1. 76.
    0
    her türlü otoritenin amk
    ···
  2. 77.
    0
    la anarşik anarşik gonuşmayın de gedin hayde pekekentler
    ···
  3. 78.
    0
    biz ki caniyiz! herkes için ekmek, iş ve her türlü bağımsızlık ve adaleti istiyoruz.
    ···
  4. 79.
    +1 -1
    "Politik Adalet" adlı kitabındaki görüşleriyle ilk anarşist düşünür kabul edilen William Godwin bile anarşi hakkında şunları yazıyordu:
    "Anarşi geçicidir, despotizm ise kalıcı olma eğilimindedir. Anarşi, en iyi yolu kullanmamakla birlikte, zihni uyandırır, insanlara enerji ve cesaret verir... Oysa despotizm, aklı ayaklar altına alarak nefret uyandıran bir eşitliğe indirger. Despotizmde büyüklük vaadi taşıyan her şey kuşku ve kıskançlığın pençesinde yok olamaya mahkumdur."
    Godwin, düzensizliği despotizme tercih edeceğini belirterek, kendi özgürlükçü duyarlılığına vurgu yapmak istemekte, ama düzensizlik yerine anarşi sözcüğünü kullanmakta sakınca görmemektedir.
    Anarşi sözcüğüne ilk sahip çıkan ve yeniden tanımlayarak ona olumlu bir anlam kazandıran düşünür Proudhon’dur. Mülkiyet Nedir? adlı ünlü kitabında kendi sorusunu "Mülkiyet hırsızlıktır" diye cevaplayarak Avrupa burjuvazisini ayağa kaldıran Proudhon, gene aynı kitabıyla ilk kez kendini anarşist olarak sunan ilk kişi oluyordu.

    "Gelecekte hükümet şekli ne olacaktır? Okuyucularımdan bazılarının cevabını duyuyorum: Niçin, nasıl böyle bir soru sorabilirsin? Sen bir Cumhuriyetçisin. Bir Cumhuriyetçi! Evet, ama bu sözcük hiçbir şeyi açıklamıyor. Res Publica, kamusal olan demek. Şimdi, hangi hükümet biçiminde olursa olsun, kamusal işlerle ilgilenen herkes kendini Cumhuriyetçi olarak adlandırabilir. Krallar bile Cumhuriyetçidir. O halde, sen bir demokratsın. Hayır... Peki sen nesin?
    Ben bir anarşistim! "

    Yukarda alıntıladığımız ünlü iç diyalog, politik alanda yeni ve çok zengin bir oluşumun başlama düdüğüydü. Anarşinin bu yeni ve olumlu tanımı, Tolstoy’dan Gandi’ye, Bakunin’den Kropotkin’e, Malatesta’dan Durruti’ye, Emma Goldman’dan Catherina Baker’a uzanan birbirinden çok farklı, ama hepsinin ortak paydası tahakkümü reddetmek, devletsiz bir yaşam tasarlamak olan büyük bir geleneğin de ilk adımı olmuş oldu.

    Her ne kadar kendilerini tarih dışı olarak tanımlasalar da anarşistlerin çoğu için köklerini araştırmak, atalarını tespit etmek neredeyse bir saplantı haline gelmiştir. Kendi geçmişlerine karşı bu ilginin temelinde, anarşinin insanın doğal itkilerine tekabül ettiğine, otoriter kurumlar oluşturma eğiliminin ise geçici bir sapma olduğuna dair anarşist inancı kanıtlama çabası yatar. Bu yüzden kimi anarşist yazarlar Antik Yunan ve Platon’a kadar uzanırken, kimileri isa ve havarilerini, Anabaptistler gibi bazı aykırı Hıristiyan mezheplerini, Orta Avrupa’da köylü ayaklanmalarının önderi Thomas Münzer’i Spartaküs ve hatta Brutüs’ü, Quaker’lar ve Digger’lar gibi dinsel cemaatleri, Fransız Devrimi’nin Sankülotlarını ve Roux’yu anarşistlerin ataları olarak nitelemişlerdir. Gerçekten de bu isimlerin hepsi ve daha ismi anılmayan bir çoğu, kendi anlayışlarına uygun özgürlük mücadelesi vermiştir. Yazar Reha Çamuroğlu benzer soyağacı araştırmasını Anadolu kültürü için yapmış ve Alevi-Bektaşi geleneğinin felsefi ve pratik olarak yoğun anarşist öğeler içerdiğini öne sürmüştür. Kropotkin, anarşizmin geçmişinin bireysel düşünürler arasında aranmasına karşı çıkar. Ona göre anarşist düşünceler anonimdir ve "Anarşizm halkın içinden köken almıştır; hayatiyetini ve yaratıcı gücünü bir halk hareketi olarak kaldığı sürece muhafaza edebilir."
