1. 1.
    +2
    insanların uydurmuş olduğu diğer tüm inanç ve varsayımlar bilimsel açıdan geçersizdir. yani kısaca özetlemek gerekirse hayatın amacı

    bitmek tükenmek bilmeyen bir yaşama iradesidir. çoğu kişi bu gerçekle yüzleşmekten kaçındıklarından böyle şey mi olur diyerek yırtmaya

    çalışmaktadır ama kendilerini kandırmaktan başka pek bir şey başardıkları söylenemez zira şu çok net bir şekilde açıktır ki hayatın amacı

    aynı zamanda hayatın kendisidir. diğer soruya (neden ahlaksızlık yapmıyorsun) birkaç alıntıyla cevap vericem üstüne pek fazla ekleyeceğim

    bir şey yok çünkü. dawkins: "gerçekten iyi olmaya çalışmaktaki tek amaç tanrının onayını ve ödülü almak ya da kınaması ve cezalandırmasından

    sakınmak mıdır? bunun ahlaklı olmakla hiçbir ilgisi yoktur, bu yalnızca yağcılık etmektir, dalkavukluktur. her hareketini hatta derin

    düşüncelerini gözleyen gökyüzündeki kontrol merası ya da kafanın içindeki çelik küçük ileti cihazını gizliden gizliye kollamaktır"

    einstein: "eğer insanlar gerçekten sadece cezalandırılmaktan korktukları ya da ödüllendirileceklerini umut ettikleri için iyi kalplilerse

    o halde gerçekten çok acınacak haldeyiz" shermer: eğer tanrının yokluğunda hırsızlık, tecavüz ve cinayet suçlarını işleyeceğinizi

    onaylıyorsanız ahlaksız bir insan olduğunuzu ifşa etmiş olursunuz ve sizi gördüğümüzde yönümüzü değiştirmemiz konusunda oldukça tedbirli

    davranırız. diğer yandan eğer ilahi gözetim altında değilken bile iyi bir insan olmayı sürdüreceğinizi söylerseniz tanrının varlığının

    iyi bireyler olmamız için zorunlu olduğu iddianızı kaçınılmazca sarsmış olursunuz." tüm bunların yanında ben de şunu eklemek isterim ki

    dini iyi bir toplum düzeni oluşturulması açısından gerekli bir şey olarak görseniz de bu hiçbir şekilde tanrının varlığını kanıtlamaz ve

    din tartışmalarında tamamen geçersiz bir ifade olduğu gibi sizin dini hayatı toz pembe görmeye yarayan bir beyin uyuşturucusu gibi

    gördüğünüzü özetler. bunun anlaşıldığını umuyorum ve dincilerin en önemli tezi olan şu anki yaşamın mümkün olanların en iyisi olduğu

    varsayımını kendi bilgim dahilinde cevap vermeye çalışmaya geçiyorum. çoğu dinci evrenin, dünyanın ve insanın mümkün olanların en iyisi

    olduğunu düşünüyor. ancak bu tamamen bir varsayıma dayandığından ve evrendeki düzenin bir zeka gerektirdiği görüşünün

    dayanak açısından yetersizliğinden tanrının varlığını kanıtlamadığı gibi, halihazırda bulunan düzeni tamamen olmasa da büyük oranda

    açıklayan bilimsel teoriler de vardır. fakat bunu anlamak için evrimi anlamak gerekiyor ilk başta. evrimi anlamak için de şu yanılgıları

    kafamızdan silmek gerekiyor: 1- maymundan da gelmiyoruz balıktan da kertenkeleden de. maymun türüyle aramızdaki tek bağlantı atamız ortak

    olduğundan kuzen olmamız. dahası zamanda biraz daha geriye gidersek şu anda yeryüzünde görebileceğiniz tüm canlılarla (bitkiler dahil)

    atamızın ortak olduğunu görüyoruz. ne kadar açıklayıcı olur bilmiyorum ama evrim kısaca şunu açıklamaya çalışır: canlılık kendi kendini

    kopyalayabilme kabiliyetine sahip moleküllerin ortaya çıkışıyla başlar ve bu zamandan itibaren 'canlı' olarak adlandırılan tüm organizmalar

    'doğal seçilim' yoluyla nesiller geçtikçe farklılaşmaya başlar. ve bir şekilde farklı ortamlara dağıldıkları zaman evrimleri tamamen

    birbirlerinden farklı ve bağımsız bir şekilde gelişir. örneğin çok geçmiş zaman önce (günümüzden yaklaşık 3 küsur milyar yıl)

    suda var olan bir balık türünün bir kısmı yavaş yavaş kara yaşdıbına ayak uydurup atıyorum kertenkele benzeri bir yaşam formuna

    dönüşüp diğer kısmı suda yaşdıbını sürdürmeye devam ederse bu balık türü bir zaman sonra kertenkele (tabiki günümüzdekinden çok farklı)

    ve balık şeklinde iki ayrı türe dönüşür (bu iki türü ayrı birer tür olarak nitelendirmemiz için birbirleriyle çiftleşemeyecek kadar

    farklılaşmış olmaları yeterli) evrimin anlatmak istediği kısaca budur. insan da bu tür onlarca evrimsel olaylar zincirinin sonucunda

    oluşmuş sıradan bir canlıdan farklı değildir. dolayısıyla bu noktada insan-hayvan gibi bir ayrıma gitmenin hiçbir anlamı yok.

