/i/Hikaye

Herkesin bir hikayesi var, ya senin hikayen nedir?
  1. 26.
    +19
    En büyük korkum her yanımı kuşatmıştı. Ama bir farklılık vardı korkumun gözlerinin içine bakarken benim olabileceğimden daha güçlüydüm. Zifiri karanlığın içinde yalnız dolaşırken neler olduğunu anlamaya çalışıyordum. Ölmüşmüydüm?

    Diğer dünya bundan mı ibaretti soğuk ve karanlık! Nereye gittiğimi bilmeden ilerliyordum. Görünen bir ışık veya ses yoktu, fazla sessizliğin insan akıl sağlığı için iyi olmadığını söyleyenler sanırım haklıydı.

    Burada yalnız hissediyordum ve gerçekten deliliğin sınırlarında geziyordum. Bu işkenceden farksız dı kim bilir ne zamandır yürüyordum susuzluk boğazımı kavururken bacaklarım da artık dayanamıyordu.

    içimdeki umut kırılmamak konusunda kararlı olsa da bedenimdeki her bir hücre isyan bayrağını çoktan çekmişti bile. Ne yapacağımı bilmiyordum, nasıl dayanacağımı bilmiyordum bildiğim tek şey bir an önce bulunduğum durumdan kurtulmak istediğimdi.

    Bir süre daha titreyen bacaklarımla yürümeye devam ettikten sonra artık sürünmeye başlamıştım. Umutlarım yerini tükenmişliğe bırakmaya hazırlanırken bir şey oldu.

    Yer sallanmaya başladı saniyeler içinde zifiri karanlığı bıçak gibi yaran kör edici bir ışık dört bir yanı kuşattı. En nihayetinde bir ses duydum derinlerden gelen puslu bir ses. Ruhumun en ücra köşelerine kadar işliyordu. Gözlerimi açmaya çalışıyordum ama mümkünmüş gibi git gide artan parlaklık buna izin vermiyordu.

    Parlaklık arttıkça ses daha yakın ve güçlü gelmeye başlıyordu. Işık gözlerimin kapalı olmasına rağmen göz kapaklarımdan içeri sızmayı başarıyordu. Bu canımı o kadar yakıyordu ki çığlıklarım bu boş mekânı titretiyordu.

    Çığlıklarımın arasından kulaklarıma ulaşan gür sesi en sonunda tanıyabilmiştim. Bu ezan sesiydi!

    • **
    Derin bir nefes eşliğinde gözlerimi açtığımda kendimi odada buldum sabah ezanı okunuyordu! Bütün arkadaşlarım başıma toplanmış bir şeyler söylüyorlardı. Onları görmemle içime dolan sevinç kelimelere sığamayacak cinstendi. Yaşadığım onca korkunç olay rüyamın içinde gördüğüm bir rüyadan ibaretmiş.

    Ayağa fırlayıp bana en yakında duran Tahsine sarıldığımda şaşırdığı anlık tepkisizliğinden anlaşılabiliyordu. Kendine geldiğinde o da sarılmama karşılık verdikten sonra geri çekildik.

    " Bu ne sevgi rüyanda mı gördün. " " Evet, başın bedeninde değildi! "

    Aldığı cevaptan sonra bir anda gülen yüzü düştü ve elini boynuna zütürdü. Sanırım o sahneyi hayal etmişti.

    " Siz neden başımda toplandınız? " Cevap yine Tahsinden gelmişti. " Çünkü yaklaşık on dakikadır çığlık atıp tepiniyordun seni o kadar sarsmamıza rağmen uyanmadın. Uyku faslımı berbat ettin. " Her zaman ki gibi kendince espiri yapmaya çalışmıştı sanırım. Ama olsun başsız bir bedendense ağzını bir türlü kapatamayan bu insanı tercih ediyordum. Biz kendi aramızda sohbet ederken kapı birden açıldı ve içeriye Mustafa hoca girdi.

    " Sana büyü yapmışlar oğul! "
    Hocanın girer girmez kurduğu bü cümle ve kireç kesmiş suratı neşeli ortama bomba gibi düşmüştü.

    " Sen Onur'la kavga ettiğin sırada saçından almayı başarmış. Cinler onu kullanarak sana büyü yapmışlar seni delirtmek için ellerinden geleni yapacaklar! "
    Tümünü Göster
    ···
  2. 27.
    +18
    Dalgınlığım bana ve arkadaşlarıma pahalıya patlayacaktı. Kurtuluşumuz hemen gözümün önündeydi ama ben ellerimin arasından kayıp gitmesine izin vermiştim.

    Nasıl bu kadar aptal olabildim. Bazen yaşadıklarımın hepsinin bir ceza olduğunu düşüyordum. Nasıl hak ettim bilmiyorum ama bu Allahın bana verdiği bir ceza olmalı. Doğa bile bana karşıydı azrail'im ile aramdaki duvarı yağmur kırmıştı.

    Ne yapacağımı bilmez halde odada bir o yana bir bu yana gidip geliyordum. " Azrail yokuşu!" Birden aklımda beliren bu fikri sesli olarak dışa vurduğumda Hafsa burnumun ucunda belirdi. " Yapma! Bedeli ağır olur, ondan kurtulmak için bu kadar uğraştıktan sonra inine kendi ayaklarınla mı gideceksin!"

    Haklıydı ama başka bir seçeneğim yoktu. Elimizdeki bütün kozları zaten kullanmıştık. " Eğer bir şeyler yapmazssam bütün arkadaşlarım aynı kadere mahkum olucak!" " Ateşe körükle gidiyorsun, eğer durmazssan çıkan yangın hepimizi yutacak!"

    " Biz çoktan o yangının içine atlamadıkmı! En azından arkadaşlarım için denemeliyim!" " Ben seni korumak için yanındayım! Sen ise ölüme gidişini izlememi istiyorsun!" " Eğer bana yardım edersen ölmem!"

    Hafsanın neden şiddetle karşı çıktığını anlayabiliyordum her zaman yaptığı gibi beni korumak için uğraşıyordu. Kaçırdığı nokta ise beni o şerlilerden korusa bile vicdanımla olan savaşımda hiç bir fayda sağlayamazdı.

    Yaşanan bunca şeyden sonra Kâbir'in elimizden kurtulmasına izin vermiştim. Bundan sonra başlarına gelecek olan her şeyden ben sorumluydum.

    " Gerekli hazırlıkları yapıp oraya gideceğim! Tartışmak boşuna zaman kaybı!"
    geri adım atmayacağımı anladığı için daha fazla konuşmaya gerek görmemişti. " Ben gidip abdest alacağım, sende kefeni ve toprağı bul!"

    Oraya gitmek için şeytan kefeni denilen yöntemi kullanmam gerekiyordu. Bu yöntem için de ölümünden yedi gün geçmemiş bir büyücü veya musallata uğramış bir insanın kefeni ve ölü toprağı gerekiyordu.

    • **
    Bütün hazırlıkları tamamladığımızda Ormanın iç kısımlarına gidip çok derin olmayan bir çukur kazmıştım. Bu işi de hallettikten sonra kefeni elime aldım. Yapmak üzere olduğum şeyin tehlikesinin farkındaydım. Azrail yokuşu ilminde ustalaşmış hüddamlar için bile sakıncalıydı.
    Bir hüddam olmadığım için geri dönememe ihtimalim vardı.

    içimden bir ses yapmamam için haykırıyor da olsa onu dinleyemezdim. Başaramasam bile en azından denemeliydim. elimden geldiğince hızlı bir şekilde kefeni yere serip üstüne uzandım. Kefenden yayılan ölüm kokusunu umursamadan Hafsaya kapatmasını işaret ettim.

    Hafsa istemeyerek te olsa dediğimi yaptı Üzerimi tamamen kapattıktan sonra tek görebildiğim beyaz kefenin içine kadar işleyen ayın soluk ışığıydı. Ölü toprağını üstüme dökmeye başladı. Toprağın miktarı fazla olmasada ağırlığı tonlara bedel gibiydi.
    Vücudumun her yerinde bu baskıyı hissedebiliyordum.

    Nefes almak giderek zorlaşırken gözlerimde bir yanma hissediyordum. Ciğerlerimdeki bütün hava çekiliyor gibiydi bedenen hiç bir tepki veremesemde içimde resmen fırtınalar kopuyordu.

    Gözlerim yukarıya doğru kaymaya başlamıştı artık hiç bir şey göremiyordum. Aşırı düzeyde bir korku yaşıyordum bir panik atak gibiydi.

    • **
    Gözlerimi açtığımda sert rüzgarlar esen, grinin ağırlıkta olduğu puslu bir mekandaydım. Gökyüzü bulutlarla kaplıydı fırtına havasına benziyordu, güneş neredeyse hiç görünmüyordu. Her yerde uzun kurumuş otlar ve kasvetli ormanlar vardı.

    Korkak adımlarla ilerlemeye devam ettim bir süre sonra etrafta yankılanan tuhaf bir uğultu duymaya başladım. Kaynağını göremediğim bu ses kulaklarımı tırmalıyordu, aldırmamaya çalışarak ilerlemeye devam ettim.

    Etrafında hiç ot bulunmayan kurak bir alana ulaştım. Toprak susuzluktan çatlamıştı ve yürümek gerçekten zordu. Kuru toprağa bata çıka ilerlemeye devam ederken gezinen irili ufaklı bir çok cin gördüm. Hepsinin gözleri benim üstümdeydi.

    Herhangi bir saldırıda bulunmuyorlardı ama yanımdan geçip giderlerken sanki en ufak bir boşluk versem üstüme üşüşeceklermiş gibiydi. Onlarla göz teması kurmadan başımı önüme eğip yürümeye devam ettim. Nereye gittiğimi ve Kâbiri nasıl bulacağımı bilmiyordum ama içimden bir ses onun beni çoktan bulduğunu söylüyordu!
    Tümünü Göster
    ···
  3. 28.
    +17
    Beyler yeni uyandım sövmenize gerek yoktu yani aq. Giricem şimdi partları.
    ···
  4. 29.
    +16
    Sonunda Kâbiri yakalamıştım ama bu çok fazla şeye mâl olmuştu. Sırtından yaralanan Tahsin uyuduğumuz odada dinleniyordu. O koca cam parçasını sırtından tam manası ile sökmem gerekmişti.

    Attığı çığlıklar hâlâ zihnimde yankılanıyordu. En sonunda acıdan ve yorgunluktan bayılıp kalmıştı. Hafsanın uyguladığı tedaviler sonucunda iyileşmesini umuyordum. Mesut hoca ise bir ifrit tarafından saldırıya uğradığı için büyük ölçüde güçten düşmüştü.

