(bkz:
cehalet mutluluktur daki mantık hatası/#62014158)
geçenlerde ‘’şiir bilinçtir, bilinç ise hastalık... ’’ adlı bir yazı yayınlamıştım. şiirin bilinç olduğu bölümünü açıklayabildiğimi sanıyorum ama bilincin nasıl olup da hastalık olarak nitelendirildiğine değinememişim. bugün o eksiği gidermeye çalışacağım.
gerçekten ‘’büyük’’ olan yazarların ve şairlerin sırrı, tumturaklı cümlelerde değil, gündelik dildeki kelimelere yükledikleri yeni ve şaşırtıcı anlamlarda gizlidir. hergün, gelişigüzel, hiç dikkat etmeden kullandığımız kelimeleri, cümleleri, kavramları; aklımıza hiç gelmeyen bir biçimde kullanarak, sıradan, vasat dünyanın ötesine geçerler.
‘’bilinç’’ kavrdıbının yüceltildiği bir dünyada ‘’bilinç hastalıktır.’’ diyebilmek biraz bu görüşe uygun bir söz gibi gelse de aslında daha derin bir gerçekliği vurguluyor.
bu söz, dostoyevski’nin ‘’yeraltından notlar’’ romanında geçer. bu yüzden dönemin koşullarına uygun, özel bir rus vurgusu olduğunu belirtmem gerekiyor ama genel olarak insanın kendisini ve evreni algılama düzeyini belirleyen ‘’bilinç’’ konusu çok tartışılmış.
filozoflar bir yanda ‘’bilinçsiz bir hayatın ölüm anldıbına geldiği’’ ni söylüyor, öte yanda ‘’bilincin keder getirdiği’’ni. kimisi ahmak bir adamın mutluluğuna özeniyor, kimisi ise böyle bir kişinin hayatını hayattan saymıyor.
dostoyevski’nin yargısı ise daha zengin bir vurgu içermekte.
19. yy rus aydınlarının en büyük takıntısı tanrı kavramıylaydı. soğuk iklimin bu ateşli insanları, ortodoksluğu tek kurtuluş yolu olarak görenlerden, tanrı’nın varlığını sorgulayanlara kadar binbir çeşit düşünceyle sarsılıyordu. nihilizm ise aydınlar arasındaki en yaygın akımdı. romanlarda olduğu gibi, gerçek hayatta da birçok aydın bu meseleyi kendi canını ortaya koyarak çözmeye çalışıyor, intiharı deniyordu.
tanrı’nın gerçekten var olmasını özleyen ve bunu kesinleştirerek huzursuzluktan kurtulmak isteyen insanların gerekçesi şuydu:
‘’yarın sabah kendimi asacağım. eğer tanrı varsa ve benim kaderim o’nun elindeyse bana engel olur. ama eğer ölmeyi başarırsam, demek ki tanrı yoktur ve irade benim elimdedir.’’
bu düşünce, bu sorgulama biçimi elbette yoksul, geçimini sağlamakla uğraşan mujik/köylü yığınlarının aklına bile gelmez. karnı doyup, çubuğunu tüttürdüğü zaman mutlu olur ve sağlam bir inançla yatağa girip mışıl mışıl uyur.
huzursuzluk sadece, evreni ve kendisini sorgulayan ‘’bilinç’’ e bağlıdır. bu yüzden bilinç hastalıktır, bilinçsizlik ise sağlık.
rus edebiyatı bu temayla doludur; insanlar sürekli kıvranır, huzursuzluğa kapılır, bir düşünce ve ruh cehenneminda yaşar.
bugünkü maddeci dünyamıza benzemiyor değil mi!
evet benzemiyor ama bu düşünce ortamı geçerliliğini yitirdikten, böyle tipler dünya yüzünden silindikten sonra bile, 19. yüzyılın büyük rus romanı görkemini korumakta.
dostoyevski, giderek artan bir biçimde okunuyor, dünya üniversitelerindeki birçok teze, araştırmaya, makaleye kaynak olma durumunu sürdürüyor.
bunun nedenini ‘’nihilizm’’ de değil, insanı ve onun pgibolojisini anlatma gücünde aramak gerekir. her zaman tekrar ettiğim gibi unutulmaz karakterler yaratmak, bunları hayat içinde hareket ettirmek ve ilişkiler yoluyla insan ruhunun derinliklerine inmek.
bunu başarabildiğiniz zaman mucize gerçekleşir ve siz yağmurlu bir istanbul gününde otobüste giderken; raskolnikov, mişkin, alyoşa, stavrogin elinizdeki kitaptan çıkıp, yanıbaşınıza oturuverirler...