/i/Hikaye

Herkesin bir hikayesi var, ya senin hikayen nedir?
    başlık yok! burası bom boş!
  1. 1.
    +2 -2
    Bu başlıkta normalde saçma sapan espiriler yapan ciddiyetsiz, sulu denilebilecek, akrabaları, eşi ve hatta çocukları tarafından bile 'yine gereksiz şakalar yapıyor herhalde kodugum' düşüncesiyle pek giblenmeyen bir adamın, yani babamın, bir gece, tam da uyumaya yakın, gibik gibik tavana ve düşüncelere dalmışken, sanırım 31 mi çeksem diye düşünüyordum o sıra, bir anda kızarmış gözlerle bir cümle söyleyip dökülmesiyle yaşadığım şoku anlatacağım. Okuyan okur. Ben içini dökmek istiyorum amk. Doldun taştım ben de. Duvara da olsa konuşmak dökmek istiyorum içimdekileri. Şukusunu gibeyim.

    Garibanlık çok çektik biz. 5 gece elektrik faturasını ödeyemedigimiz zamanlarda tavana kızarmış gözlerle çok baktık. Çok gözyaşı döktük anamızdan babamızdan saklayarak. Bir baba ağlarken gözlerinin içine bakılmazmıs o zamanlar anladım ben. Şimdi diyeceksiniz ki "dıbınakoydugum primcisi bu ülkede hayal kırıklıkları, acılar prim yapıyor ya gibtiğim de fakir edebiyatı yapacak şimdi". Hayır değil. Babam sizin aklınızdan geçen huur cocukluklarinın binde birde birini bile hayal edemeyecek bir adam. Duvara konuşacağım söylediğim gibi. Ister inan ister inanma, tek amacım bu. Doldum, bardak taştı. Öyle oku bu yazdıklarımı okuyorsan. Gözleri boşluğa bakan birinin yazdıklarını okuyacaksın zira. Allah'a inanmasa çoktan intiharı seçmiş birinin yazdıklarını...
    ···
  2. 2.
    0
    ...
    ama sonra bir gün öğretmen oldum. mutluluğu nerede bulduğumu anlatayım sizlere.
    bir dersimizde şunları anlatmaya başladım öğrencilerime:
    "-size birisi hayat nedir diye sorarsa ona şöyle cevap verin cocuklar:
    hayat kapılardan geçmektir.
    (bunu söyledikten hemen sonra saat gösterilir.)
    -işte bakın, zaman geçiyor.
    görünmez kapılardan geçiyoruz. yürüyüp giderken bir görünmez kapı bize kendisini açıyor. her dakika bir kapıdır çocuklar. hatta belki her saniye. evet, işte, bir kapı, iki kapı, üç kapı... durun! bu kapıyı beraber geçiyoruz işte. her kapı bizi farklı farklı yollara zütürür. şu an konuşurken bile arkamızda en az beş kapı bıraktık.
    -ögretmenim gectiğimiz kapıya bir daha dönebiliyor muyuz?
    -aa ne yazık ki cocuklar. ardımızdaki kapılar yıkılır. her zaman önünüze bakmalısınız. bir kapıda takılıp kalmamalısınız. önünüzdeki her kapıya heyecanla bakmalı acaba bu kapı beni nereye zütürecek diye kendinizi heyecanlandırmalısınız.
    size kovalardan bahsetmiştim çocuklar. her insanin görünmez bir kovası olduğunu söylemiştim. hatta her hayvanın, bitkinin. eğer o insanları, hayvanları, bitkileri sevindirir, mutlu edersek hem onların kovaları dolacak hem bizim kovamız dolacaktı. yüzde tatlı bir gülücük oluşacaktı. hatırladınız mı?
    - eevet öğretmeniiim.
    -iste arkadaşlar o kovalarımızla bu kapılardan geçeriz.
    -öğretmenim benim kovam delik.
    -...
    -onarırız çocuklar. pes etmeyeceğiz. gülümseyeceğiz. kovalarımız hep dolu olacak. kapıları gülerek geçeceğiz.
    -peki öğretmenim ya bir kapıyı özlersek?
    -o zaman o kapıda bir fotoğraf çekinip özlediğimiz zaman ona bakarız çocuklar.
    -iyi ki bizim öğretmenimizsiniz öğretmenim.
    -sizler de iyi ki benim oğrencilerimsiniz.