    Mustafa hocanın tüm müdeahalelerine rağmen tek yaptığı odasında uzanıp tavanı izlemek bir daha düzelemeyeceği düşüncesi beni çok korkutuyordu. Özellikle yaşadığımız son olaylar göz önüne alınınca, beni afettiğini onun ağzından duyana kadar vicdanım beni rahat bırakmayacaktı.

    Mustafa hoca ağır bir hasar almamış olmasına rağmen kendine gelir gelmez Mesut hoca için epey uğraşmıştı bu yüzden dinlenmeye çekilmesi gerekiyordu.

    Şimdiyse bütün kâbuslarımın kaynağı ile baş başaydım. Bütün arkadaşlarım Kâbir ile aynı ortamda bulunmayı reddettiğinden dolayaı ona göz kulak olması gereken kişi ben olmuştum. Saatlerdir onunla birlikteydim ve ardı arkası kesilmeyen tehditlerine maruz kalıyordum.

    " Beni burada tutamayacağını biliyorsun değil mi! Yaptıklarınızın bedelini ağır ödeyeceksiniz!" Onun bu öfke dolu haykırışlarına karşın sadece suratına bakıyordum. Bu onu daha da kızdırıyordu. istediği korkuyu ona vermediğim için adeta öfkeden kuduruyordu.

    " Hepinizi kendi ellerimle parçalayıp leşinizi köpeklere yem edeceğim! Duyuyormusun, cevap ver bana!" Onun sinirlendiğini görmek bir yandan hoşuma gidiyordu ama eğer elimizden kaçırırsak bu tehditleri gerçekleştireceğinden en ufak bir şüphem yoktu.

    Şu an karşımda oturan şey kesinlikle gözü dönmüş acımasız bir katildi. " En sona seni bırakacağım! Zavallı arkadaşlarının ve hocanın etlerini kemiklerinden sıyırırken sana izleteceğim!"

    " O sefil haykırışları şimdiden duyabiliyorum, onları hemen öldürmem için bana yalvardıklarını duyabiliyorum!" O şey iğrenç hırıltılı sesi ile her zamanki hastalıklı kahkasını atarken daha ne kadar dayanabileceğim hiç bilmiyorum.

    Aklında bizim için kurduğu senaryoları ona uygulamak için dayanılmaz bir istek duyuyordum. Beni durduran şey ise en son öfkeme teslim olduğumda başıma, daha doğrusu hepimizin başına açtığım dertlerdi.

    Eğer biraz sağ duyu ile düşündeydim Tahsin şimdi sırtındaki kocaman yarık ile yatıyor olmazdı. Mesut hoca da felç gibi yatmak yerine yanımızda olup bana ve arkadaşlarıma her zaman yaptığı gibi güven verirdi.

    Kafamı ellerimin arasına almış düşüncelerimden arınmaya çalışırken odanın içi ani bir ışık ile aydınlandı. Ardından kudretli bir gürleme duyuldu. Korku ile irkildiğimde kırık camdan içeriye giren yağmur damlalarını gördüm.

    O kadar dalmışım ki şu ana kadar yağan yağmuru bile fark edememiştim. içeriye dolan yağmur damlaları pencerelerin önünde resmen bir gölet oluşturmuştu. Hafsa'ya dönerek pencereleri kapatabileceğimiz bir şeyler bulmasını istedim.

    Eli ile oturduğum kanepeyi işaret ediyordu " Aç." sanırım kanepenin içinde işe yarar bir şeyler olduğunu söylemeye çalışıyordu. Hızlıca kapeden kalktım ve oturduğum kısmı kaldırarak altında duran bölmeyi açtım. Orada katlanmış halde duran büyük şeffaf naylonlar vardı. Köyde bazı mahsülleri hasat etmek için kullanılanlardan.

    Naylonların uçlarını pencerelerin çerçevelerine sıkıştırarak geçici de olsa bir çözüm sağlamıştım. Biraz oturup dinlenirken odada ki sessizlik dikkatimi çekmişti. Kâbiri kontrol etmek için kafamı çevirdiğimde Onurun bedeni hâla sandalyede bağlıydı ama gözleri kapalıydı ve başı öne eğilmişti.

    Düşündüğüm şeyin gerçekleşmemiş olması için Allah'a yalvarırken temkinli adımlar ile onun yanına gidip işaret parmağımla başını kaldırdım. Hiç bir tepki yoktu ufacıkta olsa bir hareket görebilmek umuduyla hafifçe bir kaç tokat attım ama nafile.

    O kaçmıştı! Ama nasıl olur etrafına çizdiğimiz çemberin cini orada tutması gerekiyordu. Çemberi kontrol etmek için diz çöktüğümde öylece donup kaldım. Pencereden giren su ahşap zeminde ilerleyerek çemberin içinden geçiyordu. Biriken yağmur suyu çemberi kırmıştı ve o şey artık özgürdü. Hepimiz dallarından kopmuş yapraklar gibiydik ve şu andan itibaren tamamen kader rüzgarının insafına kalmıştık!
    Tümünü Göster
    ···
  5. 30.
    +15
    Gözlerimi açamıyordum ve hiç bir ses duyamıyordum ama beni yerden kaldıran kolları belimde hissedebiliyordum. Şu an nerede olduğumu da algılayamıyordum geri dönmeyi başarabilmişmiydim yoksa hâlâ o alemdemiydim. Bu belirsizlik beni içten içe yiyip bitiriyordu, içimdeki korku umutlarım üzerinde büyük bir baskı kuruyordu.

    Beni taşıyan her ne veya her kim ise giderek hızlanıyordu bunu artan sarsıntıdan anlayabiliyordum. Tek istediğim kücücük de olsa bir ip ucuydu güvende olduğuma dair ufacık bir belirti. Yüzüme hafifçe değen rüzgar birden kesilmişti ve ortamın ısısı giderek artıyordu. Bu kapalı bir alana giriş yaptığım anldıbına geliyordu sanırım.

    • **

    Onur

    Elim kolum bağlı sandalyede dururken bütün kemiklerim sızlıyordu. O şerefsiz beni kandırmıştı Ahmetin yerimi alması durumunda beni bırakacağını sanıyordum ancak onun amacı ben de dahil hepimize korkunç işkenceler ederek öldürmek.

    Ahmet'in cinlerini benim için gönderdiğini haber aldığı anda bedenimi ele geçirmişti beni o cinlerin önüne attı. Ahmet'e ulaşmak için bir an bile düşünmeden beni sattı. Bedemimin içinde olduğu süreç boyunca kontrol tamamen ondaydı ama bu benim için bir fırsata dönüşmüştü. Kâbir'in düşüncelerini duyabilmeme olanak sağlamıştı, onun gözünde sadece bir yemdim.

    Eğer Ahmet'i alabilmeyi başarsaydı benden de kurtulacaktı çünkü ona hiç bir yararım kalmayacaktı. Ama düşmanını hafife almakla büyük bir hata yapmıştı itiraf etmeliyim ki Ahmet'i uzun zamandır tanıyor olmama rağmen yaptıkları benim bile ağzımı açık bırakmıştı.

    Emrindeki cinlerde güçlü olunca kesinlikle uğraşmak istemeyeceğim bir düşman olmuştu. Bir yolunu bulup buradan hemen kurtulmalıydım, kaçmayı başaramazssam Kâbir'in bana yaptığı işkenceleri mumla arar hale geleceğime neredeyse emindim. Gerçi bu noktadan sonra huzuru bir daha bulabileceğimi sanmıyordum ama pes etmeye niyetim yoktu.

    Bağlı olduğum iplerin sıkılığını kontrol etmek için bir kaç kez sertçe çekiştirdiğimde ipler yerinden bile oynamazken bileklerim felaket bir şekilde acıyordu. Düğümler tahminlerimin çok daha ötesinde sıkılmıştı içimden küfürler savururken bir yandan da ayaklarımı kurtarma çabasına girişmiştim.

    Büyük uğraşlar sonucu az da olsa gevşetmeyi başarmıştım. Pantolonun üzerinden bağladıkları için kaymasını sağlayabilmiştim. Sağ ayak bileğimi aşağıya bükerek diğer ayağımla da kalın urganı itmeye başladım. Kolay olmasa da başarmıştım, hızlıca etrafta göz gezdirdikten sonra koşulların uygun olduğuna karar vererek hâlâ bana bağlı olan sandalyenin izin verdiği ölçüde ayağa kalktım.

    Bu sandalyeden kurtulmak için onu kırmam gerekiyordu anlaşılan. Bacaklarımı biraz bükerek sıçramak için pozisyon aldım, yapacağım şey canımı çok yakacaktı! Olabildiğince yükseğe ve çapraz bir şekilde geriye doğru zıpladım. Amacım sandalyenin arka ayaklarını kırabileceğim kadar güçlü bir darbe indirebilmekti. Ahşap evde parçalanan sandalyenin sesi yankılanırken acı iniltilerimi ağzımda tutmaya çalışıyordum.

    Kırılan sandalyenin bazı parçaları belime ve bacaklarıma saplanmıştı ama hep böyle değilmidir özgürlüğü kazanmak için acı çekmek gerekir. Arkadaşlarımın, daha doğrusu eski arkadaşlarımın kaldığı odadan gelen sesler duyuyordum ama hiç biri dışarıya çıkmıyordu.

    Yaşanan bunca olaydan sonra haklı olarak korkuyor olmalıydılar. Yerde duran cam parçalarından birini alarak bileklerimdeki ipi kesmeye başladım. Cam aynı zamanda elimide kesiyordu ama bunu düşünecek vaktim yoktu hızlı olmalıydım, biraz daha beklersem eninde sonunda biri çıkacaktır. iplersen kurtulur kurtulmaz aksayan bacağımla olabildiğince hızlı bir şekilde merdivenlerden aşağıya inmeye başladım. Merdivenler bittiğinde özgürlüğüme açılan kapı tam karşımda duruyordu bir an bile tereddüt etmeden hızlıca kapıyı açıp ormana ilerlemeye başladım eğer köyün içinden gidersem görülme riskim vardı.

    Hız kesmeden hemen evin karşısında bulunan ormana daldım köyün etrafından dolaşıp ana yola çıkmalıydım sonrası için de elbet bir çare bulurdum.

    • **
    Ormanda ilerlemeye başlayalı henüz beş dakika bile olmamıştı ki bir kadın sesi duydum gecenin bu saatinde ormanın içinde olduğuna göre bu normal biri olamazdı. Çalıların arasında kendimi olabildiğince gizlemeye çalışarak sese doğru ilerledim. Mantığım hemen yoluma dönmemi söylese de merakıma yenik düşüyordum.

