâbir bana gösterdiği rüyada ip uçları bırakmış."
Mustafa hoca elini sakalında gezdirirken derin derin düşünüyordu. Belli ki bu durumda onu rahatsız eden bir şeyler vardı. ikimiz de konuşmadığımız için odada ölüm sessizliği hakimdi. Arada kaçamak bakışlar ile Mesut hocayı kontrol ediyordum.
Her ne kadar gidip elini öpüp özür dilemek istesemde yüzüne bakmaya cesaretim yoktu. Bütün arkadaşlarım benden uzak köşelere geçmişlerdi. Bana çektirdikleri vicdan azabı Kâbir'in eziyetlerinden daha beterdi.
Odada bir kahkaha sesinin duyulması ile ben dahil herkesin dikkati o kahkahanın sahibine yöneldi. Onur kafasını öne eğmiş histerik kahkahalar atıyordu. Kahkaha sesleri giderek yükselirken evdeki camlar teker teker parçalanmaya başlamıştı.
Herkes yerlerinden fırlayarak pencerelerden uzaklaşmıştı. Bende ayağa kalkıp Onur'un önüne geçtim. Bu sırada gözüm kanepenin önünde yerde iki büklüm yatan Tahsin'e takıldı. parçalanan cam parçalarından biri sırtına saplanmıştı!
Hafsaya Onur'u kontrol etmesini söyledikten sonra hemen Tahsin'in yanına koşup ayağa kalkmasına yardımcı oldum. Ben onu diğerlerinin yanına taşırken birden etrafımızı gölgeler sardı.
Göğsümde ve kollarımda keskin bir acı hissettiğimde kafamı eğip göğüsüme baktım kanıyordu!
Etrafımızı saranlardan kurtulmak için adımlarımı hızlandırmaya çalışıyordum ama başarısız olmuştum. Bir şey beni tutuyordu Tahsinin de ağırlığı üzerimde olduğu için dengede durmak giderek zorlaşıyordu. " Hafsa!" Bütün gücümle ondan yardım istemek için bağırdım. Yanında beliren bir kaç cin ile birlikte Hafsa bana ulaşmak için çabalarken ben dizlerimin üstüne çökmüştüm bile. Giderek yükselen kahkahalar eşliğinde Onur Kafasını kaldırdı.
Gözleri kan çanağına dönmüştü. Gözlerinde bulunan bütün damarlar patlayacakmışçasına belirginleşmişti. Hâlâ gülmeye devam ederken kahkahalarının arasından çatallaşmış sesi ile konuştu. " Sizi elimden almaya kimsenin gücü yetmez!"
" Kâbir!" Oyuna gelmiştik! Nasıl oldu da tahmin edemedim. Barındırdığım güç ile kendimden geçerken böylesine önemli bir detayı es geçmiştim. O şerli oyuncağını bu kadar kolay vermezdi. Mustafa hoca hemen Üzerine koştu ama daha ona ulaşamadan yığılıp kaldı.
Onur'un ellerinin ve ayaklarının bağlı olduğu ipler bir anda parlak bir alev ile yandı. Yavaşça ayağa kalkarak yüzündeki zafer edası ile konuşmaya başladı. " Bir kaç çamur yığını beni alt edebilirmi sandınız! ( Ciddi bir ifade takındıktan sonra) Hepinizin eceli ben olacağım! Önümde secde edeceksiniz!"
O ayağa kalktığı sırada Hafsa ve diğer cinler etrafımızdakilerden kurtulup bize ulaşmayı başardılar. Kâbir arkadaşlarıma doğru yöneldiği sırada Mesut hoca ayetel kürsi okuyarak aralarına geçti.
Cin ellerini kullanarak kulaklarını tıkamaya çalışırken bir yandan da deli gibi bağırıyordu. " Kes sesini! Direndiğin her saniye azabını katlıyorsun! Sus artık!" Kâbir bağırdığında Mesut hocanın gözleri kaymaya başladı. Ne kadar direnmeye çalışsada başaramayıp yere yığıldı.
Odadaki herkes çığlık çığlığa bağırırken ben titreyen bacaklarımla ayağa kalktım. " zütürün onu!" Göz ucuyla Tahsin'i işaret ettim. etrafını saran cinlerim Tahsini zütürürken ben Hafsaya küçük bir baş hareketi yaptıktan sonra sarsak adımlar ile Kâbire doğru ilerledim.
Elimi omzuna attığımda hızlı bir hareket ile yüzünü bana döndü. Çok kızmış olduğu net bir şekilde anlaşılıyordu köşeye sıkışmış vahşi bir hayvan gibiydi. Tam elini kaldırmış bana vuracaktı ki Elinde vefkler ile Hafsa yanımızda belirdi. Mustafa hocanın cinleri bana bağladığı gün işler ters giderse diye öğrettiği duayı okurken bütün gücümle onu sandalyeye geri itmeye başladım. Okuduğum dua bana bağlı olan cinleri de etkiliyordu ama şu an bundan daha iyi bir seçeneğim yoktu.
Güçte olsa onu sandalyeye oturtmayı başardığımda Hafsa bir iğne kullanarak hızla vefki onun üzerindeki parçalanmış siyah tişörtün omuz kısmına tutturdu. Ardından onu orada tutmak için gereken son duayı da okudum.
Çatallı ve tiz sesi ile attığı çığlıklar kulaklarımı tırmalarken başarılı olduğumu anladım.
Hafsa etrafımızı saran cinlerden bizi kurtardığı sırada içimden konuşarak Kabiri tutabilmemiz için Mustafa hocanın Onur'a yapacağı seansta kullanmak üzere yazdığı vefki getirmesini istemiştim.
Her ne kadar başta kötü bir hamle yapmış ta olsam şansımın da yardımı ile üstesinden gelmeyi başarmıştım. Aksayarak o şerlinin önğne geldim ve yüzüne doğru eğildim. " Bir müslümanın Allah'tan başkasına secde ettiği nerde görülmüş. Değil sen senin gibi bir ordu dâhi gelse Rabbimin kudretine denk olamazssınız!" -
+15 -1
cinleri davet etmemiz
Onur'a çektireceğim acıların hayalini kurarken yüzümde istemsiz bir gülümseme oluşuyordu. Bana yaşattıklarını telafi etmem gerekiyordu sonuçta.
Öne doğru bir adım atarak baş ucuna çöktüm. Acı içindeki yüzünde ve parçalanmış kıyafetlerinde biraz göz gezdirdim. Kıyafetinin yırtık kısımlarından sızan ince kandan anladığım kadarıyla bu yaralar sürüklenirken açılmıştı.
Eskiden olsa bu haline acıyabilirdim ama artık farklıydım, daha güçlüydüm. " Bu yanınıza kalır mı sanıyorsu... !" cümlesini bitirmesine izin vermeden suratına sağlam bir yumruk geçirdim. O acıdan kıvranırken ben gayet eğleniyordum. " Bahse varmısın !"
Bu cümleyi kurarken suratıma yerleştirdiğim tehditkâr gülümseme görevini yerine getirmiş gibiydi. Yüzündeki katıksız korku kahkaha atma isteği ile dolmama sebep oluyordu. Cinlerin üzerinde kurduğu baskıdan dolayı bayılmış olan Onur'a tam bir tane daha vurmak üzereydim ki elim havada kaldı.