    günümüzdeki insanın hayvanlara oranla çok daha gelişmiş tek yanı zekasıdır ve bu bile böyle bir ayrıma gitmek için yeterli bir neden

    değildir. (kartalları da çok iyi gördüklerinden ayırmamız gerekirdi o zaman. aynı şekilde çıtaları da çok hızlı koştukları için vs.)

    yani bir balık türü durup dururken karaya çıkalım kertenkele olalım, sonra kimimiz aslan kimimiz dinozor kimimiz maymun olur ordan da

    insan türüne geçiş yaparız demedi. ve üzgünüm ama evrimin de, doğanın da, canlılığın da nihai sonucu değiliz. bunu anlamak için

    öyle işin tekniğine de çok fazla girmeye gerek yok. şöyle bir örnek var: sürüngenlerde müthiş duyarlı olan jacobson organı insanlarda

    tamamen körelmiş durumdadır. ve bunu kullanabilseydik şu anda kilometrelerce uzaktaki kokuları çok net bir keskinlikte algılayabilecektik.

    aynı şekilde görme dediğimiz şey elektromanyetik spektrumun milyar kere milyar kere milyarda birlik bir kısmını algılamaktan ibaret
    Tümünü Göster
    ···
  2. 2.
    +2 -1
    bugün insanlık için küçük kendim için büyük bir karar aldım, bir daha şu 3 konu üzerinden kimseyle tartışmayacağım:

    1- din, 2- siyaset, 3- tavuğun mu yumurtadan yoksa yumurtanın mı tavuktan çıktığı.

    sadece buraya bunlarla ilgili birkaç tweet atıp tüm bilgi ve fikirlerimi sonsuza dek beynimin zifiri kuytularına gömecem.

    öncelikle din hakkında tartışmama sebebim herhalde her özgür fikirli insanların malumudur. yeni fikirlere tümüyle kapalı kişiler için

    aklın ve mantığın pek önemli olduğunu sanmıyorum. bunları diğer insanlardan ayıran en önemli özellikleri bilim ve akılcılıktan bihaber

    olmalarıdır yalnızca. bir düşünceye körü körüne bağlı ve o düşüncesinden şüphe etmekten dahi çekinen insanlarla tartışamazsınız.

    siyasette de durum çok farklı değil ama siyasi duruşlar daha çok vatan, millet ve birey kavramlarına biçilen değerlerle ilintili olduğundan

    bunları tartışmak tamamen boş uğraştır diyemeyiz. neyse ki bu değerleri özgürce seçebildiğimiz bir ülkede yaşıyoruz ancak bu fikirlerimizi

    eyleme dökme konusunda o kadar özgür olduğumuz söylenemez. nedeni sanıyorum çok açık; bir ülkenin halihazırda var olan yönetim şekline aykırı

    eylemler her daim düzeni bozucu unsurlar olmuşlardır ve devlet denilen olgu da bu düzeni sağlamak için var zaten.

    yani bir ülke anarşizm anlayışını benimsemediği sürece vatandaşları her daim kısıtlamalara maruzdur ve o ülke için özgürlükten söz edilemez.

    evet şu an en gelişmiş ülkeler olarak gösterilen amerika da özgür bir ülke değil, ingiltere de değil, rusya da değil. türkiye hiç değil.

    haliyle amerika en özgür, ingiltere %70 oranında özgür, türkiye suriye'den daha özgür, afganistan pek özgür bir ülke değil gibi söylemler de

    felsefi açıdan değersizdir zira özgürlük kendi içindeki tanımı nedeniyle biraz özgür, çok özgür, şu oranda özgür gibi ayrımları reddeder.

    yani ya özgürsündür ya da sistem tarafından kısıtlanmış durumdasındır.

    tavuğu tartışmama sebebim daha açık. henüz insan olmuş değiller, evrimleşip insan gibi mükemmel(!) bir hale gelene kadar tartışılmamaları

    gerektiğini düşünüyorum. bir de tartışmak çok spesifik bir tabir gibi durdu şu ana kadar anlattıklarım her türlü görüş bildirme durumları

    için geçerlidir bana kalırsa. ama şimdi çoğunuza ironik de gelecek olsa son kez din ve tanrı hakkında tüm düşündüklerimi

    yazacam hem içimdekileri boşaltmış olurum hem de ne kadar mantıklı ve açık fikirli insanlara bir şeyler katsam o kadar mutlu olurum.