    Sesin kaynağını gördüğümde iyi ki merakım üstün gelmiş diye düşünmeden edemedim. Ahmet'in cinlerinden biri ona adı ile seslenip sarsarak kendine getirmeye çalışıyordu. içinde bulunduğu çukurdan ve üzerinde duran kefenden anladığım kadarı ile şeytan kefeni kullanarak Azrail yokuşuna gitmişti. Bu çocuk tam anlamı ile delirmiş olmalıydı Kâbir'e kendini altın tepside sunmuş.

    Onun adına bir felaket olsa da benim işime geliyordu. Eğer şimdi gidip onu kurtarırsam biraz da oyunculuk ile yanında kendime bir yer bulabilirdim. Hemen saklandığım yerden çıktım ve yanlarına gittim. Cin benim orada olduğumu fark eder etmez bir anda karşıma dikildi.

    Korkumu gizlemek adına suratımı astım üzgün ve pişman görünmeliydim. Tabi bu arada aklımdan geçenlere de dikkat etmeliydim Kâbire kafa tutmayı göze aldığına göre güç bakımından ondan aşağı kalır yanı yoktur.

    " Bırak yardım edeyim, ona yaşattıklarım yüzünden vicdanım beni rahat bırakmıyor! En azından bir faydam dokunursa ondan helallik isteyecek yüzüm olur!"

    Yana doğru bir adım attım attığımda cin tekrar önüme geçti, anlaşılan efendisine epey bağlıydı. " Bana izin vermezssen burada can çekişmesini izlemek zorunda kalırsın! Gittiği yerde o şerli kim bilir ne işkenceler yapıyordur! Bunları ben de yaşadım artık Kâbir ile bir bağım yok !"

    Hiç bir hamle yapmadan onun tepkisini bekledim. Bir süre gözlerimin içine baktıktan sonra belli belirsiz bir hareket ile yana çekildi. Ona hafifçe başımı eğdikten sonra hemen gidip Ahmet'i kucaklayarak kaldırdım. Teni ölü gibi bembeyaz olmuştu bedeni soğuk ve ağırdı nefes alıp veriş seslerini duymasam öldüğüne yemin edebilirdim.

    • **

    Onu taşımak her ne kadar canımı yaksa da mecburdum aksayan ayağım ve kopacakmışçasına ağrıyan belimle neredeyse koşarcasına ilerliyordum. Neyse ki ev görünmüştü açık bıraktığım kapıdan içeriye girdiğimde büyük bir hevesle indiğim o merdivenleri kuşku ile geri çıkmaya başladım. Düşmemek için büyük bir çaba sarf ediyordum yaklaşık on bir-on iki merdiven olmasına rağmen oraya çıkmak şu an benim için dağa tırmanmaya eş değerdi.

    Üst kata zar zor ulaştığımda Ahmet'i pencerenin altında bulunan eski kanepeye yatırıp başının altına yastıklardan birini koydum. Şimdi yapmam gereken bekleyip olacakları izlemek, pişman görünmek ve doğru kararı verdiğimi ummaktı.
    Tümünü Göster
    ···
  6. 31.
    +16 -1
    Odamın kapısı tıklandığımda ben hâlâ yaptıklarımı nasıl telafi edeceğimi düşünüyordum. Benden ses çıkmayınca kapı açıldı ve Mustafa hoca içeri girdi " Onur için seans yapacağım Hafsa'nın yardımı gerekli oyüzden senin de gelmen icabediyor." " Mesut hocanın yüzüne bakamıyorum nasıl geçip bir şey olmamış gibi karşısına oturayım hocam!" Mustafa hoca kapıyı kapatıp yanıma geldi ve oturdu.

    " Yaptığın büyük yalnıştı oğul ama hocan seni seviyor af dilersen dinleyecektir." Her ne kadar ayak diretsem de Mustafa hocanın ısrarları üzerine odadan çıktım. Onur yine eli kolu bağlı bir şekilde sandalyeye oturtulmuştu.

    Benim geldiğimi gördüğünde korku ile yerinde sindi. Ona bakmamaya çalışarak hızlıca arkasına geçip eski kanepeye oturdum. Eğer ona odaklanırsam kendimi tutamazdım.

    Hafsa arka çaprazıma geçerek beklemeye başladı. " Onur'u bu kadar kolay bulman beni şaşırttı. Şimdi işimiz daha da zor, oyuncağını elinden aldığımz için o şerli kudurmuş köpek gibi olacaktır." " Hafsanın yönlendirmesi sayesinde onu bulabildim. Kâbir bana gösterdiği rüyada ip uçları bırakmış."

    Mustafa hoca elini sakalında gezdirirken derin derin düşünüyordu. Belli ki bu durumda onu rahatsız eden bir şeyler vardı. ikimiz de konuşmadığımız için odada ölüm sessizliği hakimdi. Arada kaçamak bakışlar ile Mesut hocayı kontrol ediyordum.

    Her ne kadar gidip elini öpüp özür dilemek istesemde yüzüne bakmaya cesaretim yoktu. Bütün arkadaşlarım benden uzak köşelere geçmişlerdi. Bana çektirdikleri vicdan azabı Kâbir'in eziyetlerinden daha beterdi.

    Odada bir kahkaha sesinin duyulması ile ben dahil herkesin dikkati o kahkahanın sahibine yöneldi. Onur kafasını öne eğmiş histerik kahkahalar atıyordu. Kahkaha sesleri giderek yükselirken evdeki camlar teker teker parçalanmaya başlamıştı.

    Herkes yerlerinden fırlayarak pencerelerden uzaklaşmıştı. Bende ayağa kalkıp Onur'un önüne geçtim. Bu sırada gözüm kanepenin önünde yerde iki büklüm yatan Tahsin'e takıldı. parçalanan cam parçalarından biri sırtına saplanmıştı!

    Hafsaya Onur'u kontrol etmesini söyledikten sonra hemen Tahsin'in yanına koşup ayağa kalkmasına yardımcı oldum. Ben onu diğerlerinin yanına taşırken birden etrafımızı gölgeler sardı.

    Göğsümde ve kollarımda keskin bir acı hissettiğimde kafamı eğip göğüsüme baktım kanıyordu!

    Etrafımızı saranlardan kurtulmak için adımlarımı hızlandırmaya çalışıyordum ama başarısız olmuştum. Bir şey beni tutuyordu Tahsinin de ağırlığı üzerimde olduğu için dengede durmak giderek zorlaşıyordu. " Hafsa!" Bütün gücümle ondan yardım istemek için bağırdım. Yanında beliren bir kaç cin ile birlikte Hafsa bana ulaşmak için çabalarken ben dizlerimin üstüne çökmüştüm bile. Giderek yükselen kahkahalar eşliğinde Onur Kafasını kaldırdı.

    Gözleri kan çanağına dönmüştü. Gözlerinde bulunan bütün damarlar patlayacakmışçasına belirginleşmişti. Hâlâ gülmeye devam ederken kahkahalarının arasından çatallaşmış sesi ile konuştu. " Sizi elimden almaya kimsenin gücü yetmez!"

    " Kâbir!" Oyuna gelmiştik! Nasıl oldu da tahmin edemedim. Barındırdığım güç ile kendimden geçerken böylesine önemli bir detayı es geçmiştim. O şerli oyuncağını bu kadar kolay vermezdi. Mustafa hoca hemen Üzerine koştu ama daha ona ulaşamadan yığılıp kaldı.

    Onur'un ellerinin ve ayaklarının bağlı olduğu ipler bir anda parlak bir alev ile yandı. Yavaşça ayağa kalkarak yüzündeki zafer edası ile konuşmaya başladı. " Bir kaç çamur yığını beni alt edebilirmi sandınız! ( Ciddi bir ifade takındıktan sonra) Hepinizin eceli ben olacağım! Önümde secde edeceksiniz!"

    O ayağa kalktığı sırada Hafsa ve diğer cinler etrafımızdakilerden kurtulup bize ulaşmayı başardılar. Kâbir arkadaşlarıma doğru yöneldiği sırada Mesut hoca ayetel kürsi okuyarak aralarına geçti.

    Cin ellerini kullanarak kulaklarını tıkamaya çalışırken bir yandan da deli gibi bağırıyordu. " Kes sesini! Direndiğin her saniye azabını katlıyorsun! Sus artık!" Kâbir bağırdığında Mesut hocanın gözleri kaymaya başladı. Ne kadar direnmeye çalışsada başaramayıp yere yığıldı.

    Odadaki herkes çığlık çığlığa bağırırken ben titreyen bacaklarımla ayağa kalktım. " zütürün onu!" Göz ucuyla Tahsin'i işaret ettim. etrafını saran cinlerim Tahsini zütürürken ben Hafsaya küçük bir baş hareketi yaptıktan sonra sarsak adımlar ile Kâbire doğru ilerledim.

    Elimi omzuna attığımda hızlı bir hareket ile yüzünü bana döndü. Çok kızmış olduğu net bir şekilde anlaşılıyordu köşeye sıkışmış vahşi bir hayvan gibiydi. Tam elini kaldırmış bana vuracaktı ki Elinde vefkler ile Hafsa yanımızda belirdi. Mustafa hocanın cinleri bana bağladığı gün işler ters giderse diye öğrettiği duayı okurken bütün gücümle onu sandalyeye geri itmeye başladım. Okuduğum dua bana bağlı olan cinleri de etkiliyordu ama şu an bundan daha iyi bir seçeneğim yoktu.

    Güçte olsa onu sandalyeye oturtmayı başardığımda Hafsa bir iğne kullanarak hızla vefki onun üzerindeki parçalanmış siyah tişörtün omuz kısmına tutturdu. Ardından onu orada tutmak için gereken son duayı da okudum.
    Çatallı ve tiz sesi ile attığı çığlıklar kulaklarımı tırmalarken başarılı olduğumu anladım.

    Hafsa etrafımızı saran cinlerden bizi kurtardığı sırada içimden konuşarak Kabiri tutabilmemiz için Mustafa hocanın Onur'a yapacağı seansta kullanmak üzere yazdığı vefki getirmesini istemiştim.

    Her ne kadar başta kötü bir hamle yapmış ta olsam şansımın da yardımı ile üstesinden gelmeyi başarmıştım. Aksayarak o şerlinin önğne geldim ve yüzüne doğru eğildim. " Bir müslümanın Allah'tan başkasına secde ettiği nerde görülmüş. Değil sen senin gibi bir ordu dâhi gelse Rabbimin kudretine denk olamazssınız!"
    Tümünü Göster
    ···
  7. 32.
    +15 -1
    Onur'a çektireceğim acıların hayalini kurarken yüzümde istemsiz bir gülümseme oluşuyordu. Bana yaşattıklarını telafi etmem gerekiyordu sonuçta.