" Kendine gel! Zalimliğe zalimlik ile karşılık varilmez!"
Mesut hoca ona vurmamı engellediğinde büyük bir öfke hissettim. Hafsa hemen yanımda belirerek gözlerini hocaya dikti. Ne yapacağını anlayabiliyordum. Benim öfkem onu da etkiliyordu.
Mesut hocaya doğru ilerlediğinde müdeahale etmedim. Hoca gerilerken tökezleyip sırt üstü düştü. Hafsa henüz durmaya niyetli değil gibiydi. " Söyle dursun artık!"
Tahsinin korkmuş ve tedirgin sesini duyduğumda gözlerimi arkadaşlarıma çevirdim. Hepsinin yüzünde aynı ifade vardı korkuyorlardı. Benden ve yaptıklarımdan korkuyorlardı.
Hafsa gözlerini hocanın üzerine dikmişti hareket etmeden sabit bir şekilde ona bakıyordu Mesut hoca hafif bir şekilde titremeye başlamıştı. " Yeter!" Benim komutumla Mesut hocadan uzaklaşıp yanımdaki yerini aldı ve ellerini önünde bağlayıp başını yere eğdi.
Mesut hoca derin nefesler eşliğinde kendine geldiğinde onu dikkatlice izliyordum. Gözlerinde kesinlikle korku yoktu ancak hayal kırıklığı o kadar netti ki içimde bir yerlerde bir şeyleri kırmıştı.
Hocanın tepkisizliği gözlerimi açmıştı. Ben bu değildim, olamazdım. Beni ve arkadaşlarımı kurtarmak için bu denli çaba veren adamı yerle yeksan etmiştim. Vicdan azabım öyle ağırdı ki altında ezilmeye başlamıştım.
Arkamdan gelen Hafsa ile birlikte Arkadaşlarımın yanına doğru ilerledim niyetim özür dilemekti ama ben yaklaştığımda hepsi kenara çekildi. Aralarında açtıkları boşlukta durup vicdanımı biraz olsun rahatlatacak bir şeyler söylemesi için yalvaran gözler ile Tahsin'e baktım. O bile bana yaklaşmıyordu.
Başımı öne eğererek hızlıca üst kattaki odama çıktım ve kapıyı kapatıp kilitledim. Yalnızca ben ve Hafsa kalmıştık. " Ne yapıyorum ben! Hırsım ne ara vicdanımın önüne geçti! Neden beni durdurmadın!"
" Biz söyleneni yaparız, soru sormayız. Sadece seni korudum. " Aslında Hafsanın hiç bir suçu olmadığını biliyordum ama bu azabı üstümden atmam gerekiyordu.
• **
Tahsin
Ahmet'in yaptıkları resmen kanımı dondurmuştu. Kendinde değil gibiydi gözünü intikam bürümüştü. En yakın arkadaşım bile olsa ondan korkmama sebep olmuştu. Yukarıya çıkmadan önce bana olan bakışlarından yaptığı şeyin korkunçluğunun farkına vardığını anlamıştım.
Ancak yinede ondan korkmama engel olamıyordum. Cinler onu tehlikeli bir hale getirmişti. Mesut hoca her ne kadar onun karşısında güçlü durmaya çalışsada o gittikten sonra tekrar sendeledi.
Hemen koşup Hocanın koluna girdim. Epey solgun görünüyordu ama bunun cin yüzünden olduğunu sanmıyordum. Ahmet'in davranışları onda büyük bir duygusal çöküntü meydana getirmişti. Dik durabilecek kıvama geldiğinde eli ile beni uzaklaştırdıktan sonra teşekkür edip yerde baygın yatan Onur'a yöneldi.
Kendini ayakta tutacak gücü zor buluyor olmasına rağmen onu kucaklayarak yukarı kata yöneldi. Bütün arkadaşlarım onun peşinden yukarıya çıkarken ben öylece kaldım.
Kafamdaki karmaşa çok yoğundu. Çocukluk arkadaşım bizi cinlere satmıştı en iyi arkadaşım da onun yüzünden cinlerle birlik olmuştu. Peki geriye ne kalmıştı, bütün sevdiğim arkadaşlarım ellerimin arasından kayıp giderken sadece izlemek ile yetiniyordum! -
+55
cinleri davet etmemiz
Beyler hemen okumanızı beklemiyorum aq. 30 part var ve 10 part kaldı. Bugün 2 tane daha atayım bırakayım mı yoksa bugün bitireyim mi? Bu arada dediğim gibi reze göre değil şuku ya göre yazıyorum.
Hocanın bana cin bağladığı günden bu yana iki gün geçmişti. Hafsanın sürekli yanımda oluşu dışında bir fark hissetmiyordum.
Rüyalar konusunda Mustafa hoca haklı çıktı yatarken Hafsa başımda bekliyordu ve şimdiye kadar herhangi bir kötü rüya görmemiştim.
Bana bağlı cinlerin olması fikri en başlarda korkutucu gelse de alışmam uzun sürmemişti. Hatta şu an halimden gayet memnun olduğumu söyleyebilirim.
Dün biraz kafa dağıtmak için köyü gezmek istedim evden çıktığımda yalnızdım ama daha sonra yanımda birilerinin varlığını hissettim. Bir şekilde o kişiyi tanıyordumda. Hafsayı gözümle görmesem bile yanımda olduğu zamanlar hissedebiliyordum.
Bana etrafımdaki insanların düşüncelerini fısıldıyordu. Şu an beni rahatsız eden tek şey Mesut hoca ile aramızdaki gerginlik. Olay çoktan yaşanmış bitmiş olsada o hâlâ bana bozuk davranıyordu.
Evin içinde resmen benden kaçıyordu. Karşılaşmamak için özel bir çaba sarf ediyordu. Arada bir yemek için toplandığımız vakitlerde ise odanın bana en uzak köşesine geçip onaylamaz bakışlarını bana yolluyordu.
Hafsa sayesinde benim hakkımda ne düşündüğünü de biliyordum. Kızgınlığının en büyük sebebi onun sözünü çiğnemiş olmam dı. Her ne kadar rahat bit nefes almama en az benim kadar seviniyor olsada ona yaptığımın saygısızlık olduğunu düşünüyordu.
Arkadaşlarım da Tahsin başta olmak üzere bu duruma henüz alışamamışlardı. Her gece yatağa girdiklerinde gözlerini başımda dikilen Hafsa'dan ayırmıyorlardı.
Hatta tahsin bazen uykudan uyanıp onu karşısında gördüğünde çığlık atıyordu.
Hafsa bana her zaman yanımda olacaklarını ve gerektiğinde beni koruyacaklarını söylemişti. Ona bunu yapıyor olmalarının nedenini sorduğumda ise "müslüman olduğumuz için her ne yaparsak Allah rızası için yaparız " diyerek karşılık vermişti.
Onunla Onur hakkında da konuşmuştum. Onur'u sakladıklarını ama eğer istersem onu bulmak için ellerinden geleni yapacaklarını söyledi. Onu bulmak istiyordum çünkü yaptıklarının bedelini bir şekilde ona ödetmeliydim. Şimdi elimde bunu yapabilecek gücü barındırıyordum.