    "Modern Bilim ve Anarşizm" adlı kitabında Kropotkin, anarşizmin kökenlerine ilişkin görüşlerini şöyle temellendiriyor:
    "insan topluluklarının içinde bütün zamanlarda birbiriyle çatışan iki düşünce akımı ve hareket tarzı vardır. Bir tarafta kabile gelenekleriyle, köy cemaatlerinde, ortaçağ loncalarında ve aslında kanunlarla değil, kitlelerin yaratıcı ruhuyla gelişen ve çalışan bütün kurumlarda örneklenen "karşılıklı yardımlaşma" eğilimi; öte yanda "müneccimler, şamanlar, büyücüler, yağmuryağdırıcıları, kahinler ve rahiplerle" başlayıp, "kanun yapıcılar ve askeri grupların şefleri" ile devam eden ikinci akım... Anarşi, bu iki akımdan birincisinin temsilcisidir."
    Bu sınıflandırmayla Kropotkin kendine bir "geçmiş" yaratıyor. insanlık yaklaşık iki bin yıldır tahakküm toplumu gerçeğiyle tanışık olmasına karşın, hiçbir toplumsal yapı mutlak olarak tahakkümcü öğelerden oluşmaz. Bu yüzden de gerek bu toplumsal yapılar içindeki "karşılıklı yardımlaşma" öğeleri -tahakkümcü toplumsal yapıya eklemlendiklerinden- gerekse yukarıda adlarını andığımız ve örneklerini çoğaltabileceğimiz başkaldırılar, anarşizm olarak adlandırılamaz. Spartaküs ve Brutüs de kendi özgürlük tanımlamaları adına başkaldırdılar. Ancak, örneğin Brutüs’ ün özgürlük tanımı diktatörlük tehdidine karşı asilzadeler oligarşisini savunmaktan ibaretti. Spartaküs ise, köleleri özgürleştirerek ülkelerine dönmelerini sağlamak ve böylece parçalanmış hayatlarını yeniden düzenlemek peşindeydi. Bütün bu başkaldırılar, 19.yy anarşistlerinin giderek artan ölçüde merkezileşen ve mekanize kapitalist devlete karşı mücadele içinde geliştirdikleri ekonomik eşitlik ve sınıfsız, devletsiz anarşist toplum projesi ile karşılaştırıldığında, "özgürlük" duygusu dışında kurulan paralelliklerin zorlama olduğu görülür. Kuşkusuz, tahakkümün olduğu her yerde ona karşı özgürlükçü tepkiler de oluşacaktır. Ancak, özgürlük idealinin bütünlüklü bir toplum projesi haline gelmesi, tahakkümün artık bütün yaşamı kaplayacak genişlik ve derinliğe ulaşmasıyla mümkündür. Yani artık Spartaküs ve arkadaşlarının geri dönüp yaşamlarını sürdürecekleri bir memleketleri kalmaması, kendi memleketlerini kurmak için tahakkümü dünya yüzünden silmelerinin zorunlu olması gerekir. Bu koşul, sanayi devrimi sonrası modern kapitalist devletin ortaya çıkması ve bütün dünyayı eline geçirerek bir dünya sistemi haline gelmesiyle oluşmuştur. Özgürlük idealinin adı 19.yy’ ortalarından itibaren anarşizmdir.