    Öne doğru bir adım atarak baş ucuna çöktüm. Acı içindeki yüzünde ve parçalanmış kıyafetlerinde biraz göz gezdirdim. Kıyafetinin yırtık kısımlarından sızan ince kandan anladığım kadarıyla bu yaralar sürüklenirken açılmıştı.

    Eskiden olsa bu haline acıyabilirdim ama artık farklıydım, daha güçlüydüm. " Bu yanınıza kalır mı sanıyorsu... !" cümlesini bitirmesine izin vermeden suratına sağlam bir yumruk geçirdim. O acıdan kıvranırken ben gayet eğleniyordum. " Bahse varmısın !"

    Bu cümleyi kurarken suratıma yerleştirdiğim tehditkâr gülümseme görevini yerine getirmiş gibiydi. Yüzündeki katıksız korku kahkaha atma isteği ile dolmama sebep oluyordu. Cinlerin üzerinde kurduğu baskıdan dolayı bayılmış olan Onur'a tam bir tane daha vurmak üzereydim ki elim havada kaldı.

    " Kendine gel! Zalimliğe zalimlik ile karşılık varilmez!"
    Mesut hoca ona vurmamı engellediğinde büyük bir öfke hissettim. Hafsa hemen yanımda belirerek gözlerini hocaya dikti. Ne yapacağını anlayabiliyordum. Benim öfkem onu da etkiliyordu.

    Mesut hocaya doğru ilerlediğinde müdeahale etmedim. Hoca gerilerken tökezleyip sırt üstü düştü. Hafsa henüz durmaya niyetli değil gibiydi. " Söyle dursun artık!"

    Tahsinin korkmuş ve tedirgin sesini duyduğumda gözlerimi arkadaşlarıma çevirdim. Hepsinin yüzünde aynı ifade vardı korkuyorlardı. Benden ve yaptıklarımdan korkuyorlardı.

    Hafsa gözlerini hocanın üzerine dikmişti hareket etmeden sabit bir şekilde ona bakıyordu Mesut hoca hafif bir şekilde titremeye başlamıştı. " Yeter!" Benim komutumla Mesut hocadan uzaklaşıp yanımdaki yerini aldı ve ellerini önünde bağlayıp başını yere eğdi.

    Mesut hoca derin nefesler eşliğinde kendine geldiğinde onu dikkatlice izliyordum. Gözlerinde kesinlikle korku yoktu ancak hayal kırıklığı o kadar netti ki içimde bir yerlerde bir şeyleri kırmıştı.

    Hocanın tepkisizliği gözlerimi açmıştı. Ben bu değildim, olamazdım. Beni ve arkadaşlarımı kurtarmak için bu denli çaba veren adamı yerle yeksan etmiştim. Vicdan azabım öyle ağırdı ki altında ezilmeye başlamıştım.

    Arkamdan gelen Hafsa ile birlikte Arkadaşlarımın yanına doğru ilerledim niyetim özür dilemekti ama ben yaklaştığımda hepsi kenara çekildi. Aralarında açtıkları boşlukta durup vicdanımı biraz olsun rahatlatacak bir şeyler söylemesi için yalvaran gözler ile Tahsin'e baktım. O bile bana yaklaşmıyordu.

    Başımı öne eğererek hızlıca üst kattaki odama çıktım ve kapıyı kapatıp kilitledim. Yalnızca ben ve Hafsa kalmıştık. " Ne yapıyorum ben! Hırsım ne ara vicdanımın önüne geçti! Neden beni durdurmadın!"
    " Biz söyleneni yaparız, soru sormayız. Sadece seni korudum. " Aslında Hafsanın hiç bir suçu olmadığını biliyordum ama bu azabı üstümden atmam gerekiyordu.

    • **
    Tahsin

    Ahmet'in yaptıkları resmen kanımı dondurmuştu. Kendinde değil gibiydi gözünü intikam bürümüştü. En yakın arkadaşım bile olsa ondan korkmama sebep olmuştu. Yukarıya çıkmadan önce bana olan bakışlarından yaptığı şeyin korkunçluğunun farkına vardığını anlamıştım.

    Ancak yinede ondan korkmama engel olamıyordum. Cinler onu tehlikeli bir hale getirmişti. Mesut hoca her ne kadar onun karşısında güçlü durmaya çalışsada o gittikten sonra tekrar sendeledi.

    Hemen koşup Hocanın koluna girdim. Epey solgun görünüyordu ama bunun cin yüzünden olduğunu sanmıyordum. Ahmet'in davranışları onda büyük bir duygusal çöküntü meydana getirmişti. Dik durabilecek kıvama geldiğinde eli ile beni uzaklaştırdıktan sonra teşekkür edip yerde baygın yatan Onur'a yöneldi.

    Kendini ayakta tutacak gücü zor buluyor olmasına rağmen onu kucaklayarak yukarı kata yöneldi. Bütün arkadaşlarım onun peşinden yukarıya çıkarken ben öylece kaldım.

    Kafamdaki karmaşa çok yoğundu. Çocukluk arkadaşım bizi cinlere satmıştı en iyi arkadaşım da onun yüzünden cinlerle birlik olmuştu. Peki geriye ne kalmıştı, bütün sevdiğim arkadaşlarım ellerimin arasından kayıp giderken sadece izlemek ile yetiniyordum!
    Tümünü Göster
    ···
  8. 33.
    +15 -1
    Onur'un şimdilik güvende hissetmesini istiyordum çünkü iş birliği yaparsak Kâbir'i alt etmem çok daha kolay olacaktı. " Onun en büyük zayıflığı öfkesi olacaktır. Özellikle son olaylarda tamamen gözü döndü, birde seni ellerinin arasına almışken hiç beklemediği şekilde kaybetmesi. Şu an tam anlamı ile deliriyordur!"

    " Özet geçsen yeterli olur."
    Bir an önce bitmesini istiyordum. Onun nereden geleceği belli olmayan saldırılarına daha ne kadar karşı koyabilirim hiç fikrim yok.

    " Ava giden avlanır! Ona bir fırsat verirsen önünü ardını düşünmeden atlayacaktır. Tabi bu işe girişmeden önce bütün hazırlıklarını tamamlamalısın, düşüncesiz olması onu kolay lokma yapmıyor. Hâlâ arkasında kalabalık bir kabile var!"

    " Ben de yalnız sayılmam. Ancak kolay olmayacağı konusunda kesinlikle haklısın. incelikli bir plana ihtiyacımız var. (Hafsaya hitaben) Kâbirin kabilesini oyun dışı bırakmakta sana güvebebilirmiyim?"

    " Elimden geleni yapacağımdan kuşkun olmasın."

    "Bu sefer hedefimiz onu yakalamak değil bu iş çok uzadı, artık bitmesini istiyorum ya o beni alacak yada ben onu!"

    Şu an Onur'u göremesemde surat ifadesini tahmin edebiliyordum. işin ne kadar büyük olduğunu anladığı için tahminen ağzı bir karış açıktı. " Anlaşılan arafta kaybettiğin tek şey görme yeteneğin değilmiş! Şimdi sen ciddi ciddi onu öldürmek mi istiyorsun, ben bir şekilde hapsederiz diye düşünmüştüm!"

    " Sadece onu değil bütün kabilesini yok etmek istiyorum! "

    " Benden buraya kadar sen kafayı yemişsin! Yardım etmek isterdim ama ne yazık ki pgibololiden pek anlamıyorum!"

    Anlaşılan iyi polis rolü buraya kadar dı.

    Onur

    Planlarım tamamen ters tepmişti, benim aklımdaki senaryo daha çok bir kaç küçük oyun ile onu kendimize çekip hapsetmek ti. Onun teklifi ise rus ruleti gibiydi silahı kafamıza dayayıp merminin karşı tarafta patlamasını umuyordu. En kötü tarafı ise en ufak bir çekincesinin bile olmadığının açıkça belli olmasıydı. Acımasızlığı ile nam salmış bir cin kabilesini yok etmekten bahsederken sesi havadan sudan muhabbet eder gibi normal çıkıyordu!

    Şu hali ile Ahmet'in yanında yer almak kesinlikle mantık dışı olurdu. "Benden buraya kadar sen kafayı yemişsin! Yardım etmek isterdim ama ne yazık ki pgibolojiden pek anlamıyorum!" Hızla ayağa kalktım, acilen sağlam bir kaçış planına ihtiyacım vardı! Tam çıkmak üzereydim ki Hafsa karşıma dikildi ve üzerime yürümeye başladı. Başımda inanılmaz bir ağrı hissetmeye başlamıştım beynim infilak edecek gibiydi.

    Dengemin bozulması ile olduğum yere yığıldım. Ben yerde kıvranırken Ahmet'in konuşması uğultular halinde kafamın içinde yankılanıyordu! " Konuşmamızın başında başka seçeneğin olmadığını belirttiğimi sanıyordum."
    Kafamda yankılanan uğultular ve dayanılmaz baş ağrısı ile daha fazla başa çıkamayarak pes ettim.

    " Tamam, yardım edeceğim, kes şunu artık!"
    Bu işkencenin son bulması ile derin bir nefes aldım. Ben hâlâ yerde yatıyorken o zerre umrunda olmadığımı belli eden buz gibi sesi ile ilk emrini vermişti. " Gidip Mustafa hocayı çağır onun da yardımına ihtiyacımız olacak."
    Duvardan destek alarak tekrar ayağa kalktığımda Hafsa önümden çekilip geçmem için yolu açtı. Başım hâlâ dönüyordu kapı kolunu zar zor görebiliyordum. Kola tutunmayı başardığımda yaşadığım güç kaybı nedeni ile dengede duramadığım için sendeledim. Eski ahşap kapı büyük bir gürültü ile ardına kadar açılırken bende yere kapaklandım.

    Başım merdivenlerin bulunduğı yöne doğru dönük olduğu için onların verdiği tepkiyi görememiştim. Sağ elimi mümkün olduğunca yükseğe kaldırarak güçsüz sesim ile konuştum. " Ahmet Mustafa hocayı görmek istiyor!"

    Kimse beni umursamamıştı bile hepsi Ahmet'i kontrol etmek için hemen odanın içine doluşmuştu. Aşağı kattan hızla gelen Mustafa hoca üstümden geçerek odanın içine dalmıştı. Gürültü fazla olunca Ahmet'e bir şey olduğunu düşünmüştü sanırım. Bense tek başıma sürünerek koltuğa tırmanmıştım. Bu kadar nefret edilmek bana bile ağır gelmeye başlamıştı. Kıssa bir süre sonra sorun olmadığını anlayan hoca diğerlerini dışarıya çıkarıp Ahmet ile yalnız kalmıştı.