Bu sefer elimden kurtulamayacaktı. Yapacaklarımdan zerre çekincem yoktu. ilk başlarda vicdanım beni baskı altına almış olsa da bana büyü yaptırdığını öğrendiğim gün içimde en ufak bir acıma bile kalmamıştı.
Şimdi ise yanımda duran Hafsaya dönerek ilk isteğimi belirttim." Onu bulup bana getirin. Hesap vermesini istiyorum!" Hafsa hafif bir baş hareketi ile beni onayladıktan sonra gözlerini boşluğa dikip bir şeyler fısıldamaya başladı.
"Bulmak için yola çıktılar. Seni uyarmam gerek. Onu buraya getirmek Kâbiri daha da kızdıracaktır. O insanı tamamen sahiplenmiş."
" Onur onların yanında kaldıkça bizim için daha tehlikeli bir hâl alabilir sonuçta hepimizi çok iyi tanıyor. En büyük korkularımızı biliyor. Bize karşı kullanması işten bile değil. Rüyamda en çok korktuğum iki şey ile saldırdılar. Yanlızlık ve karanlık. "
Rüyamdan bahsettiğimde genelde ifadesiz olan yüzünde ufak ta olsa bir neşe gördüm. " Neden gülümsedin ?"
" Rüyan bize yarar sağlayabilir. Kâbirin sana göstermiş olduğu bir rüya olduğu için seni çekmeye çalıştığı yeri göstermiş olabilir. Onur'u da orada tutuyor olabilir."
Düşününce mantıklı gelmişti. Sonuçta kendimi ona teslim etmem ile ilgili bir şeyler söylemişti. Rüyamın detaylarını hatırlamaya çalıştığımda aklıma bir fikir geldi. " Dere!" O dereyi daha önce de görmüştüm.
Onur'un kaçırıldığı gün ormanda geçirdiğimiz zamanı hatırladım. Ormanın iç kısımlarındaki dere rüyamda gördüğüm yer di. " Ormandaki dereyi kontrol edin!" Sanırım bir şeyler bulmuştuk. Verdiğim komut ile birlikte Hafsa bir anda yok oldu.
• **
Hafsa gideli yaklaşık yarım saat olmuştu hava kararmaya başlamıştı. Ben heyecan ve meraktan yerimde duramıyordum. Odada bir o yana bir bu yana volta atarken kulaklarımı dışardan gelen çığlık sesleri doldurdu.
Hemen koşup pencereden dışarı baktım. Bu oydu Onur sırt üstü bir şekilde ormandan sürüklenerek getiriliyordu. Onu tutanlar görünmüyordu ama havadaki ayaklarından anladığım kadarı ile onu ayaklarından tutup çekiyorlardı.
Saniyeler içerisinde evin kapısı büyük bir gürültü ile açıldı ve Onur'un çığlıkları evin içinde yankılanmaya başladı. Koşarak odadan çıktım ve aşağı kata indim. Yerde kurtulmak için çırpınan Onurun gözlerindeki korku içime resmen serin sular serpiyordu.
Bana bunları yapan kişinin acizliğini seyretmek hoşuma gitmişti. Ayaklarımın ucunda çaresizce yatan bedene odaklanmışken arkamdan yükselen hayret dolu nidalar ile evdeki herkesin buraya toplandığını anlamıştım.
Şimdi ödeşme vakti !! -
+14
cinleri davet etmemiz
Hocanın sözleri karşısında hiç bir tepki veremiyordum. O korkunç rüyanın akıbeti belli olmuştu. Düşünebildiğim tek şey bundan sonra tüm gecelerimin böyle mi geçeceğiydi.
Sadece bu rüyaların devamlılığını düşünmek bile delirecek gibi olmamı sağlıyordu. Bütün bunların bir sonu varmıydı varsa da ben görebilirmiydim bilmiyorum.
" Ama siz onu kurtarabilirsiniz değilmi hocam? "
Tahsinin sorusuna karşılık Mustafa hoca olumsuz anlamda başını hafifçe salladı. " Tek başıma yapamam. Bu ifritlerin gözü dönmüş." Hocanın suratındaki tereddütten anladığım kadarıyla aklında pekte hoş olmayan bir fikir vardı. Konuşmaya devam etmesi için hiç bir tepki vermedim. " Sana cin bağlayacağız oğul. Ateşe ancak ateşle karşılık verilir!"
Herkes ağzı bir karış açık Mustafa hocanın suratına bakarken birden içeriye Mesut hoca daldı. " Katiyen olmaz, buraya cinlerden kurtulmaya geldik sen ebediyen onlarla yaşamasını istiyorsun!" Sanırım bir süredir kapıda bizi dinliyordu.
" Bende keyfimden istemiyorum hoca. Gencecik çocuğun günden güne erimesini izlemek mi istiyorsun!" Son kurduğu cümle ile Mesut hocayı biraz sakinleştirmeyi başarmıştı ama hâlâ izin vermeye niyetli görünmüyordu. " Yapalım hocam, ben kabul ediyorum!"
itiraz kabul etmeyeceğimi sonuna doğru yükselttiğim sesimle vurgulamaya çalışmıştım. Mesut hocanın küplere binmiş olmasından mesajı anladığı belliydi. Söylene söylene odadan çıkan hoca kendi odasına gidip kapıyı sertçe kapattı.
Ben de meraklı değildim ömrüm boyunca onlarla yaşamaya ama kurtulmanın tek yolu buysa doğal olarak başka seçeneğim kalmıyordu. " Kalk bir abdest al oğlum hemen gereğini yapmamız lazım!"
Arkadaşlarımın inanmaz bakışları arasında odadan çıkıp alt kata indim. Bundan sonra hayatım hiç normale dönemeyecekti.
• **
Abdestimi alıp tekrar yukarıya döndüğümde geçen sefer o şerlileri çağırdığımız odanın açık duran kapısından içeri girdim. Arkamdan gelen Tahsin de tam odaya girmek üzereydi ki Hafsa birden önünde belirip onu durdurdu. Tahsin korku ile irkilip bir adım geri attı.
" Ahmet yalnız gelecek oğul sen var git odana." Mustafa hoca gözünü acele ile bir şeyler karıştırdığı kaptan ayırmadan konuşmuştu. Tahsin bir Hafsaya bir de bana baktıktan sonra hiç bir şey demeden asık suratı ile dönüp gitti ve kapının biraz ilerisinde duran kanepeye oturup kollarını birbirine bağladı. Aynen küçük bir çocuk gibiydi.
Hafsa hafif bir el hareketi ile kapıyı kapattıktan sonra ağır adımlar ile Mustafa hocanın yanına ilerledi. Ben de gidip hocanın karşısında yerimi aldım ve bağdaş kurdum. " Elini uzat."
Biraz tereddütte kalsam da elimi hocaya uzattım eline aldığı iğne ile parmağımda küçük delik açtı. Hissettiğim ince sızı ile suratım kasılmıştı. Üç damla kanı önünde duran kaba damlattı. Ardından hazırlamış olduğu vefklerden birini alıp parmağımı üzerinde gezdirerek ona da kan bulaşmasını sağladı.
