0
Cebimde her zamanki gibi üç beş kuruş, bir simit-ayran parası işte. Platonik aşkına hava atman için iyi bir para, aç kalmamak için de iyi bir paraydı o zamanlar. Okulda cebimizdeki şakır şukur ettikçe zengin, fiyakalı sanırdık kendimizi. Yine o anların verdiği bir mutlulukla bazıları simit ısmarlardı, bazıları aç kalırdı, bazıları da sırf okul sonrası açıkmamak için simit-ayran parasını son ders teneffüsüne sakalardı. iyi çocuklar vardı, diğerleride vardı, şu biraz şişko, biraz cimri olanlar. Toktular, anlamazlardı. Bizi anlayanlar genelde cebinde fazla parası olmayanlardı. O zamanlar bir öğretmen aylığının küçük bir öğrenciye yetmediği dar zamanlardaydık, isterdik ki patatesli ekmek, hamburger, kola alalım... Ama olmadı, çoğu zaman kantinde kokusuyla yetindik. Daha o zamanlar bile burjuvalığın, şımarıklığın, zenginliğin ve adeletsizliğin kokusu tüm okula yayılıyord. Tüm bu olup bitenlerin yanında annem hep şükretmeyi öğretirdi bana. Her zaman, her sabah, her darlıkta... ilkokul öğretmenimin gözüne bakınca kendi babamı görürdüm. Emek, ter, biraz hüzün. Annemi anlardım. Yıllarca dolabın üstünde biriktirdiği paralarla, babamın cebinde kalan bozuklukları biriktirerek meğerse bize çok şey ögretmiş annem. Çok şeye sahip olmuşuz tutumlu olmasıyla. En önemlisi de sahip olduğumuz evi bile annemin tutumlu harcamalarıyla almışız, her ne kadat o zamanlar annemi cimri sansam da, annem yağmurdan korunmak için üstümüze açılan renkli bir şemsiyeymiş.
"Yavrum ne işi olur bi çocuğun cebinde o kadar parayla? Bak burada saklıyorum paranı ileride bir şey alırız sana onunla" diyen bir anneydi o.
Şimdi bunu diyemeyecek aileler, duymayacak çocuklar var...
ilgi gelirse devdıbınıda yazarım