    • **

    Yaklaşık yarım saattir Ahmet ve hüddam odada tartışıyorlardı. Mustafa hocanın öfkeli bağırışlarına bakılırsa mantıklı olanı yapıp bu işten vaz geçmesi için onu ikna etmeyi deniyordu.
    Ama Ahmet kararını çoktan vermişti ve geri dönmeye niyeti yoktu. Yaşanabilecek olayları tahmin etmeye benim hayal gücüm bile yetmiyordu.

    Bağırışma sesleri kesildiğinde hüddam yeri titreten adımlar ile odadan dışarı çıktı ve kapıyı sertçe çarptı. Alnında atan damara ve sinirden kıpkırmızı olmuş yüzüne bakarak tartışmayı kazananın o olmadığını anlamak zor değildi. içimden bir ses bu tehlikeli oyunun bizim için hayırlı bitmeyeceğini söylüyordu!
    Tümünü Göster
    ···
  9. 34.
    +14
    Hocanın sözleri karşısında hiç bir tepki veremiyordum. O korkunç rüyanın akıbeti belli olmuştu. Düşünebildiğim tek şey bundan sonra tüm gecelerimin böyle mi geçeceğiydi.
    Sadece bu rüyaların devamlılığını düşünmek bile delirecek gibi olmamı sağlıyordu. Bütün bunların bir sonu varmıydı varsa da ben görebilirmiydim bilmiyorum.

    " Ama siz onu kurtarabilirsiniz değilmi hocam? "
    Tahsinin sorusuna karşılık Mustafa hoca olumsuz anlamda başını hafifçe salladı. " Tek başıma yapamam. Bu ifritlerin gözü dönmüş." Hocanın suratındaki tereddütten anladığım kadarıyla aklında pekte hoş olmayan bir fikir vardı. Konuşmaya devam etmesi için hiç bir tepki vermedim. " Sana cin bağlayacağız oğul. Ateşe ancak ateşle karşılık verilir!"

    Herkes ağzı bir karış açık Mustafa hocanın suratına bakarken birden içeriye Mesut hoca daldı. " Katiyen olmaz, buraya cinlerden kurtulmaya geldik sen ebediyen onlarla yaşamasını istiyorsun!" Sanırım bir süredir kapıda bizi dinliyordu.

    " Bende keyfimden istemiyorum hoca. Gencecik çocuğun günden güne erimesini izlemek mi istiyorsun!" Son kurduğu cümle ile Mesut hocayı biraz sakinleştirmeyi başarmıştı ama hâlâ izin vermeye niyetli görünmüyordu. " Yapalım hocam, ben kabul ediyorum!"

    itiraz kabul etmeyeceğimi sonuna doğru yükselttiğim sesimle vurgulamaya çalışmıştım. Mesut hocanın küplere binmiş olmasından mesajı anladığı belliydi. Söylene söylene odadan çıkan hoca kendi odasına gidip kapıyı sertçe kapattı.

    Ben de meraklı değildim ömrüm boyunca onlarla yaşamaya ama kurtulmanın tek yolu buysa doğal olarak başka seçeneğim kalmıyordu. " Kalk bir abdest al oğlum hemen gereğini yapmamız lazım!"

    Arkadaşlarımın inanmaz bakışları arasında odadan çıkıp alt kata indim. Bundan sonra hayatım hiç normale dönemeyecekti.

    • **

    Abdestimi alıp tekrar yukarıya döndüğümde geçen sefer o şerlileri çağırdığımız odanın açık duran kapısından içeri girdim. Arkamdan gelen Tahsin de tam odaya girmek üzereydi ki Hafsa birden önünde belirip onu durdurdu. Tahsin korku ile irkilip bir adım geri attı.

    " Ahmet yalnız gelecek oğul sen var git odana." Mustafa hoca gözünü acele ile bir şeyler karıştırdığı kaptan ayırmadan konuşmuştu. Tahsin bir Hafsaya bir de bana baktıktan sonra hiç bir şey demeden asık suratı ile dönüp gitti ve kapının biraz ilerisinde duran kanepeye oturup kollarını birbirine bağladı. Aynen küçük bir çocuk gibiydi.

    Hafsa hafif bir el hareketi ile kapıyı kapattıktan sonra ağır adımlar ile Mustafa hocanın yanına ilerledi. Ben de gidip hocanın karşısında yerimi aldım ve bağdaş kurdum. " Elini uzat."

    Biraz tereddütte kalsam da elimi hocaya uzattım eline aldığı iğne ile parmağımda küçük delik açtı. Hissettiğim ince sızı ile suratım kasılmıştı. Üç damla kanı önünde duran kaba damlattı. Ardından hazırlamış olduğu vefklerden birini alıp parmağımı üzerinde gezdirerek ona da kan bulaşmasını sağladı.

    " Şimdi sana vereceğim duayı okuduktan sonra kağıdını yakıp bu kabın içine atacaksın oğul." Hoca kağıdı ve yakıp eski tip bir şamdana tutturmuş olduğu mumu bana uzattı. Elinden onları alıp mumu önüme koydum. Duayı okumaya başlamadan önce " Bunun geri dönüşü yokmudur! " diyerek kafamı kurcalayan o soruyu sordum.

    " Maselesef yoktur. Dikkat etmen gereken hususlar var oğlum. Ne yaparsan yap korkunu belli etme yoksa işler ters tepebilir. Ayrıca aklına esen her şey için onlardan yardım isteme kızmalarına sebebiyet verebilir." Aslında hoca bunları söyleyene dek çok bir korkum yoktu. Sesli bir şekilde yutkunduktan sonra gözlerimi elimde duran kağıda çevirip morumsu rengi olan mürekkep yazısını okumaya başladım.

    Okudukça dilim pelktekleşiyor ve beynim karıncalanıyordu. sonlara yaklaştığımda göğsümde büyük bir baskı hissetmeye ve fısıltılar duymaya başladım. Gelmişlerdi odada dolaşan gölgemsi bedenleri görebiliyordum. Benim etrafımda daire şeklinde dönüyorlardı ve fısıldaşıyorlardı.

    Kendi aralarında konuşuyor gibiydiler. En sonunda duayı okumayı bitirdiğimde hızlıca kağıdı muma tutup yaktım ve karışımın içine attım. Alev birden öylesine parladı ki sanki odanın içinde şimşekler çakıyordu.

    Mustafa hoca bu yükselen aleve yazdığı vefkleri de attığında ateş yükseldiği hızda geri söndü. Artık kaptan sadece dumanlar yükseliyordu. Hafsa Mustafa hocanın yanından ayrılıp benim yanıma geçti ve hafif bir baş hareketi yaptıktan sonra üç kere " Esselamu aleyküm ve rahmetüllahu" diyerek beni selamladı. Ardından etrafımdaki bütün gölgeler dönmeyi bırakıp Hafsa ile aynı şekilde beni selamladılar.

    " Selam almak farzdır oğul durma." Mustafa hoca yüzünde tebessüm ile konuştuğunda her şeyin yolunda gittiğini anladım.
    " Vealeykümü-s selam ve rahmetullah" Ben de aynı şekilde üç kere selamlarına karşılık verdiğimde tekrar hafifçe başlarını eğdikten sonra Hafsa dışında hepsi kayboldu.

    O hâlâ yanımdaydı ve bana bakıyordu.
    " Ben dahil kabilem emrindedir."
    Tümünü Göster
    ···
  10. 35.
    +13
    Esen sert ve soğuk rüzgarlar ruhumun derinliklerine kadar işliyordu. içimde ki korkuyu bir türlü kenara atamıyordum. Gerçi korkunun ecele faydası yok, buraya gelmek ile çoktan ecelin kollarına atlamıştım.

    Bir terslik olması durumunda Hafsa beni uyandıracaktı ama bu beni rahatlatmaya yetmiyordu. Bilmediğim bir alemde ruhların ve ifritlerin arasında geziyordum. Burada her şey çok daha farklıydı o şeyler burada cisimleşmiş halde bulunuyorlardı.

    Hepsinin de gözleri üzerimdeydi. Elimden geldiğince onları görmezden gelmeye çalışarak ilerlemeye devam ediyordum. En nihayetinde çorak bölgenin sonu ve ardından yükselen büyük kasvetli orman gözlerimin önündeydi.

    Nasıl bildiğim hakkında hiç bir fikrim yoktu ama Kâbiri orada bulacağımı biliyordum. Ormana yaklaştıkça bir şekilde beni çağırıyor gibiydi, ruhumun derinlerinde bir yerde onun çağırısını net olarak duyabiliyordum.

    Her bir adımımda bedenimi saran ölüm soğukluğu o kadar tanıdıktı ki beni rahatsız etmiyordu bile. Son bir ay içerisinde o birden çok kez ölümden dönmüştüm, artık bana nefesim den daha yakın geliyordu.

    Ormana girmek üzereyken bir an duraksadım. Beni korkutan şey o şerlinin ta kendisiydi. Ölüm sorun olmasa bile benim ölümüm arkadaşlarımı kurtarırmıydı, kan kokusunu almış olan bu sırtlanlar avdan dönermiydi.

    Şimdi deneyip görme vaktiydi. Ciğerlerimi yakan bu pis havayı derince soluduktan sonra bir an bile arkama bakmadan ormana daldım. Çünkü eğer tereddüte yenik düşersem yapamayacağımı biliyordum. Bu orman bana yabancı gelmiyordu etraftaki tuhaf sesler, izleniyormuş hissi hepsi çok tanıdıktı!

    Gökyüzünden gelen yıldırım benzeri bir ses ile kafamı yukarıya kaldırdım. Bulutların akışı hızlanmıştı ve gökyüzü renk değiştiriyordu. Puslu gri hava yerini ateş kızılına bırakırken hemen önümde büyük bir ateş belirdi!

    Korku ile sendeleyip geriye doğru düştüğümde kafamın içindeki bütün parçalar yerine oturmuştu. Olayların başlangıcında rüyamda gördüğüm orman burasıydı.

    Rüyamda yaptığı işkenceleri hatırladığımda karnım acı ile kasıldı o izler varlıklarını hatırlatmak istercesine canımı yakıyorlardı. Yaşananların hepsi kegib sahneler halinde gözümde canlanıyordu. Tıpkı bir dejavu gibiydi o anları tekrar tekrar yaşıyordum.

    Her şey o kadar hızlı gelişiyordu ki olanlara hiç bir anlam yükleyemiyordum. Ateşin etrafında dönen gölgeler benim sürüklenerek ateşe çekilmem ve Kâbirin gözlerindeki saf öfke hepsi çok gerçekti. Artık çığlıklar atmaya başlamıştım gerçekte yaşanan bir şey olmamasına rağmen zihnimin içinde bitmek bilmeyen bir döngüye yakalanmıştım!