" Şimdi sana vereceğim duayı okuduktan sonra kağıdını yakıp bu kabın içine atacaksın oğul." Hoca kağıdı ve yakıp eski tip bir şamdana tutturmuş olduğu mumu bana uzattı. Elinden onları alıp mumu önüme koydum. Duayı okumaya başlamadan önce " Bunun geri dönüşü yokmudur! " diyerek kafamı kurcalayan o soruyu sordum.
" Maselesef yoktur. Dikkat etmen gereken hususlar var oğlum. Ne yaparsan yap korkunu belli etme yoksa işler ters tepebilir. Ayrıca aklına esen her şey için onlardan yardım isteme kızmalarına sebebiyet verebilir." Aslında hoca bunları söyleyene dek çok bir korkum yoktu. Sesli bir şekilde yutkunduktan sonra gözlerimi elimde duran kağıda çevirip morumsu rengi olan mürekkep yazısını okumaya başladım.
Okudukça dilim pelktekleşiyor ve beynim karıncalanıyordu. sonlara yaklaştığımda göğsümde büyük bir baskı hissetmeye ve fısıltılar duymaya başladım. Gelmişlerdi odada dolaşan gölgemsi bedenleri görebiliyordum. Benim etrafımda daire şeklinde dönüyorlardı ve fısıldaşıyorlardı.
Kendi aralarında konuşuyor gibiydiler. En sonunda duayı okumayı bitirdiğimde hızlıca kağıdı muma tutup yaktım ve karışımın içine attım. Alev birden öylesine parladı ki sanki odanın içinde şimşekler çakıyordu.
Mustafa hoca bu yükselen aleve yazdığı vefkleri de attığında ateş yükseldiği hızda geri söndü. Artık kaptan sadece dumanlar yükseliyordu. Hafsa Mustafa hocanın yanından ayrılıp benim yanıma geçti ve hafif bir baş hareketi yaptıktan sonra üç kere " Esselamu aleyküm ve rahmetüllahu" diyerek beni selamladı. Ardından etrafımdaki bütün gölgeler dönmeyi bırakıp Hafsa ile aynı şekilde beni selamladılar.
" Selam almak farzdır oğul durma." Mustafa hoca yüzünde tebessüm ile konuştuğunda her şeyin yolunda gittiğini anladım.
" Vealeykümü-s selam ve rahmetullah" Ben de aynı şekilde üç kere selamlarına karşılık verdiğimde tekrar hafifçe başlarını eğdikten sonra Hafsa dışında hepsi kayboldu.
O hâlâ yanımdaydı ve bana bakıyordu.
" Ben dahil kabilem emrindedir." -
+19
cinleri davet etmemiz
En büyük korkum her yanımı kuşatmıştı. Ama bir farklılık vardı korkumun gözlerinin içine bakarken benim olabileceğimden daha güçlüydüm. Zifiri karanlığın içinde yalnız dolaşırken neler olduğunu anlamaya çalışıyordum. Ölmüşmüydüm?
Diğer dünya bundan mı ibaretti soğuk ve karanlık! Nereye gittiğimi bilmeden ilerliyordum. Görünen bir ışık veya ses yoktu, fazla sessizliğin insan akıl sağlığı için iyi olmadığını söyleyenler sanırım haklıydı.
Burada yalnız hissediyordum ve gerçekten deliliğin sınırlarında geziyordum. Bu işkenceden farksız dı kim bilir ne zamandır yürüyordum susuzluk boğazımı kavururken bacaklarım da artık dayanamıyordu.
içimdeki umut kırılmamak konusunda kararlı olsa da bedenimdeki her bir hücre isyan bayrağını çoktan çekmişti bile. Ne yapacağımı bilmiyordum, nasıl dayanacağımı bilmiyordum bildiğim tek şey bir an önce bulunduğum durumdan kurtulmak istediğimdi.
Bir süre daha titreyen bacaklarımla yürümeye devam ettikten sonra artık sürünmeye başlamıştım. Umutlarım yerini tükenmişliğe bırakmaya hazırlanırken bir şey oldu.
Yer sallanmaya başladı saniyeler içinde zifiri karanlığı bıçak gibi yaran kör edici bir ışık dört bir yanı kuşattı. En nihayetinde bir ses duydum derinlerden gelen puslu bir ses. Ruhumun en ücra köşelerine kadar işliyordu. Gözlerimi açmaya çalışıyordum ama mümkünmüş gibi git gide artan parlaklık buna izin vermiyordu.
Parlaklık arttıkça ses daha yakın ve güçlü gelmeye başlıyordu. Işık gözlerimin kapalı olmasına rağmen göz kapaklarımdan içeri sızmayı başarıyordu. Bu canımı o kadar yakıyordu ki çığlıklarım bu boş mekânı titretiyordu.
Çığlıklarımın arasından kulaklarıma ulaşan gür sesi en sonunda tanıyabilmiştim. Bu ezan sesiydi!
• **
Derin bir nefes eşliğinde gözlerimi açtığımda kendimi odada buldum sabah ezanı okunuyordu! Bütün arkadaşlarım başıma toplanmış bir şeyler söylüyorlardı. Onları görmemle içime dolan sevinç kelimelere sığamayacak cinstendi. Yaşadığım onca korkunç olay rüyamın içinde gördüğüm bir rüyadan ibaretmiş.
Ayağa fırlayıp bana en yakında duran Tahsine sarıldığımda şaşırdığı anlık tepkisizliğinden anlaşılabiliyordu. Kendine geldiğinde o da sarılmama karşılık verdikten sonra geri çekildik.
" Bu ne sevgi rüyanda mı gördün. " " Evet, başın bedeninde değildi! "
Aldığı cevaptan sonra bir anda gülen yüzü düştü ve elini boynuna zütürdü. Sanırım o sahneyi hayal etmişti.
" Siz neden başımda toplandınız? " Cevap yine Tahsinden gelmişti. " Çünkü yaklaşık on dakikadır çığlık atıp tepiniyordun seni o kadar sarsmamıza rağmen uyanmadın. Uyku faslımı berbat ettin. " Her zaman ki gibi kendince espiri yapmaya çalışmıştı sanırım. Ama olsun başsız bir bedendense ağzını bir türlü kapatamayan bu insanı tercih ediyordum. Biz kendi aramızda sohbet ederken kapı birden açıldı ve içeriye Mustafa hoca girdi.
" Sana büyü yapmışlar oğul! "
Hocanın girer girmez kurduğu bü cümle ve kireç kesmiş suratı neşeli ortama bomba gibi düşmüştü.
" Sen Onur'la kavga ettiğin sırada saçından almayı başarmış. Cinler onu kullanarak sana büyü yapmışlar seni delirtmek için ellerinden geleni yapacaklar! " -
+22
cinleri davet etmemiz
3 part birden atayım o zaman.
Yerde kanlar içinde yatan Hafsa'nın cansız bedenini çiğneyip geçen Kâbir yavaşça bana doğru geliyordu. Kendinden o kadar emindi ki hiç acele etmiyordu. Zaferini ilan ediyor gibiydi.