    Peki nedir anarşi ideali? Öncelikle şunu belirtmeliyiz: Anarşizm donmuş bir doktrin değildir. Hem farklı yaklaşımları meşru görür; yani kendi geleneği içindeki farklılaşmaları Marksistler gibi oportünist, revizyonist benzeri aşağılayıcı sıfatlarla ele almaz; hem de zaman içinde kendi ideallerini geliştirir, olgunlaştır. Örneğin anarşist hareketin başlangıcındaki ana sorunu, bireyi devletle ilişkisinde özgürleştirmek için devleti ortadan kaldırmakken, hemen hemen eşzamanlı olarak kapitalist mülkiyet ilişkilerine karşı tavır alarak, eşitlikçi bir toplum düzeni idealini geliştirdi. Daha sonra kiliseyi özgürlük mücadelesinin önünde engel olarak görünce "Ne tanrı ne hükümdar" sloganıyla kurumlaşmış dine karşı savaş açtı. Emme Goldman’la birlikte erkeğin kadın üzerindeki tahakkümüne son vermek anarşist tasarımın vazgeçilmez parçası haline geldi. Thoreau, Tolstoy, Gandi ekseninde anarşizmin bir kolu güçlü bir Şiddet Karşıtı hareket geliştirdi. Kropotkin ve bazı arkadaşları dışında anarşist hareket, Birinci Dünya Savaşı’nda savaşa ve milliyetçiliğe karşı topyekün tavır gösterdi. Sömürgeciliğe ve ırk ayrımcılığına karşı çıktı. ispanya’da anarşist devrimin başarılı olduğu yörelerde otoriter pedagoji ve okula karşı çıkarak, antiotoriter eğitim denemelerine girişti. Proudhon ve Kropotkin’le başlayan ekolojik duyarlılığını, insanın doğa üzerindeki tahakkümüne karşı çıkan bir "ekolojik devrim" perspektifi haline dönüştürdü. Batı merkezli kültürel tekbiçimciliğe karşı otantizmi ve kültürel çeşitliliği savundu. Uzunca süre kendini bilimsel düşüncenin bir parçası saymasına karşın kendi geleneği içinden ya da dışından bilimin otoriter karakterini deşifre eden görüşleri hızla içselleştirdi, vs...
    Tümünü Göster
    ···
  5. 80.
    0
    (bkz: ütopya)
    ···
  6. 81.
    0
    (bkz: anarko primitivizm)
    ···
  7. 82.
    0
    (bkz: direnmek)
    ···
  8. 83.
    0
    Görüldüğü gibi anarşizm ilk ortaya çıktığı andan bu güne kadar ciddi bir evrim süreci yaşamıştır. Başlangıçta, "politik alan içinde ahlaki olarak davranan bir özneyken", artık hayatın bütünü içinde ahlaki olarak eyleyen bir özne haline gelmiştir. Anarşi idealinin günümüzdeki tanımı tahakkümün bütün biçimlerinin ortadan kalktığı bir yaşam savunmaktadır. Bu tanım gereği, tahakkümün gündelik hayatta tuttuğu yerin her geçen gün deşifre edilmesi ya da tahakkümün yeni biçimlerinin ortaya çıkmasıyla anarşizmin evrimi de devam edecektir. Var oluşunu bir yandan asgari ve azami programları, diğer yandan da parti bürokrasilerinin iflah olmaz tutuculuğu ve başta Marx olmak üzere doktrinin ustalarının mutlak(laştırılmış) doğruları arasında sıkıştırılmış Marksizm’le karşılaştırıldığında, anarşist geleneğin bu gelişme yeteneği devrimcilere paha biçilmez olanaklar sunmaktadır.
    Peki böyle bir yaşam mümkün mü? Bizim böyle bir yaşamı arzulamamız, bunun için mücadele etmemiz bunun ilk kanıtı. Yeterince çok sayıda insan isterse neden olmasın? insanların çoğunun neden tahakkümde direttiği, yani özgürlükten kaçış eğilimi ve insanların nasıl özgürlük için seferber edileceği, daha doğrusu edilip edilemeyeceğinin araştırılması bir başka broşürün konusu. Yalnız şu kadarını belirtelim; insanın gelecekteki davranışlarına dair hiçbir gelişme önceden saptanamaz. 1988 yılında bile Sovyetler imparatorluğu’nun iki yıl içinde çökebileceğini kim söyleyebilirdi? Benjamin’in deyişiyle onlarca parlak bilim adamı Hitler’in iktidarı almasından hemen öncesine kadar, bize Hitler’in neden iktidara gelemeyeceğini anlatan ciltler dolusu kitaplar yazıyorlardı.