    şimdiye kadar kime ateistim dediysem her seferinde ilk tepkileri "o zaman neden yaşıyorsun? veya

    neden ahlaksızlık yapmıyorsun?" oldu. ilk sorunun aslında tümümüz için geçerli tamamen bilimsel bir cevabı var ama bu evrime inanmayanları

    pek tatmin etmeyecektir muhtemelen. yine de yazayım; elbette tüm hayvanlar alemi gibi biz insanlar da atalarımızın -genlerini nesilden nesle

    aktararak- aşama aşama geliştirmiş olduğu içgüdülere sahibiz ve bunlardan belki en temel olan 'yaşama içgüdüsü' bu soruya verilebilecek en

    bilimsel cevaptır. hatta hayatta kalmak için sahip olmamız gereken 'güç' de bunun bir sonucudur. yani canlılardaki yaşama içgüdüsü nedeniyle

    güçlü olanlar hayatta kalıp nesillerini devam ettirirler. yaşama içgüdüsüde evrimsel aşamadaki en önemli özellik olarak bir sonraki nesillere

    aktarılmıştır. bu açıdan bakıldığında yaşamın tek amacı hayatta kalmak ve üreyip genlerini bir sonraki nesillere aktarmaktır da denilebilir.
    Tümünü Göster
    ···
  3. 3.
    +1
    bunlar tekerleme gibidir panpa insanlar maymunlardan geldiyse simdi maymunlar neden insan olmuyor-insanlar topraktan geldiyse simdiki topraklar neden insan olmuyor-insan kaburgadan geldiyse simdiki kaburgalar neden insan olmuyor-ülkücüler kurtlardan geldiyse Minnesota TimberWolfs Neden insan olmuyor
    ···
  4. 4.
    +1
    bak kardesim al bunuda bi oku istersen

    tavuğu tartışmama sebebim daha açık. henüz insan olmuş değiller, evrimleşip insan gibi mükemmel(!) bir hale gelene kadar tartışılmamaları

    gerektiğini düşünüyorum. bir de tartışmak çok spesifik bir tabir gibi durdu şu ana kadar anlattıklarım her türlü görüş bildirme durumları

    için geçerlidir bana kalırsa. ama şimdi çoğunuza ironik de gelecek olsa son kez din ve tanrı hakkında tüm düşündüklerimi

    yazacam hem içimdekileri boşaltmış olurum hem de ne kadar mantıklı ve açık fikirli insanlara bir şeyler katsam o kadar mutlu olurum.

    şimdiye kadar kime ateistim dediysem her seferinde ilk tepkileri "o zaman neden yaşıyorsun? veya

    neden ahlaksızlık yapmıyorsun?" oldu. ilk sorunun aslında tümümüz için geçerli tamamen bilimsel bir cevabı var ama bu evrime inanmayanları

    pek tatmin etmeyecektir muhtemelen. yine de yazayım; elbette tüm hayvanlar alemi gibi biz insanlar da atalarımızın -genlerini nesilden nesle

    aktararak- aşama aşama geliştirmiş olduğu içgüdülere sahibiz ve bunlardan belki en temel olan 'yaşama içgüdüsü' bu soruya verilebilecek en

    bilimsel cevaptır. hatta hayatta kalmak için sahip olmamız gereken 'güç' de bunun bir sonucudur. yani canlılardaki
    yaşama içgüdüsü nedeniyle

    edit: okumadın degilmi ??? dogal olanı da okumaman zaten insan okuyacak lan o yazdıklarını
    ···
  5. 5.
    +1
    güzel yazı bu yazıyı burada paylaştığın için seni
    gerçek imana
    Kopirizm kilisemize davet ediyorum.
    ctrl+v kurtuluştur.
    Akasada kanımız zafer Koprizmin.
    ···
  6. 6.
    +1
    aslında senin ateist olma nedenin baskıcı bir islam toplumunda -gerçi islam toplumu olup da baskıcı olmayan toplum var mı bilmiyorum- yaşaman. eğer etrafında seni dine süren bu kadar etken(ler) olmasaydı sen bunları sorgulamayacak belki de düşünmeyecektin...