    " Dur artık!" Boğazımı delip geçen çığlığım boş ormanda yankılanırken bütün görüntüler başladığı gibi aniden son buldu.
    Düzenlemeye çalıştığım nefesim giderek daralırken karşımda onu gördüm hastalıklı bir neşe ile parlayan gözlerini bana dikmişti.

    " Durmak? Daha yeni başlıyorum! Beni oyuna getirdin, şimdiyse sıra bende!"
    Tümünü Göster
    ···
  11. 36.
    +13
    Döndüğümden bu yana iki gün geçmişti artık zar zor da olsa hareket edebiliyordum ve konuşabiliyordum ancak hâlâ göremiyordum. Mustafa hocanın teorisi yorgun düşen ruhumun henüz bütün duyularıma güç yettiremediği yönündeydi. Duruma olabildiğince olumlu yaklaşmaya çalışıyordu, belki de beni kötü etkileyeceğini düşündüğü için. Atladığı nokta ise şu an zaten olabilecek en kötü senaryolardan birini yaşıyordum, artık beni daha da karamsarlaştırabilecek çok şey kalmamıştı. Zifiri karanlığı daha çok karartamazsın.

    Normalde böyle bir durumda hırs ve öfkeden deliriyor olurdum ancak oradan döndüğümden beri tek sorun gözlerim değildi. Ruhum hislerim her şey çok farklıydı, benden bir parçam koparılmış gibiydi. Sadece öfke de değil hiç bir duyguyu algılayamıyordum. Belki de böylesi daha iyi olmuştur gerçekliğe kapanan gözlerim mânâya da anlam veremiyordu, bu sayede korkularım bağlılıklarım hepsi gitmişti.
    Sosyopatlığın sınırlarında hiç olmadığım kadar özgürdüm.

    Odada yalnızca ben ve Hafsa vardık onu göremesem de gözlerini üstümde hissediyordum. Uzun zamandır hiç konuşmamıştı öylece başımda bekliyordu. " Aklında ne var." ilk zamanlarda bana sürekli çabalamayı bırakıp dinlenmem gerektiğini söylüyor ve yapabileceği bir şey olup olmadığını sorup duruyordu. Bu ani sessizliği dün başlamıştı, onunla zihinsel olarak bağlı olmasam orada olduğunu anlayamazdım bile. Belli ki aklını kurcalayan bir mesele vardı.

    " Seninle ilgli... " Cümlesi açılan kapı sesi ile yarım kalmıştı. Muhtemelen yine Tahsin gelmiştir geri döndüğümden beri aşırı derecede üstüme düşüyordu. " Sana iyimisin diye sormayacağım çünkü cevabı ortada!"

    Onur

    Herkes öylesine sessizdi ki sanki üzerlerinde ölü toprağı var gibiydi. Mesut hocanın hâlâ kendine gelemeyişi ve Ahmet'in durumu onları epey etkilemişti. Onlar hazır hiç bir şey ile ilgilenemeyecek durumdayken işe koyulma vaktiydi. Yavaşça yerimden kalkıp Ahmet'in kaldığı odaya doğru ilerledim. Hâl hatır sorup biraz ağzını yoklamam gerekiyordu planlarımın ters tepme ihtimaline karşın hazırlıklı olmalıydım.

    Kapıyı açıp içeri girdiğimde Hafsa onun baş ucunda öylece bekliyordu. Anlaşılan hâlâ bir değişiklik yoktu, kapı sesini duyduğunda Ahmet boş bakışlarını bana doğru çevirdi. Gözleri açık olsada göremediği net olarak anlaşılıyordu çünkü bakışları hiç bir yere odaklı değildi." Sana iyimisin diye sormayacağım çünkü cevabı ortada!" Aklımdan geçeni direkt olarak söylemiştim. "Beni sen getirmişsin sana yapabileceklerimden korkmuyormusun."

    Anlaşılan o da benim yolumu izleyerek direkt aklından geçenleri söylüyordu. Kurduğu cümle ne kadar tehtitkâr olsa da sesinde en ufak bir duygu belirtisi yoktu. Doğruyu söylemek gerekirse şu an korkum daha da artmıştı. Duygu yoksunluğu o kadar belirgindi ki kafasına koyduğunu kesinlikle yapardı.

    " Ben hatalarımın sorumluluğunu kabul ediyorum. Korkacak bir şey yok!" " Bu farkındalığı yaşamak için biraz geç değilmi?" " Benim yüzümden başına gelenlerin küçümsenecek bir tarafı olmadığını biliyorum. Kâbir'in eline düştüğümde çok korkmuştum sonuçta hayatım söz konusuydu! Hepimiz senin kadar gözü kara değiliz!"

    Biraz egosuna oynamaktan zarar gelmez di sanırım. " Nedense içimde bu anı daha önce yaşamışız gibi bir his var."
    Neden bahsettiğini anlamamıştım ancak aklına girmeme kolay izin vermeyeceği açık tı. "Tüm bunların başlangıcında ben yapmamak için diretirken yine aynı taktik ile kandırmıştın, ego tatmini."

    Buz gibi sesi ile kurduğu bu cümle yandığımın resmi olabilirdi. Aslında hata bende onca acıdan sonra akıllanmamış olması bir mucize olurdu zaten. Beynimde çakmaya başlayan tehlike çanlarını göz ardı etmeye çalışarak yutkundum. " Sanırım hepimiz dersimizi almışız!" " Hemde fazlasıyla. Ama merak etme artık sana kin gütmüyorum hatta teşekkür etmek istiyorum!"
    " Ne için?"
    " Bana Kâbir'in zayıflıklarını anlattığın için!"

    Meseleyi şimdi anlamıştım. Tıpkı Kâbir'in yaptığı gibi o da beni hedefine ulaşmak için kullanmak istiyordu. Benim için hava hoş güvenliğim garanti edildikten sonra birbirlerini yemeleri umrumda değildi. " Ona karşı durduğunda olanları gördün yine de devam etmek istiyormusun!" " Tam da o yüzden uğraşmaya devam edicem, kendi rızası ile beni rahat bırakacağını sanmıyorum."
    " Bundan etkilenen tek kişi sen olmazssın!"

    Hâlâ istediğim kelimeyi duyamamıştım. Güvenliğimin sözünü almaya çalışıyordum ancak böyle olmayacak gibiydi. " Pekâla lafı dolandırmadan söyleyeceğim sen onunla uğraşırsan o da bizimle özellikle onu sattığım için benimle uğraşır. Elinden bir kere kurtulmuşken tekrar yakalanmak istemem!"

    Ahmet

    Tam olarak istediğimi bana vermişti kendince yine oyun peşindeydi. Kâbir'in artık ona ihtiyacı olmadığının farkına vardığı için şimdi bana yamanmaya çalışıyordu. Bir süre oyunu onun kuralları ile oynamanın bir sakıncası yok. " Başka seçeneğin olduğunu sanmıyorum." Ona biraz göz dağı vermem gerekiyordu ki beni tekrar kandırabileceğini düşünmek gibi bir gaflete düşmesin. " Yanımda güvende olacağından emin olabilirsin, yeterki onu alt etmem için yardım et." " Anlaştık."
    Tümünü Göster
    ···
  12. 37.
    +12
    Yeniden karanlıkla baş başaydım. Bu bilinçsizlik hali beni tamamen bitiriyordu. Merak ediyorum da bir gün bunların sonu gelecekmiydi. Eski hayatıma dönüp sıradan, saçma sorunları gözümde büyütmeye ailem ile zaman geçirmeye tekrar fırsatım olacakmıydı. Aslında içimde bir yerlerde cevabı net olarak biliyordum ancak ne yazık ki o cevap umutlarımın katiliydi.

    Bu boşluktayken yanımda sadece iç sesim olduğu için göz ardı etmeye çalıştığım çoğu düşünce gün yüzüne çıkıyordu. Burada keşke kelimesinin ne denli can yakabileceğini açıkça anlamıştım. Susturmaya çalıştığım o ses her saniye bana hatırlatıyordu. Keşke o kitaba hiç dokunmasaydım, keşke yaşananların hepsi kâbustan ibaret olsaydı, keşke geri dönebilseydim. Bence yalnızlığın asıl işkencesi buydu üstünü zayıf umutlar ile örttüğüm gerçeklerin okkalı bir tokat gibi yüzüme çarpıyor olması. Keşkeler için çok geç, umutların artık yersiz olduğunu söylüyor olmasıydı.

    • **

    Sesler duymaya başlamıştım. Ekolu da olsa onları tanımak benim için çok zor değildi. Bu sesler arkadaşlarıma aitti. Beni sarstıklarını hissedebiliyordum onların yanındaydım. Sanırım bunun anlamı Mustafa hoca her ne yaptıysa en başından beri işe yaramış olmasıydı. O alemden kurtulmuştum peki neden hâlâ karanlıktı. Gözlerimi açıp kapatabiliyordum ama ışık yoktu. Bana seslendiklerini duyabiliyordum hatta yanı başımda telaşla ismimi tekrar tekrar söyleyen Tahsinin nefesini yüzümde hissedebiliyordum. Kolumu kavramış olan ellerinin yaptığı baskıyı hissedebiliyordum ancak ne kadar uğraşsam da hiç bir tepki veremiyordum.

    O an aklıma Hafsa geldi onunla konuşmak için ses çıkarmama gerek yoktu.

    Tahsin

    Ahmet gözlerini açmıştı ancak tamamen sabit bir şekilde tavana bakıyordu. Kolundan tutarak onu sarsmaya başlamıştım ve hiç durmadan ismini tekrarlıyordum. Ağzından çıkacak herhangi bir kelime yada vereceği en ufak bir tepki için gözlerimi ondan bir an bile ayırmıyordum. Bütün uğraşlarım kifayetsiz kalıyordu. Onu sarsmayı bırakarak olduğum yere çöküp oturdum.

    " Sizi duyuyor." Sol tarafımdan gelen kadın sesi ile o yöne döndüm. Konuşan Hafsaydı anlaşılan Ahmet bizimle onun aracılığı ile iletişim kuruyordu. " Neden kendisi konuşmuyor!" Gelecek cevabın yarattığı heyecan ve korku ile sırtımdaki dayanılmaz acıya aldırış etmeden ayağa fırladım. " Nedenini o da bilmiyor, deniyormuş ama göremiyor ve herhangi bir tepki veremiyormuş!"