    Anarşi idealinin yukarıdaki tarifi bazılarına çok soyut gelebilir. Somutluk adına bizden reçete isteyenlere verecek asgari, azami programlarımız falan yok, bunu hemen belirtelim. Biz diyoruz ki, yukarıda belirttiğimiz genel çerçevenin içini ancak devrim için başkaldıran insanlar doldurabilir. iş, yaşamı somutlamaya gelince devrimci yığınların yaratıcı gücü bizim en parlak düşünürlerimizin bile bugünden hayal edemeyeceği seçenekleri yaratacaktır. Tabi bu saptama, aklımıza gelen ya da anarşizmle tanıştırdığımız insanların aklına gelen soruların cevabını devrime bırakmak anldıbına gelmez. Yalnızca kendi cevaplarımızı programlaştırmamak ve diğer insanların yaratıcılığını öldürecek tarzda dayatmamak anldıbına gelir. Bir parantez açıp belirtelim, ne yazık ki, yukarıdaki saptamayı bir tekerleme haline getiren, programsızlığı program kılan, kendi düşünsel tembelliklerini anarşizm olarak sunan, bu yüzden de anarşizmin "her şeye karşı olmak ve mutlak yıkıcılık" olarak tarifine hayli malzeme sağlayan anarşistler vardır. Ancak bugüne kalan bütün anarşist düşünürlerin ve de özellikle hareket olmayı başarmış bütün anarşist grupların sunduğu somut toplumsal projeler de vardır. Geçmişten bugüne anarşistlerin sunduğu toplum tasarımlarının hepsinin ortak paydası devletin, otoriter kurumların, ideolojilerin, kurumlaşmış dinlerin olmadığı özgürlük, eşitlik ve adalet ilkelerine dayalı bir yaşam olmasıdır. Anarşistler bu ortak paydada birbirinden farklı çok sayıda toplum tasarımı oluşturmuş, Ukrayna ve ispanya’da çok kısa süreler için de olsa projelerini hayata olanağı bulmuşlardır. Bu farklı tasarımların tümü de birbiriyle eşit saygınlıktadır ve otoriter doktrinler için bir zayıflık işareti olan bu durum anarşizmin güçlülüğünün, değişen koşullara uyum yeteneğinin, bireylerin yaratıcılığına biçtiği yüksek değerin göstergesidir. Bir kez daha tekrarlayalım, anarşistler bu tasarımların hiçbirini devrimin programı olarak insanlara dayatmazlar; onlara göre devrimci yığınlar bu projelerden birini seçebilirler, her birinin çeşitli önerileri arasından bir sentez yapabilirler veya daha büyük ihtimalle kendi istemlerinin özgürce ifade edilmesinden doğan yepyeni bir biçim yaratabilirler. Anarşizm herkesi hayal kurmaya, fantezisini güçlendirmeye, hayal ve fantezilerini felsefenin ve ahlakın süzgecinden geçirerek ütopya haline getirmeye, bütün bu süreci hem bireysel hem de kolektif olarak yaşamaya çağırıyor. "iki, üç daha fazla ütopya... " anarşizmin sloganı budur. Şimdi, anarşist ütopyalardan ilk aklımıza gelenleri özellikle aktaralım.

    ilk anarşist düşünürlerden kabul edilen, düşüncesi "bireyci anarşizm" olarak da adlandırılan Stirner’e göre, otoriter kurumların ve ideolojilerin tasfiyesinin (ona göre bütün kurumlar ve ideolojiler otoriterdir.) ardından yaşam "egoistlerin birliğine" dayanacaktır. Toplumsal ya da ahlaki herhangi bir ilke ve örgütlenmeye gerek yoktur, kalıcı toplumsal örgütlenmelerin olduğu yerde zaten özgürlük yoktur. Stirner’e göre herkes kendi egosunun sesini dinlediğinde zaman zaman çatışmalar olsa da bireylerin yan yana ve işbirliği içinde yaşamaları kendi çıkarlarına daha uygun olduğundan çatışmalar çok sık olmayacaktır. Stirner’in toplum projesinin (Stirner kendi fikirlerine toplum projesi denmesine herhalde köpürürdü, ama ne yapalım ki söyledikleri ona rağmen bir toplum projesi oluşturuyor) temeli "güçlü birey" kabulüne dayanır. Stirner’in bahsettiği "egoistlerin birliği" hiçbir yerde