    bu arada neredeyse hepsini okudum şu hume'li kısım hariç orda bi dikkatim gitti de.
    ···
  7. 7.
    0
    @22 okudum hacı güzel yazmışsın.
    ···
  8. 8.
    0
    almayayım kanka
    ···
  9. 9.
    0
    @18 cermen kökenliyim. dolaysıyla babam cermen ve hristiyandır. luka,yuhanna gibi incillerde yaratılışın farklı olduğunu söylenemez. tevrat'a bakmadım ama orada da farklı olduğunu düşünmüyorum. evrim teorisi kanıtlanır ise dinler büyük bir çöküş yaşar bence. sadece dinler.
    ···
  10. 10.
    0
    okuyanı gibiyorlarmış diye duydum
    ···
  11. 11.
    0
    Allah niye kendi tasarladığı şeytan la başa çıkamadı ?
    Bu soruyla başladı Agnostik olmam...
    ···
  12. 12.
    0
    @12 hayır aslında dinlerdeki tanrı figürünü dahi çürüttüğünden tam olarak emin değilim. kuranda yazılanlara bakılırsa evrimin islamiyetle pek uyuşmadığı söylenebilir ancak bu diğer dinlerle de uyuşmayacağı anldıbına gelmiyor. tanrının canlıları yaratıp çeşitlendirirken evrim aşamasına tabi tuttuğu söylenebilir. kısaca evrim ateizm açısından tanrının gereksizliğini gösterir sadece, evrim varsa tanrı yoktur demek çok saçma bir iddia olurdu.
    ···
  13. 13.
    0
    aynen her @ den 2 kemıle okudum
    ···
  14. 14.
    0
    bunu okuyan kör olur kör huur çocugu
    ···
  15. 15.
    0
    duyma 20 kilohertzlik ufak bir aralıktaki hava titreşimlerini algılamaktan ibaret. bunların farklı kısımlarını algılayabilseydik

    çok daha başka duyularımız olacaktı. keza dokunma da birçok duyunun birleşimi, örneğin kaşınma ayrı bir duyu. tüm bunlara bakıp hala

    insan en mükemmel canlıdır diyebiliyorsanız gerçekten inancınızı tebrik etmekten başka yapabilecek şeyim yok. cennette payınıza

    en çok huri düşen kişi olursunuz muhtemelen. neyse, lafı daha fazla uzatmadan diğer bir yanılgıya geçiyorum. özellikle adnan yahya

    çok kullanır bu savı: "evrim yoktur çünkü geçmişten binlerce canlı türünün fosili bulunduğu halde tek bir tane ara tür bulunamamıştır.

    adnan yahya'nın ara türden anladığı ise kafası kertenkele vücudu ördek şeklinde bir canlı! ve böyle bir canlının fosili bulunmadığı için

    evrimin geçersiz olduğunu söylüyor. bu kısaca şu demek: benim yukarıda yazdığım balık ve kertenkele şeklinde iki ayrı türe dönüşen balık

    türü örneğimin geçerlilik kazanması için bir kısmı kertenkele bir kısmı balık şeklinde bir canlının olması gerektiğini savunmak demek

    ve hala bilimden bihaber bu adamın arkasında milyonlarca hayran kitlesinin olması herhalde toplumumuzun ne kadar cahil kaldığının

    en büyük göstergesidir. bir diğer yanılgı ise canlılığın nasıl başladığının bilinmemesi (öyle sanılması) ve evrimin bu yüzden geçersiz

    olduğu. birincisi evrim canlılığın nasıl başladığıyla ilgilenmez. evrim canlılar arası farklılaşmayı açıklar dolayısıyla bu tezin evrimle

    uzaktan yakından alakası olamaz. ikincisi canlılığın cansız moleküller tarafından oluşturulduğu görüşü bugün birçok deneyle desteklenmiş

    durumda ve birçok bilim adamı tarafından kabul gören bir teori. daha iyi anlamanız açısından

    şu linke göz gezdirmenizi tavsiye ederim: http://evrimagaci.org/makale/34/ yeri gelmişken şuradakileri: http://evrimagaci.org/sayfa/makale-arsivi/ okumanızı da öneririm.

    evrim hakkında kafanızda kalan tüm sorulara yanıt bulabilirsiniz sanırım. ayrıca googleda abiyogenez diye aratarak veya vikipedi

    dış kaynaklarda bulunan makalelere göz gezdirerek daha detaylı yazılar bulabilirsiniz bu canlılığın cansızlıktan başladığıyla ilgili.

    evrimi tam olarak anlamak için attığım makale linklerini göz gezdirmenizi öneririm ama özellikle evrimin en büyük dayanaklarından olan

    doğal seçilimi anlamak evrimi anlamada çok kritik role sahiptir o yüzden en başta şu makaleyi okumanızı öneriyorum: http://evrimagaci.org/makale/108/

    tüm bunların yanında dawkins bu evrimsel sürecin tüm evrene uyarlanabileceğini söyler, yani uzaydaki düzen de bu şekilde oluşmuş olabilir.

    bir de neden hiçbir şey yok da bir şeyler var konusu yanlış hatırlamıyorsam 17. yüzyıldan beridir -özellikle evrenle ilgili yeni buluşların

    ortaya çıkmasıyla- sürekli bilimin gündeminde olmuş bir konu ve o zamanın filozofları evrenin ezeli olduğunu düşünüyorlardı.