    Nedemek oluyordu tüm bunlar yoksa hep böyle mi kalacaktı. Tüm bu mantıksızlığa ışık tutabilecek bir açıklama yapmasını umarak gözlerimi Mustafa hocaya diktim. Ancak yorgun yüzündeki boş bakışlardan anladığım kadarıyla o da bu durum karşısında şaşkındı ve anlam veremiyordu.
    " Bırakalım biraz dinlensin belki de yorgun düşmüştür."
    Mustafa hocanın aklında bir şey olduğu çok açıktı yüz hatları gerilmiş ve gözleri büyümüştü. Açıklamak istemeyişi vaziyetin kötü olduğu anldıbına geliyor olabilirdi. Beynim resmen durmuştu artık gerçekten yorulmuştum hayatım kesinlikle mahvolmuştu. Her gün farklı bir felaket yaşanıyordu şu an için tek isteğim bu silsileye Ahmet'in de kurban gitmemesiydi!

    Ahmet

    Mustafa hocanın düşüncesinin işe yaramasını her şeyimle istesem de bunun doğru olmadığını biliyordum. Bende farklı bir şeyler vardı belki beni o alemden kurtarmışlardı ama artık beynim bana zindandı!
    Tümünü Göster
    ···
  13. 38.
    +12
    Kâbir beni ateşe doğru sürüklerken kabilesindeki diğer ifritler ateşin etrafında birer birer belirmeye başlamışlardı. Her şey rüyalarımdaki gibiydi tek fark şu an yaşadıklarım kâbustan ibaret değildi!

    Her şey çok netti acıyı hissedebiliyordum durabilmek umudu ile tutunmaya çalıştığım toprak ellerimin arasından kayıp gidiyordu. Bu kuytu ormanı inleten davul sesleri kulağımı doldururken ateşin hemen yanında durdu.

    Bulunduğumuz durum onlar için bir tür kutlama gibiydi. Etrafımda dönmeye başlayan şeyler gölge değillerdi hepsinin fiziksel özelliklerini net bir şekilde görebiliyordum. Asimetrik yüzleri siyah diş etleri ve kahverengiye yakın dişleri vardı. Hepsi bana lanetler yağdırıp yüzüme tükürüyorlardı.

    Kâbir başımda dikilip olanları büyük bir keyif ile izliyordu. Aslında bu duyguyu biliyordum, Onur'u yakaladığımda bende onun gibiydim, beni yendiğini düşündüğü için üstünlüğünü vurguluyordu. Bu cinniler ile konuşmam mümkün olmayacaktı anlaşılan. Acele edip bir çıkış yolu bulmam gerekiyordu yoksa o rüya gerçeğe dönüşecek ve canlı canlı yakılacaktım!
    Bütün sesler bir anda kesildi hepsi birer heykel gibi donup kaldılar. Hareket eden tek kişi Kâbir di tıpkı rüyamdaki gibi elinde asası ile yavaşça bana doğru geliyordu.

    Baş ucumda durduğunda asasını kaldırıp büyük bir hız ile göğsüme indirdi. Sivri uçlu odun parçasının vücuduma saplanışını hissettiğimde nefesim kesilmişti. işkence ederken hiç acele etmiyordu. Elde ettiği zaferin tadını çıkarırcasına yavaş ve güçlü bir şekilde asasını daha derine itiyordu.

    Acıdan kasılan vücudum işleri daha da zorlaştırıyordu, hareket kabiliyetimi tamamen kaybetmiştim. Bana asırlar gibi gelen sürenin ardından asayı hızla çekip çıkardı, canım tarifi olamayacak kadar acısada sonunda tekrar nefes alabiliyor olmak bir nebze beni rahatlatmıştı.

    Açtığı yaranın acısı beynimi ele geçirmişti düzgün düşünemiyordum. Zihnimdeki tek şey katlanılmaz acıydı, refleks olarak elimi yaranın üstüne tuttuğumda bir şey fark ettim. Yara derin olmasına rağmen kanamıyordu! Zihnimde resmen şimşekler çakmıştı nasıl olur da bu detayı atlardım, ben bedenen burada değildim!

    Sanırım kurtuluş yolumu bulmuştum. Ruhum burada olsa da maddi bedenim bu alemde değildi ancak hâlâ ona bağlıydım. Eğer bedenim uyanırsa ruhum geri çekilecektir, tıpkı rüyadan uyanmak gibi. Bir şekilde Hafsaya sorun olduğunu belli edebilirsem beni uyandıracaktır ama bunu nasıl yapabilirdim.

    Ben çözüm yolu ararken bedenim inanılmaz bir acı ile tekrar kasıldı. Zar zor aralayabildiğim gözlerim bu ızdırabın kaynağını saptamıştı. Kâbir elinde tuttuğu ucu köz halini almış asası ile bana vuruyordu. insanın canını en çok yakan şeyin ateş olduğunu söyleyenler kesinlikle haklıydı. Hayatım boyunca böylesine keskin bir acı hissetmemiştim.

    Bütün gücüm ile haykırırken gözlerimin önündeki görüntü kıssa bir anlığına değişti. Uzaklardan gelen cılız bir kadın sesi duydum. Sonrasında ise tekrar bulunduğum mekâna döndüm. Kâbir bana tekrar vurduğunda bu sefer görüntü daha netti kıssa bir anlığına görmüş olsam da burayı tanımıştım ve beni izleyen kehribar rengi gözleri görmüştüm.

    Orası Mustafa hocanın evinin yakınında bulunan ormandı ve Hafsa beni uyandırmaya çalışıyordu. Hissettiğim acı azalmaya başladığında tekrar Berzah aleminde bulmuştum kendimi. Sanırım olanları anladım!

    " Bütün yapabildiğin bu mu savurduğun onca tehditten sonra, öfkenin şiddeti bu kadarmı!" Zar zor çıkan sesim ile olabildiğince güçlü durmaya çalışıyordum. Eğer planım işe yararsa Kâbir beni buradan kendi elleri ile çıkartacaktı fakat bir terslik olması durumunda çekeceğim azabı misli ile katlamış olacaktım.

    Ruhum bedenime bağlı olduğundan buradayken çektiğim acı fiziksel bedenimi de etkiliyor olmalıydı. Acının dozunun artmasını sağlarsam bu bedenimin kasılmasına ve şok etkisi ile uyanmama olanak sağlamalıydı. Şu an tehlikeli bir kumar oynuyordum ancak başka seçeneğim yoktu.

    Kelimelerim amacına ulaşmıştı, Kâbir resmen öfkeden kuduruyordu elindeki asayı ateşe tututp sönmeye başlamış olan közü kor alev haline gelinceye kadar ısıttı. " Sana öyle işkenceler edeceğim ki cehennemi mum ile arayacaksın!"

    Kor halindeki asasını alıp var gücü ile kalbimin üstüne bastırmaya başladı. Çığlıklarım o kadar yüksekti ki kendi kulaklarım bile acımaya başlamıştı. Göğüsme bastırdığı asa vücudumun üstünde hâlâ yanmaya devam ederken görüşüm buğulanmaya başlamıştı son hatırladığım şey var gücümle bağırmama rağmen kulaklarıma net bir şekilde ulaşan yüksek tiz kahkahalardı.
    Tümünü Göster
    ···
  14. 39.
    +12
    Çay içmeye mi çağırdınız bu nasıl başlık amk
    ···
    1. 1.
      -3
      yalanını gibiyim cin ne amk bebesi

      gibtirgit burdan giberim o genç ananı
      ···
  15. 40.
    +10
    Onur

    Hafsa ile birlikte saatlerdir Ahmet'in başında bekliyorduk ama durumu hâlâ aynıydı. Belli belirsiz nefes alışı dışında hiç bir yaşam belirtisi göstermiyordu. Bu arada nihayet korkularını yenmeyi başarmış arkadaşlarım odalarından çıkmışlardı.

    Barış sendeleyerek zar zor yürümekte olan Tahsinin koluna girmiş ayakta durmasına yardımcı oluyordu. Hepsi beni gördüklerinde her an kontrolden çıkıp onlara saldırabilecek vahşi bir hayvanmışım gibi bakıyorlardı. Bunun zoruma gitmediğini söylersem yalan olurdu.

    " Merak etmeyin, kendimdeyim." Benim bunu söylemem pek işe yaramamıştı hâlâ bana ürkek bakışlarını atıyorlardı. Tahsin dışında o bana bakmıyordu bile gözü Ahmet'in üzerindeydi. " Ne oldu ona!" Sesi titrek çıkmıştı onun için endişelendiği aşikârdı. " Kendi başına şeytan kefeni yöntemini kullanarak Berzah alemine gitmiş. Onu ormanda başında cini ile yatarken buldum. Gittiği yerde bir şeyler ters gitmiş sanırım."

    " Peki senin ormanda ne işin vardı. Burada bağlı değilmiydin!" " Yaralı olmama rağmen sevgili arkadaşını onca yol kucağımda taşıdım ve bir teşekkür bile etmiyorsun!"
    " En başında onu öldürmeye çalışmasaydın belki ederdim"
    Anlaşılan buradaki işim Ahmet'i ikna etmekle sona ermeyecekti. Normal şartlar altında olsaydı " Hayatta kalmak için gerekeni yaptım!" derdim ama onlara ihtiyacım vardı.

    " Yaptığım hatanın farkındayım ve elimden geldiğince telafi etmeye çalışıyorum. Bende oyuna getirildim tıpkı sizler gibi! inan bana dersimi aldım!" Barış onu karşıdaki boş kanepeye oturttu ve hepsi yanına dizildi. Vücut dilinden anladığım kadarı ile acı içindeydi, yine de bana karşı tavrını korumaya çalışıyordu. Anlaşılan yaşananlar onu da güçlendirmişti. Eskiden olsa ufacık bir özür ve pişmanlık dolu bakışlar karşısında hemen yelkenleri indirirdi.

    " Nedense sana inanasım gelmiyor yine bir şeyler karıştırıyorsun ve bu sefer tuzakların işe yaramayacak! Bende hatalarımın farkına vardım Ahmet seni sürükleyerek buraya getirdiğinde ondan korkmuştum. Diğerleri gibi ben de ona sırt çevirmiştim ama senin arkadaşın evi başımıza yıkmaya kalktığında o bizim için kendini öne atmaktan çekinmedi. Bizim için bir ifrit ile yüzleşmekten geri durmadı! Sen daha ilk problemde bizi sattın, seni bırakmaları karşılığında onu ölüme zütürmeyi kabul ettin! Şimdi o burada yarı ölü yatarken karşıma geçmiş pişmanım diyorsun ama bu raddede pişmanlığın bir önemi kalmıyor! " Ondan duyduklarım neredeyse beni gerçekten etkilemişti, işler içinden çıkılmaz bir hâl almıştı.