gerçekleşmedi; herhalde de gerçekleşmeyecek. Çünkü bireylerin egoları özgürlükçü eğilimler kadar özgürlükte kaçış eğilimleri de içeriyor. Bir toplumsal düzenleyici olarak ahlak olmadan yaşamın olanaklılığı bize (ve anarşistlerin büyük çoğunluğuna) bir düş gibi geliyor. Stirner’in anarşist düşünce açısından önemi bireye ve onun biricikliğine yaptığı vurguda yatıyor. Gerçekten de bireyi merkeze almayan bir özgürlük tanımı yapılamaz. Ancak Stirner, bireyi mutlaklaştırırken anarşizmin başına hala büyük bir bela olan nihilizmle köprüleri de oluşturuyordu. insanın özünün iyi olduğuna dair bütün aydınlanmacı düşünürlerle birlikte Stirner’in de sahip olduğu güven, ona toplumun ortadan kalktığı koşullarda ortaya bir kargaşa değil de uyum çıkartacağını düşündürtüyordu. Nihilizm için kargaşa ya da uyum hiç fark etmez. Nihilizm bireyin mutlaklaştırılmasıdır. Stirner kargaşaya karşı olduğu için bir anarşisttir. Sonuçları kargaşa da olsa, bireyi mutlaklaştıranlar yani her tür örgütlenmeyi, her tür ahlakı reddedenler, anarşist gelenek içinde nihilizm virüsünün taşıyıcılarıdır. Broşürün başlangıcında verdiğimiz gündelik dildeki anarşizm tanımına ait her türlü örgütlenmeyi reddetme, sorumsuz bireycilik, her şeye karşı çıkma, disiplinsizlik vs. gibi öğeler, işte bu virüsten köken almaktadır. 1980’lere kadar bu virüs varlığını her zaman sürdürmesine karşın (Teşekkürler Stirner!), örgütlü anarşist gelenek tarafından etkisiz kılınmıştı.
    80’li yıllarda bir alt kültür olarak örgütlenen güçlü bir anarşist akım ortaya çıktı. Bu alt kültürün motoru müzik endüstrisiydi. Topluma başkaldırılarını rock-metal- punk çizgisinde müzikle ifade ediyorlardı. Yeşil hareket, feminizm, eşcinsel hakları, antimilitarist gösteriler içinde aktif olarak yer aldılar. Bunlar bir yandan beat kuşağı ve hippiliğin mirasını içselleştirmişlerdi; diğer yandan hiçbir toplum projesine sahip olmadıkları gibi, umudu aşağılamayı ön plana alıyorlardı. Felsefi yaklaşımları nihilizmdi. Disonder (düzensizlik) doğrudan sahip çıktıkları temaydı. Ve tabi uyuşturucu, bu alt kültürün vazgeçilmez öğesiydi. Bu grupların birçoğu amaçsız şiddeti yüceltiyordu. Katıldıkları her protesto gösterisini, maskeleri ve sapanlarıyla polisle çatışmaya dönüştürüyorlar ve bu konuda ne yazık ki, dar kafalı politik anarşistlerin de desteğini alıyorlardı.

    Otonom sözcüğü artık kara giysileri, metal aksesuarları, metal müzik dinleyen, sürekli dumanlı, çalışmayan (ama işsizlik parası almak için sosyal devletin veznelerinde kuyruğa giren), gösterilerde maskeleri ve sapanlarıyla yer alan grupları tanımlar oldu. Ne hikmetse, örneğin yüzlerce otonom alan Almanya’da bir araya gelip toplumsal seçenek oluşturan bir tek ciddi federasyon ortaya çıkmadı. Aslında bütün bu oluşumlar düzene karşı çaresiz bir başkaldırının ifadesi, bizim buna bir itirazımız yok. Hatta devletin ve toplumun saldırılarına karşı bu grupları koruruz da. Ancak, itirazımız bu grupların kendilerini anarşist olarak tanımlamasında. Böylesi bir anarşizmin yaygınlaşarak anarşist geleneği tanımlar hale gelmesi, anarşistleri de çaresizlik ve marjinalliğe mahkum edecektir. Ayrıca bu grupların anarşist olarak lanse edilmesindeki medya desteği ve müzik endüstrisinin rolünü de akıldan çıkarmamak gerekir. işte Stirner’in fikirleri bu alt kültürün ideologluğuna soyunan kişilere malzeme sağlamaktadır. Hatta bu kişiler zaman zaman iyice küstahlaşarak örgütlü bir anarşizmden yana devrimcileri otoriterlikle suçlayabilmektedirler.