    ateistler ise yokluğun doğal, varlığın yapay olduğu önkabulüne karşı çıkmakla yetiniyorlardı. ta ki big bang buluşuna kadar. big bangle

    birlikte tüm evren algımız değiştiğinden varlık nasıl oluştu sorusuna bakışımız da değişti. ve şu anda stephen hawking bu 'ilk neden'

    sorunsalını tamamen akılcı ve bilimsel bir teoriyle ele alıyor. bu teori kuantum fiziğine dayanıyor. bilenler vardır atomaltı ölçekte

    atomaltı parçacıkların çok sıradışı hareketleri vardır. öyle ki atomaltı parçacıkların davranışlarını hayatımızın herhangi bir anında

    tecrübe edinmiş olsaydık bunu hiçbir şekilde açıklayamaz durumda olurduk. kuantum fiziği özetle şunu der: atomaltı boyutlarda parçacıklar

    tamamen olasılıksal hesaplarla hareket ederler. yani bir elektronun hem konumunu hem de hızını kesin bir doğrulukla ölçemeyiz dolayısıyla

    bu ölçekte tamamen bir belirsizlik hakimdir! daha da ilginci, bu elektronlar davranışlarını gözlemcinin varlığına bağlı olarak

    değiştirebilir!!! (bu fazla ilginçti, ancak üç ünlem kurtarırdı) çift yarık deneyini kaçınız izledi bilmiyorum ama bu olayı en iyi

    o video ile anlayabilirsiniz sanırım. video şu: http://www.youtube.com/watch?v=q3h7wr_ir3w yani elektronları çift yarıktan geçirdiğimizde duvarda iki ayrı

    girişme modeli oluşmasını beklerken elektronların duvara dalgalar şeklinde çarptıkları gözlemleniyor. elektronlar dalga şeklinde mi hareket

    ediyor acaba diye şüpheye düşen fizikçiler elektronların hareketlerini incelediklerinde ise duvarda çift girişme modeli olduğunu görüyorlar

    yani atomaltı ölçekte elektronları inceleyen bir gözlemci olması elektronların davranışlarını ve hareketlerini değiştiriyor.
    Tümünü Göster
    ···
  16. 16.
    +1 -1
    şimdi tüm bunların konuyla ne ilgisi var? şu ilgisi var:

    atomaltı ölçekte durup dururken var olan ve varken yok olan parçacıklar da gözlemlendi. işte bu gözlem büyük patlamanın

    sonucunda oluşan evrenin bir müdaheleye bağlı olmaksızın oluşabileceği fikrini ortaya çıkardı. bildiğiniz gibi patlamanın hacimsiz

    bir noktada gerçekleştiği düşünülüyor ve bu ölçekte newton fiziği değil kuantum fiziği geçerli olduğundan nedensellik ilkesinin

    gereksiz olduğu düşünülüyor. bu tabiki onlarca teoriden yalnızca biri ancak evrenin bir müdaheleye bağlı olmadan kendiliğinden

    oluşabileceğiyle ilgili müthiş güçlü bir teoridir. son olarak şunları söylemek istiyorum bu konuda. neden bir şeylerin var olduğuyla

    ilgili veya bunca düzenin bilinçsiz atom parçacıklarının hareketleri ile kendiliğinden nasıl oluşabileceğiyle ilgili kesin bilimsel

    bir buluşun olmaması bu boşluğu tanrıyla doldurmamızı gerektirmez. çok eski zamanlarda ay tutulmasını açıklayamayan insanlar bunun

    kendilerine tanrıdan bir işaret olduğuna inanıyorlardı. bu gibi açıklayamadıkları onlarca olaya karşılık çeşitli tanrılar icat ettiler

    kimi güneşe taptı kimi suya kimi ise ineğe.. hala bu tür varlıklara tapanlar var ve günümüzde bu tanrıları icat edenlere de

    inananlara da zütümüzle gülüyoruz. kimbilir bir 500 yıl sonraki nesil bizim hakkımızda ne düşünecek? bilimsel olarak pek az bilgiye

    sahip olmamızı anlayışla karşılayacaklarını umuyorum ama ya inandığımız tanrılar hakkında ne düşünecekler? biz şu an çağlarındaki

    bilgisizliğe rağmen bu güneşe filan tapanları komik buluyoruz, adamlar bizim içinde onlarca çelişki barındıran kitapları kusursuz

    bir varlığın indirdiğine inandığımızı düşünseler nereleriyle gülerler kim bilir. tanrıya inanmayı geçtim bile bakın.

    neyse bu kısım komple şakaydı. şimdi rezil olma korkusu yüzünden inanmadığımı düşünmenizi istemem.

    o kadar yazdım şunu da aradan çıkarayım: bazı dinciler biz yanılırsak kaybımız yok sen yanılırsan sıçtın diyorlar.

