0
Egemenlik, kayıtsız, şartsız ulusundur. Faşist rejimlerde her gün rastlanan otorite savunusunun yerini, Kemalist Türkiye'de demokrasi savunusu almıştır. (... ) Partiler, yöneticilik hakkını, siyasal elit ya da "işçi sınıfının öncüsü" olma niteliğinden, yahut da liderinin Tanrı iradesine dayanışından değil, seçimlerde kazandığı çoğunluktan almıştır. (s.3)
---
"Ben isteseydim derhal askeri bir diktatörlük kurar ve memleketi öyle yönetmeye kalkışırdım. Fakat istedim ki, milletim için çağdaş bir devlet kurayım ve onu yaptım." diyen Atatürk'ün Cumhuriyet Halk Partisi'nin ömür boyu başkanlık teklif edilmesi üzerine söylediği, "Milletin sevgi ve güvenini kaybetmediğim sürece tekrar seçilirim; milletin oyu esastır" sözleri, bir diktatöre özgü değil, demokrasi talebi bulunan birisinin düşünceleridir. Bu demek değildir ki, Atatürk döneminde ülkede gerçek demokrasi vardı. Bunu iddia etmek doğru değildir ve gereksiz yere zorlamadır. (s.3)
---
"Ben diktatör değilim. Çünkü fikirlerimi ve düşüncelerimi zora dayanarak kabul ettirmeyi asla benimsemedim, arzulamadım ve uygulamadım. Ben yaşadığım zaman içinde milletimin hayrına, refahına ve maddi-manevi mutluluk ve onuruna uygun gördüğüm önlemlerin alınmasına çalıştım. Hepsinin bileşkesi uygar ve ileri bir yaşamın yaratılması çabasıdır"
---
1932'de Birinci Türk Tarih Kongresi'nin toplandığı günlerden bir gündü. Atatürk kongre üyelerine Marmara köşkü'nde bir çay vermişti. Kongreye çağırılmış olan tarih öğretmenleri, profesörler Atatürk'ün etrafını sarmış, çeşitli sorular soruyorlardı.
Bu sırada öğretmen olmayan genç bir hukukçu, italyan yazarlardan birinin son zamanlarda çıkan eserinden söz açtı ve, "Bu yazar size diktatör diyor" dedi.
Atatürk güldü: "Doğru değil. Eğer ben diktatör olsaydım, şimdi sen benim karşımda böyle konuşamazdın" cevabını verdi.
(... )
Sonra demokrasi ile yönetimin önemi üzerinde ısrarla durdu. Konuyu tarihi açıdan ele aldı, geniş açıklamalarda bulundu. Ardından soruyu sorana dönerek, "Muhterem hocam, şimdi bir de bizim idare şeklimizi ele alalım." diyerek konuşmasına şöyle devam etti: "Lütfen Meclis tutanaklarını inceleyiniz. Tutanaklarda da tespit edileceği üzere en çok konuşan benim. Fakat eüğer ortaya koyduğum fikirlerden karşı fikirler daha kuvvetli ise o zaman ben fikirlerimi değiştiririm. Kuvvetli olan fikrin yanında yer alırım. Şimdi size soruyorum muhterem hocam, böyle bir diktatör var mıdır? Böyle bir tartışma yapan diktatör var mıdır? Eğer ben diktatör olsam, siz bana böyle bir soruda bulunabilir miydiniz?"
Bu denli hoşgörülü olan, yüzüne karşı soyadıyla Atatürk şeklinde hitap edebilen kişinin, kurulmuş olan iki siyasi partiyi de kapatmış olması bir çelişki gibi görünmektedir. Ancak gözden kaçırılmaması gereken nokta, laik cumhuriyetin korunmasındaki duyarlılığı ve kararlılığıdır. Laikliğin savunulması ve korunması, demokrasinin kurulmasından önce gelmektedir. Aslında demokrasinin olmazsa olmaz koşulunun laiklik ve sekülerlik olduğunu da unutmamak gerekiyor. (s.5)
---
(... )
Ama bir gerçek var ki, Türkiye Atatürk'tür, Atatürk Türkiye'dir. Bu anlamda Atatürk'te anlaşmak, Atatürk'ye buluşmak, Atatürk'te kaynaşmak, Atatürk'te çoğalmak, Atatürk'te büyümek, Atatürk'te güçlenmek, Atatürk'te yücelmek, Atatürk'te ölümsüzleşmek, Atatürk'te bayraklaşmak ödün verilmez ilke olmalıdır. Hiçbir çıkar ve kişisel yarar düşünmeden, alnı açık, yüzü ak, başı dik sonsuzluğa koşacak Atatürk devrimcileri durmayacak, konuşacak, uyaracak, önerecek, örnek olacaktır. (s.11)
---