    Tümünü Göster
    ···
  9. 84.
    0
    Kanımızca birey-toplum ilişkisinde anarşizmin merkezinde yer alan sağlıklı yaklaşımı Proudhon ortaya koymuştur. Stirner’e göre birey her şey, toplum ise onun düşmanıdır. Proudhon’a göre bütün çabalarımızın başlangıç noktası ve nihai amacı bireydir; fakat insan kişiliğinin fonksiyon ve tatmin bulacağı ortam da toplumdur. 1843 yılındaki "insanlık içinde Düzenin Yaratılması " adlı çalışmasında "bireyin yaşdıbını tek başına sürdüremeyeceğini, doğada yalıtılmış bir varoluş olmadığını " vurgular. Her şey ve herkes belirli ilişkiler içinde varolurlar, toplum da bu doğal ve evrensel düzenin bir parçasıdır. Bireyle toplum arasındaki ilişkide öyle bir denge kurulmalıdır ki, toplum bireysel farklılıkların ortaya çıkmasını ve gelişmesini engellememeli ya da eritmemelidir. Öte yandan toplum hiçbir zaman bireylerin toplamından ibaret olamaz. O aynı zamanda üyelerinin her birinden belirli bir mesafede kolektif bir güç ve kolektif bir karakterdir de.

    Proudhon’un toplum tasarımına gelince. Anarşizmin gelişme süreci sanki Proudhon’un yaşamında cisimleşmiş gibidir. Onun toplumsal problemlere getirdiği çözüm önerilerinden çok, bu önerileri deyim yerindeyse, keşfediş süreci ve bu önerilerini oluştururken ortaya attığı temel kavramlar daha önemlidir. Proudhon için özgürlük, eşitlik, adalet kavramları dışında hiçbir ön kabul yoktur. O, bu ilkeler çerçevesinde somut yaşadıklarından yola çıkarak bir takım projeler üretir; daha sonra tasarılarını hayata geçirmeye çalışır; hayatının her dönemecinde yaşadıklarını değerlendirir ve ondan teorik sonuçlar çıkarır. Öyle ki, bugün Proudhon’un projelerini savunan anarşist dünyada yok gibidir, ama bu projeleri ortaya koyarken kullandıkları temel kavramlar anarşist geleneğin belkemiğini oluşturur.

    Proudhon, Rousseau’cu toplum sözleşmesi kavrdıbına dayanan merkezi devlete her zaman karşı çıktı. Ona göre toplum sözleşmesi, bir varsayım ve metafordan ibaretti; mülkiyetin kutsallığına dayanıyor, eşitsizliği onaylıyordu. Bu da adaletin yok olmasıydı. Adaletin olmadığı bir toplumsal örgütlenme doğal değildi. Mülkiyet Nedir? adlı ünlü kitabında kapitalist özel mülkiyetin ayrıntılı tahlilini geliştiren Proudhon, otoriter komünistlerle de polemiğe giriyor, üretim araçlarının kolektif mülkiyetine de karşı çıkıyordu. Komünizm eşitliği sağlayabilirdi, ama bu kez de bireyin bağımsızlığını ortadan kaldırıyordu. Çözüm olarak mülkiyet kavrdıbının (property) karşısına zilyetlik(?) (passesion) kavrdıbını çıkardı. Kişi çalıştığı sürece toprak ve diğer üretim araçlarının sahibi olabilmeli, ürün üzerinde de tam denetimi olmalıydı. Proudhon, aileyi toplumun temeli ve doğal bir örgütlenme birimi olarak görüyordu; o yüzden de ütopyasını tarım ve el zanaatları alanındaki aile işletmeleri üzerine kurdu. Çocukluk günlerinin geçtiği küçük bir Fransız kasabası olan Besançon’un atmosferi ilk düşünceleri üzerinde oldukça etkiliydi. Bireysel zilyetliğin söz konusu olamayacağı endüstriyel üretim, analizlerinde yer almıyordu. Toplumu temeli olarak aileyi kutsarken kastettiği bölünmüş, çıkar üzerine kurulmuş burjuva çekirdek aile değildi. O pastoral bir hayatı özlüyordu ve doğayla iç içe yaşayan geleneksel geniş aileden yanaydı. Mülkiyetin yerine zilyetliği öneren Proudhon, "toplum sözleşmesi" yerine de bireyler arasında "özgür sözleşmeyi" öneriyordu. Böylece toplum, merkezi devlet tarafından otoriter kurumlar aracılığıyla yukarıdan aşağıya örgütlenmeyecek, özgür sözleşmeler aracılığıyla bir federasyon