    dipnot: kovası delik öğrencim yanıma geldi. kendisinin annesi üvey. hayat erken başlamış onun için. dayak yediğini vs anlatmıştı bir ögretmen arkadaş. fakat sevgi öyle kuvvetli ve tamir eden bir duygu ki. yanıma geldi, dört topu olan ve her birisinin yüzünde bir gülücük olan anahtarlığını bana hediye edip şöyle söyledi:
    -öğretmenim kovanız her boşaldığında bu gülücüklere bakıp gülümseyin."

    işte o fotoğraftaki gülücükler bağladı beni hayata. her baktığımda ona güldüm. fakat dostlar gülücükler silinmeye başladı.

    yine de... böyle, mutluluk bu. yemişim parasını. ikisinin gülücüğü neredeyse silindi. ama ben üzgün olduğum her dakika öğrencimin hediye ettiği o gülen yüzlere bakıp gülümsüyorum. her şeye rağmen ey hayat, çok güzelsin, çok güzelsin çocuklarla.

    bu hayatta sevebildiğin tek canlının çocuklar oluşu bir yalnızlık hali midir? söyleyin bana.
    Tümünü Göster
    ···
  3. 3.
    0
    elektriklerimizin kesildiğinin 5. gecesiydi. 5 gün o karanlıkta iki sessizlik yan yana yatıyordu. yağmur vardı iyi hatırlıyorum.
    işte bir gece yarısı sessiz evimizde açtığımız iki eski koltukta karşılıklı yatarken karanlıkta bunları söyledi babacığım. faturalarımızı yatıramadığımız için elektriklerimizin kesildiği bir günün gecesiydi. hiç unutmuyorum. uyumadan önceki son cümlesi "sonuç olarak ne oluyor biliyor musun? gün gün yorulduğumu hissediyorum. hayattan yoruldum diyorum. ve arzu ediyorum ki öbür dünyaya göçeyim." olunca haliyle biraz üzülüyorsunuz. işte borçlardan falanlardan filanlardan bahsetmişti konuşmanın öncesinde. kızının yani kardeşimin doğumuna bile gidemeyişimizden duyduğu üzüntüden... karanlık göz yaşlarımı örtüyordu tabi. gözlerimin en çok dolduğu cümlesi ise “allah’ın gücüne gitmesin ama zannediyorum bu dünyaya sürünmeye gelmişim, neden böyle bir adamım ben, hayatta hiçbir şeyim yok, hiçbir şeyim.” olmuştu. dişlerimi sıka sıka ağlamıştım burada sessizce yastığıma gömülerek, arkamı dönerek.
    ···
  4. 4.
    0
    -ondan sonra kuranı kerim okuyorsun. bir yerde diyor 'rızkını taşıyamayan bir sürü varlık var' diyor. sonra onlara bile rızkını veren allah... o da bir canlı, yapabilecek bir şeyi yok, onu taşıyamıyor... ama allah onlara…..
    ...
    sana bir şey anlatayım. bir gün, öğlen üzeri, salih abi var ya,
    -hıhı,
    -onun bir arkadaşı -1,90- boyunda dev gibi bir adam, 120 kilo ağırlığında. hali vakti de yerinde, iyi parası var. adam milyardermiş meğerse. silikonlar olur ya şöyle tabancalı,
    -hı,
    -onuncu katta oturuyorlar, penceresinin dış kısmına silikon çekecek adam,
    -hı hı,
    -ayağını koymuş tutunmuş cama, silikon çekmeye diye. adam ağır ya, nasıl bir camsa o tutmuyor adamı, taşımıyor. çerçeve inmiş. ve onuncu kattan aşağı düşüyor, anında ölmüş adam. allah allah o da ayrı bir şey.. ayrı bir moralimi bozdu. bir ev halkı şimdi bir anda öksüz. 'hadi bakalım şimdi' diyorsun 'bu kadar ölüm kolay mı ya?'...
    ···
  5. 5.
    0
    önce beni hayata bağlayan şu yukarıdaki fotoğraftaf ile başlayayım.
    neden? oraya geleceğiz.