    bu pascal'ın bahsi diye anılır onun da hz.ali'den aldığı söylenir. google'da pascal'ın bahsi diye aratırsanız bu ilginç mantığa birçok yanıt

    bulabilirsiniz ama ben kendi adıma şöyle cevaplandırıyorum: bu şekilde bir inanç sizden gönülden inanmanızı bekleyen bir tanrıyı

    tatmin etmeye yeteceğini düşünmüyorum. çünkü bunun kalpten inanç ile uzaktan yakından alakası yok. basit bir tüccar mantığından

    farklı görünmüyor. ve eğer ben bir tanrı olsaydım bu şekilde inanan birine tanrının varlığını cesurca sorgulayan birinden daha fazla

    değer vermezdim. son olarak şunu sorarım, uçan spagetti canavarının olmadığı konusunda ya siz yanılıyorsanız? (dawkinsten çaldım evet)

    madem 'aradan çıkarmak' söz konusu, şunu da çıkarayım o zaman. bu pascal'ın bahsinden sonraki ikinci favorim. neredeyse tüm dinciler

    tarafından kullanılır: "madem tanrıya inanmıyosun, o zaman yokluğunu kanıtla!" şöyle de devam ederler: "bir şeyin yokluğuna kanaat

    getirmek için tüm evreni başından sonuna kadar incelemek gerekir" ve şöyle bitirirler: "o yüzden tanrı vardır"

    "o zaman sana günde iki ölçek richard dawkins, iki ölçek stephen hawking, bir ölçek de nietzsche yazıyorum" der yollarım böylelerini.

    (nietzsche'yi ilk bir hafta yarımşar tabletler halinde alın. zira fazla doz beklenmedik yan etkiler oluşturabilir)

    bir şeyin yokluğu nasıl kanıtlanabilir? benim sirius yıldızının iki ışık dakikası sağında bir su bardağının olmadığına inanmamam için

    bir nedenim olmak zorunda mı illa ki? veya bunu kanıtlamak zorunda mıyım? (russell'in çaydanlığı hikayesindeki değişkenleri de

    ne acayip değiştirdim ehehe, neyse reyizin fikrini de yazalım binlik olmasın)

    "eğer ben dünya ve mars arasında eliptik bir yörüngede güneşin etrafında dönen çin seramiği bir çaydanlık olduğunu öne sürseydim ve bu

    çaydanlığın en güçlü teleskoplarımızla bile tespit edilemeyecek kadar küçük olduğunu ekleyecek kadar da dikkatli olsaydım, kimse bu görüşümün

    tersini kanıtlayamazdı. ama devam edip de bu savımın yanlışlanamaz nitelikte oluşundan dolayı insan aklının ondan kuşku duymasının kabul

    edilemez bir küstahlık olacağını söyleseydim, herkes haklı olarak saçmaladığımı düşünürdü. ancak, eğer böyle bir çaydanlığın varlığı eski

    kitaplarca onaylansaydı, her pazar günü kilisede kutsal gerçeklik olarak öğretilseydi ve okullarda çocukların beynine kazınsaydı, onun

    varlığından kuşku duymak bir gariplik belirtisi olarak görülür ve o kuşkuyu duyan kişiye yakınçağda bir ruh doktoruyla ya da daha önceki

    çağlarda bir engizisyon yargıcıyla bir randevu alınırdı."
    Tümünü Göster
    ···
  17. 17.
    0
    son olarak şu var: "tanrıyı içimde hissediyorum, ona dua ettiğimde veya namaz kıldığımda kendimi acayip şekilde rahatlamış hissediyorum"

    diyenler var. bu rahatlamanın sebebinin tanrı olmadığını kimse ispatlayamaz, ancak herhangi bir şeye karşı duyulan inancın günümüzde

    fizyologlar tarafından rahatlık sağladığı kanıtlanmıştır. güçlü bir inancı olmayan biri namaz kıldığında kendini bir cami hocası kadar

    rahat hissetmez. bunun da tanrıdan gönderilen rahatlama hissiyle en ufak bir ilgisi yok, tamamen inanan kişiye göre değişiyor.

    yani siz namaz kıldığınızda veya kuran okuduğunuzda huzurlu hissediyorsanız bu tanrının var olduğunu değil, inancınızın güçlülüğünü gösterir

    ne demiş nietzsche? "güçlü bir inanç, yaşam için, ortaya çıkmış herhangi bir tek gerçek mutluluktan çok daha büyük bir uyarıcıdır"

    en popüler teist/deist savlarına bilgim yettiğince cevaplar vermeye çalıştım. şimdi kendim semavi dinlerde gördüğüm mantıksızlıkları

    (tabiki kime göre neye göre) yazacam. merak etmeyin kurandan çelişki filan yazmayacam zira ne göstersek bir kulp buluyorsunuz.

    öncelikle teistlerle şu noktada anlaşamıyorum: yeryüzünde yüzden fazla din var ve kendileri davalarında haklılarsa allah benden bu kadar

    din içinden yalnızca kendisinin dinini seçmemi bekliyor ve beni dinine yönlendirecek en ufak bir kanıtı yok. üstelik bana sormadan etmeden

    beni yaratmayı seçmiş ve inanmazsam sonsuza dek yakmakla tehdit ediyor. inanırsam kurallarına sıkı bir şekilde bağlı olmamı bekliyor.

    anlaşılan bana dünyada iyi bir hayat vermek yerine tüm hareketlerimi kendisinin belirlediği sınırlar çerçevesinde yapmamı istiyor veya

    biraz daha kaba bir tabirle açıklamak gerekirse beni kendisine köle yapıyor. müritlerinin ise tüm bunlara cevabı "sınav"

    insan durup düşünüyor tabi ne sınavı neyin sınavı? giberim böyle sınavı diyip telefonu kapatası geliyor ama buna da izin verilmiyor sanırsam

    yahu islamiyetten önce sana inananları cennete koydun eyvallah da hıristiyan bir aileden gelen çocuğun ne suçu var? yahudi veya?