olarak örgütlenecekti. Besançon’dan Lyon’a giden Proudhon burada işçi sınıfıyla tanıştı. Onların geliştirdiği "karşılıklı yardımlaşma" (mutual aid) ilkesinden etkilendi, aile işletmelerinin zorunluluğunu savunmaktan vazgeçti. Karşılıklı yardımlaşma ilkesini hayata geçirmeye çalışan yeraltı işçi gruplarına katıldı. Çeşitli sosyalist gruplar arasında ilişkiyi sağlamaya çalıştı. Kısa zamanda işçilerin doğal liderleri haline geldi. Artık toplum tasarımını karşılıklı yardımlaşma ilkesine dayalı işçi birlikleri üzerine kurmuştu. Bu birlikler ekonomik temelde atölyeler halinde örgütlenecekler; gerekli hammadde ve üretim aracı için koordinasyonu sağlayacak halk bankasından faizsiz kredi alacaklar, karşılığında emek çekleri vereceklerdi. Proje bugün bize çok saf geliyor; ancak başta da belirttiğimiz gibi projenin dayandığı kavramsal çerçeve bugün de geçerliliğini koruyor. Proudhon’a göre eğer sosyal devrim politik devrim aracılığıyla gerçekleşirse büyük sorunlar yaşanacaktır. Önemli olan yeni sosyalist hareketi "atölyelerin savaşı" olarak örgütlemektir. işçilerin politik olmayan örgütlenmesi! Bu fikir daha sonra milyonları harekete geçirecek olan anarko-sendikalizmin temeliydi. Proudhon’un projesinde ufak(!) bir sorun vardı. Kilit öneme sahip halk bankasının kurulması için gerekli sermaye nereden bulunacaktı? Bunun için parlamentoya girip devletin elindeki kaynaklarının bir kısmını bu işe yöneltmeyi denedi. 70 000 oyla meclise seçildi. Proudhon’un bu dönemi değerlendiren yazıları anarşist hareketin antiparlamenter kemikleşmiş tutumunun teorik kaynaklarındandır. Proudhon politik devrime kuşkuyla bakıyordu. O hayatını sosyal devrime adamıştı ve şiddete çok uzak bir kişilik yapısına sahip olduğundan bu devrimin kansız gerçekleşebileceğini umuyordu.

    Hazır konu açılmışken, anarşizmle terörizmi eşitleyenlere de bir cevap verelim. Anarşist duyarlılık genel olarak şiddetten tiksinmeyi gerektirir. Çünkü tahakkümün ancak şiddetle yürütülebileceğinin farkındadır. Nitekim Tolstoy, Thoreau, ve Gandi çizgisini şiddete karşı metafizik boyutta ve mutlak bir tutum alır. Kendilerini zaman zaman anarşist olarak ifade eden ve devletsiz bir yaşam tasarladıklarından -öyle de olan bu çizgi- "pasifizm" olarak anılır. Anarşizm dışında hiçbir modern politik akımın içinde böylesi bir pasifizme yer yoktur; çünkü politik akımların tümü iktidarı hedefler ve şiddet uygulamayan bir iktidar mümkün değildir. Olsa olsa bu politik akımlar iktidar yürüyüşlerinde bazı pasifist yöntemleri kullanabilirler. Hal böyle olunca bu bayların, bir kanadı pasifist olan bir hareketi nasıl terörle özdeşleştirdiklerine insan hayret ediyor. Diyebilirler ki biz şiddetin yasalar çerçevesinde uygulanmasından yanayız, bu terör değildir. Yasalar çerçevesinde ! Oysa biz biliyoruz ki her politik güç devlet haline gelmeden, yani kendi idaresini insanlara yasa olarak dayatmadan evvel yasadışıdır. Har kuruluşunda kan vardır, başka türlü de olamaz. Yeni bir devlet kurmak için eskisini yıkamak gerekir. Gene diyebilirler ki bizim devletimiz terör eylemleriyle değil, kitlesel ayaklanmayla, ya da iç savaşı yürüten düzenli bir ordu tarafından kuruldu. Yani her cinayet terör değildir, suikast vs. gibi şiddet eylemleri terördür demek isterler. Biz de onlara yoksa Bosna’da Avusturya-Macaristan veliahtını öldürerek 1. Dünya Savaşı’nın başlama vuruşunu yapan Sırp milliyetçisinin de mi anarşist olduğunu sorar, meseleyi kapatırız. Çok ısrar ederlerse gizli servislerin, mafya bağlantılarının vs. dosyaların da açarız.