    -"sonuç olarak ne oluyor biliyor musun? gün gün yorulduğumu hissediyorum. hayattan yoruldum diyorum. ve arzu ediyorum ki öbür dünyaya göçeyim."

    bu cümleler kimin biliyor musunuz? babamın. bir gece yarısı söyledi bunları. “benim pgibolojime birazcık vakıf olabildin mi?” diye sordu. ben de “hıhı” dedim. bütün konuşma boyunca tek söyleyebildiğim “hı”ydı zaten.
    ···
  6. 6.
    0
    Yazsana hadi amucuk
    ···
  7. 7.
    0
    Dinliyoruz
    ···
  8. 8.
    0
    Okurum birikince yazdıkların
    ···
  9. 9.
    0
    okuyacağım
    ···
  10. 10.
    0
    …..

    her yazar bir kişi için yazar(mış). ben kimin için yazıyorum? döküleceğim.
    iyi ama... nasıl? ben, küçücük ben. hayatta hiçbir şey olamamış babasının hiçbir şey olamamış oğlu. ben kimin için yazıyorum? yanlış soru. niye yazıyorum. neden? kime, neyi kanıtlamaya çalışıyorum? neden burada gelmiş içimi döküyorum?
    ...

    ...
    gündüz.
    ...
    gece
    ...
    gündüz
    ...
    gece...
    ...
    ...
    ...
    ….
    ah bu ışık... bu gece... bu duvarlar... duvarlarda ses bulan bu yalnızlık... bu üşüten yalnızlık... ah.
    ...
    ···
  11. 11.
    0
    sanırım bu artık dayanamamanın verdiği bir iç dökmeydi. içi taştı desek yeri. sürahiden benim küçücük bardağıma döküldü ama. ben de taşıyamadım. daha dün saçma sapan espiriler yapıp 'of baba yaa saçmalama' diye sakalaşırken kardeşimle ben babamla, bu da nereden çıkmıştı şimdi. babam intiharın eşiğine mi gelmişti yani? bunları mı düşünüyordu geceleri? ne körmüşüz.

    “oğlum, iyi geceler diliyorum” dedi ve uyudu.
    “oğlum, iyi geceler diliyorum” dedi ve öldü, öldürdü.

    sonra, ben, aldım telefonu elime, internete girdim biraz. ana sayfada mecid mecidi’nin şu uzun yıllar uğraşıp tamamladığı filmi konuşuluyordu. kimi şii propagandası yapmakla, kimi sünni propagandası yapmakla suçluyordu mecid mecidiyi. tam burada gerçek dertler üzerine biraz düşündüm. gerçekten bu dert miydi? yani bunu mu konuşacaktık gerçekten? film… bir film.
    yo yo küçümsemiyorum. oysa babam burada, bu odada, kapakaranlıkta, yapayalnızlıkta… neden garipleri konuşmuyoruz ki? hem sonra neden hissetmediği o duyguları yazar insanlar? ebubekir kurban yazmıştı gerçi ‘gariplerin kitabı’ diye. acaba babam var mıdır orada, acaba ben var mıyımdır? bilemiyorum, okumak lazım. hoş, okuyamıyor da insan böyle zamanlarda. yazdıkça yazası geliyor tam tersine. ama tam burada da işte ‘sen kimsin ulan yazıyorsun’ diyorum kendime. yani işte o meşhur hikayeler. yazarlığın sırları diye bir konferans bile düzenlediler. ali ural geldi, konuştu. dinledim, notlar aldım. anladım sırlarını yazarlığın. okudum sonra. çok okudum, anlayınca, vazgeçtim yazmaktan.
    ···