    özellikle bu örnekleri veriyorum zira islam dışında toplumların en çok hassasiyet duyduğu dinler bunlar. bu çocuk bir de körü körüne

    inanan bir aileden geldiyse vay haline. bunca aile ve çevre baskısına rağmen bu kişiden kendi dininden kurtulup islamiyeti seçmeyi beklemek

    adaletsizce değil mi tanrım? bu hıristiyanlık veya musevilik yine iyi, en azından kişi neye inanmak istediğini kendisi özgürce seçebiliyor.

    peki ya islam ülkeleri niye bu konuda bu kadar sert? müslüman bir aileden gelen kişi dinden çıktığında neden idam ediliyor? zaten öteki

    tarafta yakacaksın burda rahat bırak bari be! dinde zorlama yok derler bir de, peh!

    kaldı ki bu özgür irade olayı da tam anlamıyla fiyasko. bırak din gibi çok çok spesifik bir kavramı, bir renk seçme oyununda kırmızı mı

    yoksa mavi rengi mi seçeceğin bile geçmişte yaşadığın deneyimlerinle ve yine o anda var olan düşüncelerini oluşturmuş geçmişinle alakalı.

    bilim 21. yüzyılda iradenin özgürlüğünü tamamen geçersiz sayarken, tüm hayatını değiştirecek olan bir seçimi çevre ve aile baskısından

    kurtulup seçmek bir insandan nasıl beklenebilir? ve eğer bunu başaramazsa sonsuza dek cehennemde yakmak nasıl bir merhametsizliğin ürünüdür?

    bir de cehennemin var olma nedeni nedir bilen anlayan beri gelsin. insanları bu cehennem olgusuyla korkutup dinine çekmeye çalışmak mı?

    kendisine inanmayan kuluna karşı duyduğu öfke mi? hiçbir emek sarfetmeden bu dünyaya geldin ve bana inanmadın yan o zaman!! düşüncesi mi?

    bunlardan hangisi sonsuz merhametli bir tanrıya yaraşır? buna da nietzsche'nin çok güzel ve olayı özetleyici bir sözüyle nokta koyuyorum:

    "ne? insanları kendisine inanmaları koşuluyla seven bir tanrı ha? bu sevgiye inanmayanlara korkunç gözlerle bakan,

    tehditler savuran bir tanrı! ne yani! her şeye kadir bir tanrı duygusu saklı kalmak koşuluyla bir sevgi!

    onur duygusunu da, öcalma susamışlığını da altedememiş bir sevgi! ne kadar şark'a yaraşır şeyler bütün bunlar!

    "seni seviyorsam sana ne bundan?" işte bir söz ki bütün hıristiyanlığı eleştirmeye yeter."
    Tümünü Göster
    ···
  18. 18.
    0
    tüm bunların yanında kötülük problemi de ayrıca din felsefesinde yüzlerce yıldır konuşulan bir konu. ve buna verilebilmiş mantıklı bir

    cevap yok. bazı din felsefecileri kendi içinde tutarlı yanıtlar verdiklerini iddia etseler de bu yanıtları sonsuz iyi ve sonsuz güçlü

    tanrı ile çelişmektedir. bu problemi ilk ortaya atan epikuros kısaca şöyle açıklar: "tanrı kötülükleri ortadan kaldırmak istiyor da

    kaldıramıyorsa gücü sınırlıdır, kaldırmaya gücü yetiyor da kaldırmıyorsa o kötüdür, hem kaldırmak istemiyor hem de kaldıramıyorsa o hem

    kötü hem de güçsüzdür. eğer hem ortadan kaldırmayı istiyor hem de kaldırmaya gücü yetiyorsa bunca kötülüğün kaynağı nedir? veya niçin

    kaldırmamaktadır?" buna çözüm yolu olarak birkaç farklı fikir geliştirilmiştir ancak özellikle aydınlanma çağından sonraki bazı önemli

    düşünürler bu fikirlere her seferinde karşı çıkmış ve eleştirmiştir. platon bu probleme karşı çözüm yolu olarak şu düşünceyi geliştirmiştir:

    "tanrı yeryüzündeki her şeyin sebebi değildir. o yalnızca iyi olan şeylerin sebebidir, kötülüğün sebebi başka yerlerde aranmalıdır"

    leibnizin bu konudaki görüşü ise platon'unkine benzer ancak kötülüğün kaynağının kötü ruhlu insanlar olmadığını, tamamen varlığın kusurlu

    olması dolayısıyla kötülüğün var olduğunu savunur. ona göre varlık ekgib yaratılmış olduğundan kötülük vardır ve varlıklar mükemmel

    olsalardı tanrıdan farkları kalmazdı.

    augustinus'un cevabı ise "tanrı insanı tamamen iyi ve kusursuz bir şekilde yaratmıştır ve onu kötülüklerin olduğu bir dünyaya koymuştur.

    ama insan özgürlüğünü kasıtlı olarak kötüye kullanmıştır ve kötü insanlar tanrı tarafından cezalandırılacaklardır." olmuştur.

    aydınlanma çağının en önemli düşünürlerinden david hume tüm bu görüşleri sert bir şekilde eleştirir. çünkü onun için tüm bu cevaplar

    bir varsayıma ve temenniye dayanır: "biri, evrenin bir zaman tasarı gibi bir şeyden çıktığını söyleyebilecek ya da kestirebilecektir.

    fakat bu noktanın ötesinde tek bir şey bile söylemeyecek ve teolojisinin her bir noktası, son derece geniş bir hayal ve varsayma boşluğuyla

    saptanmaya bırakılacaktır. böyle bir kişinin bilebileceği kadarıyla bu dünya, üstün bir ölçütle karşılaştırıldığı zaman çok kusurlu ve

    yetkinlikten pek uzaktır. bir çocuk tanrının ilk denemesi olabilir. aksak işçilikten utanıp belki onu, sonradan yüzüstü bırakmıştır.

    evren bağımlı, aşağı düzeyde bir tanrısal varlığın eseri olabilir. belki üstlerinin alay konusudur. yahut çok yaşlanmış bir tanrının

    bunaklık çağının bir ürünüdür de aldığı ilk hız ve etkin atılışla, onun ölümünden beri kendi başına bir macera yaşamaktadır."

    schopenhauer ise kötülük problemine karşı sürülen savların kötülüğü kaldırmaya yetmediği ve kötülüğün her daim varlığını sürdüreceği

    düşüncesine dayanarak karşı çıkar. ona göre dünyanın özü kötüdür ve yapılması gereken en iyi şey yaşam istencini reddetmektir.

    tüm bunlara ek olarak çoğu dinci kötülüğün varlığının dünyadaki sınavın bir parçası olduğunu söylemekle yetinip basite kaçmaktadırlar.

    ancak buna da birkaç noktada karşı çıkılabilir. birincisi, bir insanı sonunda ödül veya ceza olan bir sınava tabi tutmak için kötülüğü

    yaratmak şart mıdır? kötülük olmasaydı da daha farklı bir sınava tabi tutulsaydık daha mı adaletsizce bir yaratılış olurdu? bir kişiyi

    sınava tabi tutmak için ona kötülük yapmak bir zorunluluk mudur? hiç sanmıyorum, kaldı ki iyi işler yapıp kendisine inanmayan kulunu da

    bir günahkar gibi sonsuza kadar yakacak olan bir tanrı için iyiliğin veya kötülüğün esasında çok da bir anlam ifade etmediğini de

    düşünüyorum. ikincisi, algılayabildiğimiz evrende görüp tecrübe ettiğimiz her şey tanrının bir tezahürü ise (bu birçok dinde geçiyor)

    ve kötülüğün varlığı da hemen hemen herkesçe kabul edilen bir olgu ise tanrı bir miktar da olsa kendisinde kötülük barındırmaktadır.

    bu da sonsuz iyi bir tanrıyla çelişir. sonuncusu ise, bir kısım insana acı çektirip bir kısım insanı ödüllendirmek hiçbir şekilde iyi

    bir tanrıyla bağdaştırılamaz. siz bir insanı sonsuza dek yakıp bir milyon insanı ödüllendirerek iyi biri olmuş olmazsınız. bunun

    iyi ahlak ile uzaktan yakından ilgisi yoktur.

    tüm söyleyeceklerim bu kadar. din ve tanrı hakkındaki şahsi fikirlerim budur. bir daha bir dinciyle tartışmama kararı almamın gazıyla

    içimdekileri tümüyle döktüm. baştan sona okuyanlara teşekkürler. umarım birilerine faydalı olmuştur."
    Tümünü Göster
    ···
  19. 19.
    0
    ateistlerin evrim aşkını anlayamadım muhakkak evrimden bahsetmek zorunda mıydın lan? evrim canlı oluşumunu açıklamak için incelenen bir teoridir ve türkiyedeki ergen ateistlerimiz bunu kendi silahları olarak kullanıyor.bir farkın yok.
    not:Deist'im.
    ···
  20. 20.
    0
    @7 neden evrimden bahsettiğimi anlamadın herhalde. ben teistlerin en popüler sorularına cevaplar vermeye çalıştım mutlaka evrime başvurmak zorundaydım.
    ···