Hâlâ Hafsa'nın cansız bedeninden gözlerimi ayıramazken kaçmak için çaba sarfetmiyordum bile. Ölenin o olması mı gerekiyordu, hiç bir zorunluluğu ve suçu yokken benim için kavga etti ve bir an bile tereddüt etmeden canını verdi! Hayır bu böyle olmamalıydı!
Cin dibime kadar gelmişken son bir gayret ile kapı eşiğinden içeri süründüm. Mustafa hocanın evine onun gibiler izin verilmedikçe giremezdi. içeriye tamamen girmeyi başardığımda yalnız olmadığımızı hissediyordum ikimizden başka biri bu olayı izliyordu.
Ancak bu beni rahtlatmamış aksine daha da germişti. Kâbir eşiğe geldiğinde durup hareketsizce beni izlemeye başladı. Arkamdan duyduğum belli belirsiz adım sesleri ile ikimiz de o yöne baktık.
Gelen Mustafa hocaydı arkasından vuran gaz lambasının loş sarı ışığı sayesinde sadece karanlık bir silüet görünüyordu. O sakin adımlarla aşağı kata inerken ben kendimi tutamayarak ağlamaya başladım.
" Y-yardım et! ( Hıçkırıklarımın arasında çıkan güçsüz ve boğuk sesim ile) Hafsa öldü, beni korumaya çalışırken öldürdü onu! "
Hoca aşağı kata indiğinde ay ışığının yardımı ile yüzünü gördüm elinde tuttuğu kahve rengi bez çuvaldan yere kan damlıyordu. Gözleri yuvalarından çıkacakmışcasına açıktı. " Biliyorum! Ama bir yanlışın var onu sen öldürdün sen olmasan hepsi yaşıyor olurdu! "
" Hepsi mi! "
Elinde duran çuvalı sert bir hareket ile savurduğunda çuval ahşap duvara çarpıp yere düştü. Ardından Tahsin'in kegib başı önüme yuvarlandı. Son nefesindeki dehşetin izleri sıcaklığını kaybetmiş solgun teninde duruyordu. Gözlerindeki insanın içini ısıtan umut dolu bakışlar şimdi ölümün soğukluğunu taşıyor ve beni iliklerime kadar titretiyordu.
Mustafa hoca ağır hareketlerle gelip çuvalı kaldırıp ters çevirerek içindeki bütün bedensiz başları önüme serdiğinde hiç bir tepki veremiyordum. Sadece arkadaşlarımın ve hocamın başlarına bakıyordum.
Beraber geçirdiğimiz bütün günler gözümün önüne geliyordu. Yurtta yaşadığımız berbat günlerde birbirimize verdiğimiz yalandan teselliler. Mesut hocanın bizim için çırpınışları, Tahsin'in kendi korkularını unutup bizim neşelenmemiz için yaptığı espirileri.
Bunlar bana ağır geliyordu, kaldırabileceğiminden çok daha fazla. Ruhumun parçalara ayrıldığını hissediyordum içimde bana dair kalan her şey yok oluyordu sevgi, merhamet, neşe hepsi gitmişti. Artık yaşamanın bir önemi yoktu bedenim tek bir şey için yanıp tutuşuyordu. Tek istediğim intikam dı bunu yapan kişiyi parçalara ayırmak istiyordum. içimde yanan ateş dışarı çıkmak için bedenimi zorluyordu.
" Çok mu üzüldün! (Histerik bir kahkahanın ardından) merak etme seni yalnız bırakmak niyetinde değilim! " Kuşağından çıkardığı büyük bir hançer ile üzerime yürümeye başladı. Kapıda duran cin büyük bir zevk ile bizi izliyor ve iğrenç tiz kahkahalar atıyordu. Hüddam hançerini havaya kaldırmıştı ki bütün gücüm ve hırsım ile üzerine atladım adam benim iki katım kadardı ama öfke ve intikam gözümü döndürmüştü. Ölümden korkmuyordum.
Hançeri tutan elini yakaladığımda büyük bir kuvvet uygulayarak elimi büktü. Ardından duyulan çatırdama sesi kırılan bileğimden gelmişti ama umursamadım acıyı hissetmiyordum bile. Hâlâ onu tutmaya çalışıyordum.
Sert bir hareket ile beni geriye itip hançer ile kolumda derin bir kegib açtı. Bu zaten sınırlarımı çoktan aşmış olan öfkemi daha da katladı. Kendi kanının kokusunu alan yaralı bir hayvan gibiydim.
Bütün gücümle diz kapağına bir tekme atıp yere düşmesini sağladım aşırı bir hız ve güç ile hançeri elinden aldığım gibi bir an bile duraksamadan kalbine sapladım. Ete giren hançerin çıkardığı ses kulaklarıma müzik gibi gelmişti. Dudaklarının arasından çıkan boğuk inilti ile gözleri iyice açıldı.
Ağzından fışkıran kanlar eşliğinde son nefesini verirken durmaya niyetim yoktu. Hançeri çevirerek göğsünden çıkardım ve tekrar sapladım tekrar, tekrar ve tekrar. Artık kahkahalar atıyordum gerçekten hoşuma gidiyordu. Canını aldığı her bir arkadaşım için daha sert saplıyordum.
En sonunda hırsımı alıp yorulduğumda üzerinden çekildim ve hemen yan tarafına devrildim. Gülmeye devam ederken benim sesime karışan diğer kahkahalar ile kendime geldim daha işim bitmemeşiti.
Yerden hızlıca kalkıp o şeyin üzerine doğru koşmaya başladım. Kaçmıyor veya herhangi bir girişimde bulunmuyordu. Onun yanına vardığım sırada ayaklarım ilerlemeyi kesti ve ona doğrulttuğum hançeri kendime çevirdim.
Bunların hiç birini isteyerek yapmıyordum o beni kontrol ediyordu. Birden dizlerimin bağı çözüldü ve yere çöktüm sanırım bu yolun sonunuydu ölümden zerre korkum yoktu ama o yaratığa zarar verememiş olmak beni kahrediyordu. Her ne kadar dirensemde ellerimin boğazıma ilerleyişini durduramıyordum.
Soğuk çelik boğazım ile buluştuğunda nefesim kesildi ve vücudum titremeye başladı gözlerim kapanmadan önce gördüğüm son şey Kâbir'in gülümsemesiydi. " En başında direnmesen ölen sadece sen olurdun. " -
+21
cinleri davet etmemiz
Onur'un ortadan kaybolmasının ardından yaklaşık beş saat geçmişti saat gece ikiye yaklaşıyordu. Bana hazırlanan yatakta uzanmış öylece tavanı izliyor ve yaşananları düşünüyordum.
Mustafa hocanın dediğine göre cinlerin vesvesesi yüzünden öyle davranmışım. Belki biraz hakkı vardı ama bunu yapmamın asıl nedeni vesveseler değildi. Derinlerde bir yerde ben de bunu istemiştim. Hemde olayların başladığı ilk günden itibaren.
Şu an yaptığım şeyden pişman olup olmadığıma emin değildim. Bir yanım Onur'un başına gelenleri sonuna kadar hak ettiğini söylese de kanlar içindeki yüzü aklımdan bir türlü çıkmıyordu. Şu an uyanık olmamın yegane sebebiydi.