Yıl 1932. Tarih Kongresi sonrası Gazi Çiftliği'nde çay partisi yapılıyor. Toplantıya katılanlara Mustafa Kemal, "istediğiniz soruları sorabilirsiniz" diyerek tartışma ortamı yaratıyor. Konuşmanın tanığı Profesör Reşat Kaynar, "Birisi çıkıp, 'Efendim, doğrudan doğruya din toplumlar için gerekli midir?' diye bir soru sordu" diyor ve Mustafa Kemal'in nezaketle yanıtını şöyle anlatıyor: "Din toplumlar için gereklidir. Dinsiz bir toplum olamaz. Şimdiye kadar dinsiz bir toplum görülmemiştir. Ama biz dini Allah ile kul arasındaki bir bağlılık olarak görüyoruz. Fakat bu bağlılığı tamamen istismar ederek, Allah ile kul arasına girip oradan birtakım menfaatler sağlayan insanlar var. Biz işte bunların mücadelesini yapıyoruz ve bu mücadeleyi devam ettireceğiz. Çünkü doğrudan doğruya din gibi kutsal bir mesele istismar edilirse bu memleket için büyük zarar verir. Bundan dolayıdır ki tekrar ediyorum, din, toplumlar için lazımdır ve yalnız Allah ile kul arasındadır. Allah ile kul arasına girip menfaat sağlayanları mutlaka bertaraf etmek lazımdır." (s.12)
---
"Hürriyet ve bapımsızlık benim karakterimdir. Ben, milletin en büyük ve atalarımın en değerli mirası olan bağımsızlık aşkı ile dolu bir adamım. Çocukluğumdan bugüne kadar ailemle ilgili bulunan özel ve resmi hayatımın her evresini yakından tanıyanlarca bu aşkım bilinir. Bencei bir millete şerefin, onurun, namusun ve insanlığın doğup yaşayabilmesi, mutlaka o milletin özgürlük ve bağımsızlığına sahip lmasına bağlıdır. Ben, yaşayabilmek için mutlaka bağımsız bir milletin evladı olmalıyım." (s.13)
---
Atatürk'ün okuduğu kitaplara baktığımızda, düşünce sistemini yaratan Batılı eserler arasında en önemli olanlar şunlardır:
O, Fransız deviminin hazırlayıcıları olan 'Angiblopedicileri' okumuştu. Kilise bağnazlığına karşı çıkan Voltaire'nin fikirleri üzerinde durmuştu. Montesquieu'nun siyasal rejim sıralamasında cumhuriyeti, faziletlerin rejimi olarak nitelemesi Atatürk'ü çok etkilemişti. Yine büyük Fransız devrimini hazırlayan düşünürlerden 'toplum sözleşmecisi' J. J. Rousseau'nun ulusal irade ve ulusal egemenlik kavramlarını benimseyerek özümsemişti. O, Mentesquieu'nun daha çok etksinde kalmıştı. Nitekim 1921 Anayasası'nda bu fikirlerin izini görmekteyiz.
Etkilenmiş olduğu Türk düşünürler arasında Namık Kemal, Ziya Gökalp, Dr. Abdullah Cevdet, ilk Türkçülerden Ali Suavi, özgürlükçü ve ilerici Tevfik Fikret sayılmalıdır. (s. 14 ve 15)
---
Medeni Bilgiler'in girişinde millet bahsi altında, "Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir." tanımıyla günümüz Türkiye'sinde yapılan etnik ayrımcılığa, dayalı bölücülüğe aslında set çekmiştir. Bunun devdıbını da "Ne mutlu Türküm diyene!" özdeyişi ile tamamlar ki bu, kimi stratejlerce 21. yüzyılın ideolojisi olarak kabul edilen "çok kültürlülüğü" tanımlamaktadır. (s.16)
---
Mustafa Kemal, Kurtuluş Savaşı'nda Yunan ordusu ile değil, Batı emperyalizmi ile silah ve politika aracılığı ile savaşmıştır. Doğu Cephesi'nde taarruzu geciktirmesinin, Güney cephesi'nde bilfiil orduyla değil, halk savaşı ile emperyalistlerle savaşmasının nedenleri, hep savaşı genişletmemek endişesinden doğmuştur. Antiemperyalist bir savaşçı ve devrimci olan Mustafa Kemal, doğal olarak antiemperyalist bir milliyetçilik anlayışını benimseyecektir. Ezen, sömüren bir millyetçilik anlayışı yerine, ezilen, sömürülen milletlerin milliyetçilik anlayışını benimseyen bir lider olarak, "yurtta barış, dünyada barış" gibi bir söylemi boşuna dillendirmemiştir.
---
Bir lider hem örgütçülük yapıp halkı Kurtuluş Savaşı'na hazırlıyor, başkumandanlığı yüklenip askeri alanda zafer kazanıyor, ardından devrimci kimliği ile ortaya çıkıp sosyal yaşam alanında yüzlerce yılın gelenek ve alışkanlıklarını yıkıp atıyor, tarih alanındaki çalışmalarına ek olarak da dilbilgisi ve geometri kılavuzu yazıyor. insanlık tarihinde bu denli çokyönlülüğe sahip kaç lider tanıyoruz?
ingiltere Başbakanı Lloyd George durup dururken, "Yüzyıllar nadir olarak dahi yetiştirir. Şu talihsizliğimize bakınız ki, o büyük dahi çağımızda Türk ulusuna sahip oldu. Mustafa Kemal'in dehasına karşı elden ne gelirdi?" dememiştir. (s. 18)
---
Ali Fuat Cebesoy ve arkadaşları veya başka bir Türk vatandaşı kahraman olabilirdi, oldular da. Bir değerli insan olabilirlerdi, oldular da. Bir büyük adam olabilirlerdi, oldular da. Fakat hiçbirisi Atatürk olamazdı. Türk milleti, Mustafa Kemal'e, onun üstün insan niteliklerini, tarihin bağlarında pek az yetişen insanlardan biri olduğunu gördüğü için Atatürk dedi. (s.21)
---
Tümünü Göster