    Tümünü Göster
    ···
  10. 85.
    0
    (bkz: anarcho punk)
    ···
  11. 86.
    0
    icat cikarmayin benim basima doguz herifler
    ···
  12. 87.
    0
    (bkz: bakar bakmaz boşalıcağım)
    ···
  13. 88.
    0
    AdAletin bittiği yerde AnArşizm bAşlAr!
    ···
  14. 89.
    0
    isyan devrim anarşi!
    ···
  15. 90.
    0
    @1 i okudum

    sonra sol taşşağa baktım

    bir sigara yaktım ve geçmişi düşündüm

    anarşi geçmişi ve geleceği düşünmeden yaşayabilmektir binler.
    ···
  16. 91.
    0
    devleti ortadan kaldırmaktır neden yönetilmeye ihtiyaç duyuyoruz anlamıyorum
    ···
  17. 92.
    0
    ben bu başlığa entry girmemişim ya yıllardır. püü bana
    ···
  18. 93.
    0
    ███▓▓▓▓▓▓▓▓▓╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬▓▓▓╬╬╬╬╬╬▓█
    ███▓███████▓▓╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬▓███▓▓▓▓█▓╬╬╬▓█
    ███████▓█████▓▓╬╬╬╬╬╬╬╬▓███▓╬╬╬╬╬╬╬▓╬╬▓█
    ████▓▓▓▓╬╬▓█████╬╬╬╬╬╬███▓╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬█
    ███▓▓▓▓╬╬╬╬╬╬▓██╬╬╬╬╬╬▓▓╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬▓█
    ████▓▓▓╬╬╬╬╬╬╬▓█▓╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬▓█
    ███▓█▓███████▓▓███▓╬╬╬╬╬╬▓███████▓╬╬╬╬▓█
    ████████████████▓█▓╬╬╬╬╬▓▓▓▓▓▓▓▓╬╬╬╬╬╬╬█
    ███▓▓▓▓▓▓▓╬╬▓▓▓▓▓█▓╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬▓█
    ████▓▓▓╬╬╬╬▓▓▓▓▓▓█▓╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬▓█
    ███▓█▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬▓█
    █████▓▓▓▓▓▓▓▓█▓▓▓█▓╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬▓█
    █████▓▓▓▓▓▓▓██▓▓▓█▓╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬██
    █████▓▓▓▓▓████▓▓▓█▓╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬██
    ████▓█▓▓▓▓██▓▓▓▓██╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬██
    ████▓▓███▓▓▓▓▓▓▓██▓╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬█▓╬▓╬╬▓██
    █████▓███▓▓▓▓▓▓▓▓████▓▓╬╬╬╬╬╬╬█▓╬╬╬╬╬▓██
    █████▓▓█▓███▓▓▓████╬▓█▓▓╬╬╬▓▓█▓╬╬╬╬╬╬███
    ██████▓██▓███████▓╬╬╬▓▓╬▓▓██▓╬╬╬╬╬╬╬▓███
    ███████▓██▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓▓╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬████
    ███████▓▓██▓▓▓▓▓╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬▓████
    ████████▓▓▓█████▓▓╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬▓█████
    █████████▓▓▓█▓▓▓▓▓███▓╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬▓██████
    ██████████▓▓▓█▓▓▓╬▓██╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬╬▓███████
    ███████████▓▓█▓▓▓▓███▓╬╬╬╬╬╬╬╬╬▓████████
    ██████████████▓▓▓███▓▓╬╬╬╬╬╬╬╬██████████
    ███████████████▓▓▓██▓▓╬╬╬╬╬╬▓███████████

    anarşizm, diktatörel yönetimlerin ilacıdır
    Tümünü Göster
    ···
  19. 94.
    0
    sıkıldım laaan
    ···
  20. 95.
    0
    http://www.youtube.com/watch?v=3tfBd5LWCOc
    ···