Ona saldırdığım zaman ilk başta kontrolü kaybetmiştim ancak daha yere damlayan ilk kanda kendime gelmiştim. Yinede durmadım, durmayı istemedim. Yaptığı her şeyin hesabını bu şekilde ödetmek istedim. Asıl problem o durumdan zevk almış olmam dı durmak zorunda olmamak engelenememek hoşuma gitmişti.
Vicdan mukayesemin içinden çıkamayacağımı anlayınca düşünmekten vaz geçmiştim. Boş vermek en iyisiydi bu durumda. Zaten her şey olacağına varmıyormuydu! Hem belki onu zütürdükleri için biz kurtulurduk da. Sonuçta artık Onur işlerine yaramaz, onu sağ tutmaları için bir neden yok.
Ama içimden bir ses Onur'u zütürmüş olmalarının kurtuluşumuz için yeterli olmayacağını söylüyordu. Kaçırılmadan önce gülümsüyordu hatta teşekkür bile etmişti. Yaklaşık yarım saat bu düşüncelerle boğuştuktan sonra göz kapaklarım ağır gelmişti ve uykuya daldım.
• **
Sisli karanlık bir ormanda dolaşıyordum. Normalde karanlıktan hoşlanmazdım ancak burada farklı bir durum söz konusuydu. Karanlık beni rahatlatıyordu, dünyanın sorunlarına ve korkularına göz yumabilmemi sağlıyordu. Sanki karanlığın dışına çıkarsam aydınlıkta bekleyen sorunlar üzerime çullanıp beni boğacak gibiydi.
Ormanda huzurla yürümeye devam ederken küçür bir dereye rastladım. Derenin kenarına diz çöküp serin suyu avuçlarımın arasına aldım ve kana kana içtim. Su bana çok iyi gelmişti her bir yudumda içim daha da ferahlamıştı. Avuçlarıma biraz daha su alıp yüzümü yıkadım.
Ayağa kalkmak üzereydim ki sol tarafımdan bir çığlık yükseldi. içimdeki tüm huzur yerini katıksız bir korkuya bırakırken kalbim boğazımda atıyordu. Yakınımda bir şeylerin varlığını hissediyordum. Kafamı yavaşça sesin geldiği yöne çevirdiğimde tam karşımda bir mağara gördüm. Dolunayın altında tüm kudreti ile yükseliyordu.
Çığlığın kaynağı orasıydı ve içinde belli belirsiz bir ışık vardı. Bütün iç güdülerim arkamı dönüp gücümün yettiğince koşmam için haykırsa da kendime engel olamıyordum. Beni oraya yönlendiren şey kesinlikle irademden daha güçlüydü. Ayak sürüterek mağaraya doğru ilerlemeye başladım.
Her bir adım sona yaklaştığımın habercisi gibiydi. Ölümün uğursuz soğukluğu tüm bedenimi sarmıştı. Bu fikre nereden kapıldım bilmiyorum ama o mağaraya girmenin benim sonum olacağını biliyordum.
Artık iyice yaklaşmıştım, nefesim daralıyor ve gözlerim yanıyordu. Mağaranın içinden yanık et kokusu geliyordu. Girişine geldiğimde ise uzaktan görülen o loş ışığın ateş olduğunu anlamıştım. Bir adım daha attığımda yanık et kokusunun da kaynağını öğrendim.
Atşenin hemen önünde yarı çıplak yatan Onur'un başında kıssa boylu cübbeli bir şey vardı. Ateşin içinden çıkardığı ak kor halindeki demir sopayı onun göğüsünden başlayarak boylu boyunca gövdesinde gezdirdi.
Onurun acı haykırışları mağarayı inletirken o şey kahkalarla gülüyordu. Ağlayarak durması için yalvaran Onur'u duymuyormuş gibi hiç bir tepki vermiyordu. Onurun yüzüne doğru epilip bir şeyler fısıldadığında hızlı bir hareketle bana döndü.
Bu Kâbir di! Ben daha kımıldamaya fırsat bulamadan burnumun ucunda belirmişti. Elindeki demir sopayla bana vurmaya hazırlanırken tanıdık bir ses duymamla irkildim.
• **
Gözlerimi açtığımda önümde uzanan kasvetli ormanı gördüm. Neler döndüğünü anlamam uzun sürmedi. Rüyamda bana sahte bir huzur verirken buraya kadar sürüklemişlerdi. Evin karşısındaki ormana gelmiştim. Uyanmakta biraz daha geç kalsam ormanın içine girmiş olacaktım.
Hafsanın "Kaç!" diyen korku dolu sesini duyduğum da gözlerim hemen karşımda duran ormanda bana bakan ateş kırmızısı gözlerle buluştu. Korkudan donup kalmıştım parmağımı bile oynatamıyordum.
Gözler bana yaklaşırken Hafsa aramıza girdi. Bana sert bir tokat attığında biraz geriledim ve kendime geldim. O şerli hızlanarak üzerime gelmeye başladığında Hafsa önüne geçip onu omuzlarından kavradı. Benim için onunla kavga ediyordu! Hemen bağırarak eve koşmaya başladım.
"Mustafa hoca! Yardım et! "
Bildiğim bütün duaları okuyarak tüm hızımla eve koşuyordum. Kapı eşiğine vardığımda tiz bir kadın çığlığı duydum. Aklıma gelen şeyle gözlerim dolmaya başladı ve yere düştüm. Düşündüklerimin gerçek olmaması için dua ederek kafamı arkama çevirdiğimde dünyam başıma yıkıldı. Hafsa yerde yatıyordu ve bulunduğu kısım kan gölüne dönmüştü. O, o beni korurken öldürülmüştü!! -
+21
cinleri davet etmemiz
ONUR
Son günlerde yaşanan olaylar pgibolojimi tamamen harap etmişti. Arkadaşlarımdan da destek bulamıyordum çünkü başlarına gelen her şeyin benim yüzümden olduğunu düşünüyorlardı.
Oysa ki bu hepimizin ortak hatasıydı kitabı getiren ben olabilirim ancak Ahmet dışında hepimiz okumayı istedik. Ahmeti de hep beraber ikna ettik. ironiktir ki okumamak konusunda direten kişi ritüeli yapmıştı.
Ritüeli tamamladıklarında cinin gelmediğini düşündüler ama o gelmişti ben bir mumun üzerinde onun dumansı bedenini görmüştüm. O şey kitaptan yönergelerle oluşturduğumuz çemberin bozulmasını bekliyordu ben bunu anlamıştım çünkü dedem sayesinde daha önce böyle durumlarla karşılaşmıştım.
Yaratık bizim bilinçsiz ve güçsüz olduğumuzu biliyordu. Çemberden kurtulduğu anda üstümüze saldıracaktı. Bende hem arkadaşlarım hemde kendim için onlar çemberi kırmadan önce cinin beden bulduğu ateşi söndürdüm.
Bunun sadece onu kaçıracağını sanıyordum ama yanılmıştım. Bu hatanın bedelini ağır ödeyecektik. O gün cin bedenime girdiğinde zihnimde konuşmalarını duyuyordum. Ölümüne sebep olduğum cin kabilelerinin önde gelen ifritlerinden Kâbir'in kardeşiymiş.