    Bu ne ara her şeyi bu denli ciddiye alır olmuştu. En yumuşak başlı olan Tahsin'in bile tavrı buysa diğerlerini ikna etmek sandığımdan çok daha zor olacaktı. Ona uygun cevabı verebilmek için düşünürken merdivenlerin başından gelen hafif öksürük sesi ile oraya döndüm. Hüddam bir elini duvara yaslamış her an yere yığılacakmış gibi görünüyordu.
    Anlaşılan Kâbir onu fena hırpalamıştı. Recep ona yardımcı olmak için yerinden kalkacakken boşta olan elini ileri uzatarak ona durmasını işaret etti.

    " Ahmet'e bakmam gerek. Yolu açın yeter." Sanırım yolu açmaktan kastı ben ve Hafsanın başından çekilmemizdi. ikiletmeden oturduğum yerden yavaşça kalkıp karşıdaki duvara gittim ve sırtımı duvara yasladım. Bir yerden destek almadan ayakta duramıyordum. Hafsa da Ahmet'in ayak ucuna gidip beklemeye başladı. Hüddam yalpalayarak gelip ahmetin baş ucunda yere diz çöktü ve sağ elini alnına koyup bir şeyler okumaya başladı.

    Gözleri kapalı olmasına rağmen göz kapaklarının üstünden irislerinin hareket halinde olduğu anlaşılıyordu. Rüya görür gibiydi bir süre sonra alnından terler akmaya ve kegib nefesler almaya başladı. " Ne yaptın sen oğul!" Hızla gözlerini açıp derin bir nefes aldıktan sonra kurduğu ilk cümle bu olmuştu.

    " Bilinçsizce yaptığı ritüel ve Berzah aleminde görmüş olduğu işkence onu bitap düşürmüş. Ruhu bedenine dönmeye güç yettiremeyince arafta kalmış. Bedenine olanları hissedebiliyor bağları kopmamış ama zayıf! Eğer müdeahalede gecikirsek oradan ömür billlah kurtulamaz!"

    " Ne gerekiyorsa hemen yapalım hocam, oraya bizim için gitti ondan vaz geçemeyiz!"

    Aşırı heyecan yapmış olan Tahsin bir an yerinden kalkmaya tenezzül etse de acı ile inleyerek geri çöktü. Demek Ahmet'in tepkisizliğinin nedeni buymuş. Arafta kalmak kıyamete kadar karanlık ve sessizliğe mahkûm olmak anldıbına gelir. Epey uzun süreli bir işkence!!!
    Tümünü Göster
    ···
  16. 41.
    +9
    Sanırım çaldığın yerde sonunu yazmamışlar. Sonunu yazmazsan, bütün bu insanlar sana görülmemiş duyulmamış küfürler edecek. Buradaki insanlar cinlerden daha tehlikeli. Musallat olduklarında her gece rüyalarında Harun abiyi görmeye başlarsın.
    ···
    1. 1.
      0
      +1111111
      ···
  17. 42.
    +10 -1
    Tahsin

    Mustafa hoca ayakta duracak takati olmamasına rağmen bi çare Ahmet'e ulaşırım umudu ile hazırlıklarını tamamlamaya çalışıyordu. Şu an onun yarı ölü hareketsiz bedenine bakarken kendi acılıarımı bir kenara bırakmıştım. Onur konusunda yaptıkları ile biraz aşırıya kaçmış olduğu yadsınamazdı ama haksız olduğunu da söyleyemezdim. O gün aramızdan geçip odaya çıkarken bana attığı bakışlar tekrar tekrar gözümün önüne geliyordu.

    Herkes ona bir canavarmışçasına bakarken o aksini iddia edebileceğimi umarak pişmanlık dolu gözler ile bana bakıyordu ben ise ona sırtımı dönmüştüm. O hali beni çok korkutmuştu ama biz arkadaştık yapmam gereken onu acısı ile baş başa bırakmak yerine toparlanması için yardım etmekti. Barındırdığı güç ile pek tabi kendini kurtarabilirdi ancak o bunu yapmadı sonuna kadar yanımızda durdu. Hepimiz onu dışladığımızda bile bizim için savaşmaya devam etti.

    Onun şu an ki durumundan sorumlu olan kişi karşımda hiç bir şey olmamış gibi dikilirken Ahmet'i gayet iyi anlayabiliyordum. Ahmet'in boğuştuğu sorunları düşündükçe Onur'un burada ve gayet keyifli olduğunu görmek gerçekten sinirlerimi bozuyordu. En büyük sorumluluk ondayken en iyi durumda olanın o olması kaderin tuhaf bir ironisiydi.

    " Onu kurtarmak için senin yapabileceğin bir şey yokmu!" Onur'u düşünmeye daha fazla katlanamadığımdan cevap vermeyeceğini bilsem de Hafsaya bir soru yöneltmiştim. Tabi aynen beklediğimim gibi hiç bir yanıt alamamıştım. Sadece Ahmet ve Mustafa hoca ile konuşuyordu, her ne kadar bize yardım ediyor olsada bu tepkisizliği ondan korkmama sebep oluyordu. Hiç birimizi umursamıyor gibiydi hatta gibisi fazla onda tuhaf olan bir şeyler vardı, tabi bir cin olmasının dışında. Yakında bu işin de kokusu çıkardı elbet.

    • **

    Mustafa hoca elinde eski bir heybe ile çıkagelmişti. " Ruhuna yol göstermemiz gerek, işin zor kısmı ona ulaşabilmekte!" Elinde kırmızı renkli iki taş tutuyordu Ahmet'in sol elininin avucunu açarak taşlardan birini onun avcuna yerleştirdi. " Bu mercan taşı dır genelde cinni ler ile iletişim kurmak için kullanılan yöntemlerden biridir. Ruhta onlar gibi bir enerji halinde olduğundan Ahmet'in ruhuna erişebilmekte işe yaraması gerek!" Kelimesinin son kısmı epey kafamı kurcalamıştı kullanacağı yöntemden emin değil gibiydi. " Kesinliği yokmu. Emin değil gibisiniz!" " Malesef kesinliği yok. Bir tahminden ibaret ama elimizdekinin en iyisi!" Endişem ve heyecanım daha da körüklenmişti. Tahminler üzerinden gittiğine göre daha önce hiç böyle bir durumla karşılaşmamış olsa gerek. Bunun anlamı da işe yaramazsa Ahmet'i temelli kaybedeceğimizdir.

    Hiç bir şey söylemeden hocayı izlemeye başladım tek yapabileceğim buydu zaten bir de işe yaraması için dua etmek. Hoca diğer taşı da kendi sol avucuna koyduktan sonra gözlerini kapatıp bir şeyler okumaya başladı. Okumayı bitirdiğinde derin bir nefes aldı ve hareket etmeyi tamamen kesti.

    Ahmet

    Ne zamandır burada olduğumu bilmiyordum nerede olduğumu da bilmiyordum ne ses ne ışık hiç bir şey yoktu. Uçsuz bucaksız bu boşlukta amaçsızca dolaşıyordum. Gerçek anlamda delirmek üzereydim bütün benliğim benim dışımda ufacık bir yaşam kırıntısı görebilmek için kavruluyordu. içinde bulunduğum durum Kâbir'in işkencelerinden bile beterdi. En azından orada yalnız değildim. Bir an için elimde belli belirsiz bir soğukluk hissetmem ile olduğum yerde kala kaldım.

    Göremeyeceğimi biliyor olsam da o hissin kaynağını arıyordu gözlerim. Bu zifiri karanlığın içinde geçirdiğim süreçte bazen biri bana dokunuyormuş gibi hissediyordum normal şartlarda bu beni korkuturdu ama şimdi o hissin kaybolmaması için dua ediyordum. Saniyeler için bile olsa yalnız değilmişim gibi hissediyordum. Ama bu diğerlerinden farklıydı zayıf ta olsa hâlâ hissedebiliyordum elimin içinde bir şey vardı. Göremiyordum ama orada olduğunu biliyordum, hemen ardından fısıltılar duymaya başladım ne olduğunu anlayamasam da bitmesini istemiyordum.

    Ses belirli bir yönden geliyor gibiydi uzak ve boğuk tu. Zor da olsa yönünü saptamayı başarmıştım o yönde ilerledikçe ses artmaya devam ediyordu. ilerlemeye devam ettiğimde ses anlam kazanmaya başladı, birisi bana adımla sesleniyordu. Aslında yabancı bir ses değil gayet tanıdık tı, bu mustafa hocaydı. Onun sesini duymam ile içimde beliren sevinci anlatmaya kesinlikle kelimeler yetmezdi. Hızımı arttırarak sesine doğru ilerlemeye devam ettim. Görebiliyordum, bunca zaman sonra nihayet bir ışık görmüştüm sanırım bu gün ışığıydı!

    O kadar iyi hissetiriyordu ki ona erişmek için son hız ileriyordum. Çok yakındım evin odasını görebiliyordum ve arkadaşlarımın seslerini duyuyordum. Sevinçten ağlayabilirdim biraz daha ilerlesem yetişecektim ama her şey aniden yok oldu sanki hiç var olmamış gibi! Lütfen bir daha olmasın kurtuluşa bu kadar yakınken karanlığın beni tekrar yutmasını kaldıramazdım!
    Tümünü Göster
    ···
  18. 43.
    +6
    Bu kadar da haysiyetsiz aşşağılık bir insan olunmaz. Hikayeyi bitireceğim diyorsun, sana inanıyoruz ve söylediğin şey kendi hayal gücünüz ile bitirin. Zekanız gelişsin. Senin ben beynini gibeyim kardeşim. Bu kadar aptal bir bahane daha olamaz. Kim senden böyle bir talepte bulundu? Kaldı ki burada o kadar kişi okudu. Şuku şuku diye ağlayıp durdun. Ayrıca zeka bu şekilde gelişmez aptal alagavat seni.
    ···
    1. 1.
      +1
      Dilime tercüman oldun
      ···
  19. 44.
    +6 -1



    http://c12.incisozluk.com...11506/8/2610918_oab6a.jpg
    ···
    1. 1.
      0
      Kim bu Evlad?
      ···
    2. 2.
      +1 -1
      Evlad sen yenisin galiba anan desem üzülür müsün ?
      ···
    3. 3.
      0
      Ehehehe
      ···
    4. 4.
      0
      Benim anam ve senin babaannen Evlad.
      ···
    5. 5.
      0
      18 saattir cevap mı düşünüyorsun Evlad..
      ···
    6. 6.
      0
      Hayır Evlad çalışıyoruz iş var, senin gibi işsiz değiliz.
      ···
    7. diğerleri 4
  20. 45.
    +3
    Okumadim
    ···