Kâbir'in kardeşinin canına karşılık bizden birini almadan durmayacaklarını söylüyorlardı. Vücudum Ahmet'e doğru ilerlerken onun gözlerindeki korkuyu gördüm, vücudumu durdurmaya çalışıyordum ama başaramıyordum bedenimdeki şerliler çok güçlüydü. Zihnim korkunun da etkisi ile zayıf düşüyordu.
Her ne kadar onu sevmesem de ölümünü seyretmek istemiyordum, içimde haykırarak ağlıyordum ama bunun hiç bir şeye faydası olmuyordu. Onu nasıl öldüreceklerini zevkle birbirlerine anlatırlarken elimden hiç bir şeyin gelmiyor oluşu beni çıldırtıyordu. Bedenim ona iyice yaklaştığı sırada Ahmet'in okuduğu dualar işe yaradı. O mahlukların acı dolu haykırışlarını duyabiliyordum, okunan sureler onları yakıyordu.
En nihayetinde acıya dayanamayarak vücudumu terk etmek zorunda kaldılar, giderken içlerinden biri "Bitmedi! " dedi benim ağızımı kullanarak. Bu konuda ciddi olduğunu tüm benliğim ile hissetmiştim, bu daha başlangıçtı.
Mesut hoca beni düzelttikten sonra bayıldığımda onların sandığının aksine kurtulmamıştım.
Ruhum onların alemindeydi. Gökyüzünün kızıl olduğu bir ormandaydım her yer göz alabildiğine simsiyahtı, neredeyse başka bir renk yoktu. Ellerim ve ayaklarım bağlı olarak yerde yatıyordum. Etrafımda dumansı bedenleri ile bir sürü cin dönüyordu ve her biri bana lanetler yağdırıyordu. Hissettiğim korkunun tarifi olamazdı.
Aralarından çıkan kıssa boylu cübbeli bir cin elinde tuttuğu ağaç dalından asa ile ağır ağır yürüyerek yanıma geldi. Baş ucuma geldiğinde asasını havaya kaldırdı, etrafta dönen bütün cinler bir anda durdu ve başımda duran yaratık kaldırdığı asayı bütün gücüyle kaburgalarıma indirdi. Hissettiğim acı uç noktalardaydı ve dalgalar halinde bütün vücuduma yayılıyordu.
Ağzımdan kontrolüm dışında acı bir çığlık firar ettiğinde hepsi kahkahalarla gülüyorlardı avını parçalamak üzere olan sırtlanlar gibiydiler. Sonra tekrar vurdu daha sert bir şekilde, tekrar ve tekrar.
Hastalıklı kahkahaları kulaklarımı doldururken kurtulmak için dua etmek istiyordum ama her hücremi etkisi altına alan ölüm korkusundan aklıma hiç bir şey gelmiyordu.
Karşımda dikilen cin asasını tekrar havaya kaldırdı ve kendi dillerinde bir şeyler söyledi. Hemen ardından havaya kaldırmış olduğu asasının ucundan kıvılcımlar çıkmaya başladı. Bu sefer vurmak yerine sadece karnıma dokundurdu asayı.
Beni canlı canlı yakıyordu! Öyle bağırıyordum ki ses tellerim parçalanacak gibiydi. Ateş sadece derimi yakmakla kalmıyor iç organlarıma da işliyordu. Bağırmamaya çalışıyordum ama kendimi durduramıyordum.
Sürekli bağırdığım için nefes alamıyordum, kendi çığlıklarımın arasında boğuluyordum. Burnumdan ve ağzımdan boşalan sıcak kanı hissedebiliyordum.
Ciğerlerimin parçalandığını hissediyordum, kalbim sıkışıyordu beni bir an önce öldürmesi için yalvarmak istiyordum ancak onu bile yapamıyordum.
Acıdan kıvranan aciz bedenim karşıdında kahkahalarla gülen varlık kulak tırmalayan tiz sesi ile konuştu " Sizin cehenneminiz ben olucam! ". Ben hâlâ acıyla haykırmaya devam ederken arkamdaki kalabalıktan bir çığlık sesi yükseldi.
Cin dikkatini oraya yönelttiğinde asayı üzerimden çekti ve en sonunda nefes alabildim. Bulunduğum mekânın havası soluduğumda zaten mahvolmuş olan ciğerlerimi daha yakıyordu.
Bir süre kendi aralarında konuştuktan sonra yaratık cübbesinin başlığını çıkardı, korkunç yüzünde katıksız bir öfke vardı. " intikamı alınacak! " sinirle haykırışı titrememe sebep olmuştu. Büyük bir hışımla bana tekrar vurmaya başladı, dayanılmaz acı karşısında tek yapabildiğim ağlamaktı. " Yanan askerimin yerini sen alacaksın!"
Neyi kast ettiğini anlamasam da her şeyi kabul etmeye hazırdım yeterki bu işkenceden kurtulayım. " Tamam, tamam ne istersen kabul! " Yaratık bana vurmayı kestiğinde çarpık dişlerini göstererek gülümsemeye başladı " Bana çağıranın ismini söyle, senin yerine geçecek! "
Hiç düşünmeden "Ahmet" dedim çünkü bu işkenceyi bir daha yaşamak istemiyordum. Hem kendi çapında korunabilecek biriydi. Ben olacağıma o olsun. " Askerlerim yanında olacak! Benim için çalıştığın müddetçe senin için çalışacaklar! "
itiraz etmedim, zaten istesem de edebileceğimi sanmıyordum. "Şimdi git benim için kapıları aç! " daha ne kapısı demeye kalmadan gözlerimi yurdun yatakhanesinde açtım.
Dışarıdan gelen sokak lambasınım sarı ışığı içeriyi biraz olsun aydınlatıyordu. Etrafta biraz göz gezdirip herkesin uyuduğuna emin olduktan sonra yavaşça yatağımdan kalktım. Odayı aradığımda kapının ve camların üzerine yapıştırılmış olan üç tane vefk gördüm.
Benden bunları kaldırmamı istiyordu anlaşınan, yavaş adımlarla odanın köşesinde duran dolabıma gittim ve metal kapağını yavaşça açtım. Bavulumun yandaki küçük bölmesinde duran çakmağı alıp cama ilerledim. Elimi vefke uzattığımda bir an kararsız kaldım. Bunu yaparsam Ahmet'in başı büyük belaya girecekti ama yapmazssamda korkuç işkencelerin bir sonu gelmeyecekti.
Çektiğim acıları düşününce hemen vefki yerinden söktüm ve ateşe verdim. Yaklaşık yarısına kadar yandığında hemen söndürüp yerine astım. Aynı işlemi diğerlerine de yaptıktan sonra odadaki ani ısı artışını fark ettim. O burdaydı.
Hemen yatağıma geçip olacakları seyretmeye başladım. Kâbir odanın ortasında belirdiğinde içimde büyük bir korku baş gösterdi. Ya anlaşmayı bozup bana saldırırsa diye düşürken zihnimde onun sesi yankılanmıştı. " Bu gün benden sana zarar gelmez! "
Ahmetin yanına ilerleyip baş ucunda bir süre dikildikten sonra elini sertçe karnına bastırdı. işini bitirdiğinde bana son bir bakış atıp ortadan kayboldu. O gittikten sonra aklımda takılan şey kurduğu cümle oldu. Daha doğrusu cümlenin başında ki "Bu gün" kısmı. Üstü kapalı bir tehditdi bu! -
+24
cinleri davet etmemiz
Oda da hakim olan gerilimin başlıca kaynağı bendim. En çok sinirlendiğim mesele böyle bir şey yapmasına rağmen hâlâ başı dik gözlerimin içine bakabiliyor olmasıydı. " Başımıza açtıkların yetmedi bir de kendini kurtarmak için beni kurban etmeyi mi planlıyorsun! "
Ona saldırma ihtimalime karşılık Mustafa hoca kolumdaki elini daha da sıkılaştırdı. Bunu yapmakta haklıydı da, çünkü engellenmezssem o pisliği öldürmeden rahat edemezdim.
" Bunu yapmayı ben mi istedim sanıyorsun! Günlerce resmen işkence gördüm, başka çarem yoktu! Eğer birini onlara vermezsem öldürülecektim! "
"Bunun seni haklı çıkarması mı lazım! Hepimiz aynı şeyleri yaşadık! içimizden birini onlara satmak yerine birbirimizi kollamayı tercih ettik! "
" Bunu nasıl yapacaktık peki! iki dua bilenin altından kalkabileceği bir iş değil bu! Mesut hocanın da bize bir faydası yoktu, bende kendi yolumu buldum! "
"Aptallıkta sınır tanımıyorsun! Beni onlara vermeyi başarsaydın bile seni ömrünün sonuna kadar rahat bırakmazlardı! "
" En azından bir ömrüm olurdu! "
Karşımda kendini pişkince savunabilmesi sinir kat sayımı çok fazla yükseltiyordu. Bedenim öylesine kasılmıştı ve damarlarımdan akan kan öylesine deliydi ki burnum kanamaya başladı. Bir an kafam patlayacak sandım.
"Sana sözüm olsun eğer onlar seni öldürmezse ben yapacağım! "
" Tabi hayatta olursan! "
Fısıldayarak söylediği bu cümle defalarca zihnimde yankılanmıştı, ona saldırmak için kuvvetli bir dürtü duyuyordum. Artık dayanamıyordum ve olan oldu. Sert bir hareketle kendimi hocadan kurtardım.
Onurun suratına sağlam bir yumruk yerleştirdim. Oturduğu sandalyeden düştüğünde aşırı bir hızla üzerine atladım ve delicesine yumruklamaya başladım. Bütün gücümle bağırarak " Senin ölümün benim elimden olacak! " O pisliğin dağılan suratı ve elime bulaşan sıcak kan içimdeki öfkeyi dindirmiyordu, daha fazlasını istiyordum!
Birileri beni tutmaya çalışıyordu ancak öfkeden kör olan gözlerim sadece Onur'a odaklanmıştı. Beni çekmeye çalışsalar da başaramıyorlardı. Hâlâ bütün gücümle haykırarak ona vuruyordum. Gözlerim onun gözlerine kaydığında tuhaf bir parıltı gördüm ardından dudakları hafifçe yana kıvrıldı, gülüyordu!
Bir anlığına duraksadığımda beni onun üstünden çekmeyi başardılar. Onur kahkahalarla gülmeye başladı. Buna anlam veremiyordum acı çekiyor olması gerekirdi ama o ağzı kulaklarında kahkaha atıyordu.
"Sen ne yaptın oğul! "
Mustafa hocanın telaşlı sesinin ardından Onur'un boğuk sesi duyuldu. "Teşekkürler! " yattığı yerde biraz doğruldu ağzından akan kanlar yerlere damlıyordu. Kollarını iki yana açtı, odanın içinde beliren gölgeler biz daha ne olduğunu anlamadan onun etrafını sardılar ve hepsi birlikte ortadan kayboldu!
"Gitti, kaçırdılar onu! " zihnimde Hafsanın sesini duydum ama hâlâ şaşkınlığımı üstümden atamadığım için herhangi bir tepki veremiyordum. Mustafa hoca bana bir tokat atınca sendeleyip yere düştüm. "Onların oyununa geldin, vesveselerine yenik düştün! Kendi ellerinle onu cinlere teslim etmiş oldun! "
"N-neler oldu az önce" hocanın söylediklerini duyuyordum ama idrak edemiyordum. " Onur onlarla sürekli iletişim halindeydi. Sizi takip edip onlara haber yetiştiriyordu. Benzinliğin arkasında ki olayaın nedeni de Onur du! Sizin yalnız çıktığınızı görünce onlara haber vermiş. "
Duyduklarım ağır geliyordu, nasıl olurda arkadaşlarının ölebileceğini bile bile bunu yapardı! Beraber geçirdiğimiz onca zamana arkadalığımızın anısına hiç mi önem vermiyordu! Ben konuşabilecek durumda değildim hâlâ yerde duruyordum az önce yaşananlar vicdanımın terazisini zorluyordu. Bir yanım hak ettiğini buldu diyordu ama diğer yanım suçlunun ben olduğunu söylüyordu.
Tahsin " Nasıl öğrendiniz? " derken sesindeki acı çok netti, onlar uzun zamandır arkadaşlardı aileleride yakındı yani beraber büyümüşlerdi.
"Siz dolaşmaya çıktıktan yaklaşık dört-beş saat sonra o da biraz dolaşmak istediğini söyledi. Arkadaşlarınız biz de gelelim dediğinde istemedi yalnız gideceğini söyleyip çıktı. Ben de ne olur ne olmaz diye Hafsa'ya onu takip etmesini söyledim.
izlendiğinden habersiz olduğu için ormanın karanlık bir köşesine gidip onlarla iletişime geçmeye çalışmış. Hafsa hemen müdahale edip bana haber verdi. Bende hocanıza olup biteni anlattım ve gidip onu aldık. Kaçmaya çalışınca da onu sandalyeye oturtup ritüeldeki çemberin aynısıyla cinlerin ona ulaşmasını engelledik.
Hafsa da üzerine baskı yaparak onu orda tutuyordu. Ahmet onu çemberden çıkarana kadar gayet iyi gidiyorduk bir çok şey öğrenebilirdik. Hafsa da seni tuttuğundan dikkati dağıldı. Sonuç olarak da cinler gelip arkadaşınızı zütürdü. Bütün uğraşlar boşa gitti. Şimdi onu nasıl ellerinden alırız benim bile fikrim yok! "
Mustafa hocanın siniri gözlerinden taşıyordu ve elleri titriyordu. Sinirlenmekte haklıydı da işini tahminlerimin ötesinde zorlaştırmıştım. Ben de kendime kızıyordum çünkü anlayıp dinlemeden hareket ederek bizimle uğraşan şerlilere büyük bir koz vermiş oldum.
istediklerini yapmış olmak beni yıkmıştı. Nasıl böyle bir oyuna gelebildim nasıl beni kullanmalarına izin verdim. Onur her ne kadar yalnış yapmış olsa da benim yüzümden hayatının bitebilecek olduğu düşüncesi içimi kemirmeye başlamıştı bile. Ben onun gibi değildim bu düşümceyle başa çıkamazdım! - daha çok