/i/İnanç

İnanç
    başlık yok! burası bom boş!
  1. 1.
    +4
    insan yaşadığı her an Allah'ın kendisi için yaratmış olduğu yüzlerce nimet ve güzellikle karşılaşır; soluduğu temiz hava, her biri birbirinden farklı ve etkileyici güzellikteki doğa manzaraları, hayvanlardaki eşsiz güzellikler ve birbirinden ihtişamlı bitkiler, çiçekler ve insan güzelliği ruhta derin etkiler bırakır. Ama dünya hayatındaki tüm bu güzelliklere dair bilinmesi gereken çok önemli bir gerçek vardır; Rabbimiz'in bildirdiği gibi, "... Dünya hayatı, aldatıcı metadan başka bir şey değildir." (Al-i imran Suresi, 185)

    Dünya hayatının aldatıcılığı, onun geçiciliğinden, bir gün mutlaka yok olacak olmasından kaynaklanmaktadır. Kuran'da "O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı... " (Mülk Suresi, 2) ayetiyle hatırlatıldığı gibi, Allah yeryüzünü ve dünya nimetlerini insanlardan hangilerinin salih davranışlarda bulunacaklarının denenmesi için yaratmıştır. insan burada çok kısa bir süre kalacak ve dünya nimetlerinden ancak sınırlı bir süre için faydalanabilecektir. insanın gerçek hayatını yaşayacağı yer ise ahirettir. Allah Kuran'da ahiretin insanların "asıl hayatı" olduğunu şöyle bildirmiştir:

    Bu dünya hayatı, yalnızca bir oyun ve '(eğlence türünden) tutkulu bir oyalanmadır'. Gerçekten ahiret yurdu ise, asıl hayat odur. Bir bilselerdi. (Ankebut Suresi, 64)

    Dolayısıyla insanın çok kısa olan dünya hayatını kendisine amaç edinip geçici dünya nimetlerinin hırsıyla hareket etmesi büyük bir aldanıştır. Allah dünya hayatında, Allah'ın rızası gözetilmeden elde edilen yararların geçici ve değersiz olduğunu hatırlatarak insanları uyarmıştır:

    ... (Bunlar) Şu değersiz olan (dünya)ın geçici-yararını alıyor ve: "Yakında bağışlanacağız" diyorlar. Bunun benzeri bir yarar gelince onu da alıyorlar. Kendilerinden Allah'a karşı hakkı söylemekten başka bir şeyi söylemeyeceklerine ilişkin kitap sözü alınmamış mıydı? Oysa içinde olanı okudular. (Allah'tan) Korkanlar için ahiret yurdu daha hayırlıdır. Hala akıl erdirmeyecek misiniz? (Araf Suresi, 169)

    Peygamber Efendimiz (sav) de bir hadis-i şerifinde cennet ile dünya arasındaki farkı şöyle bir örnek ile açıklamıştır:

    Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Cennette, yay kadar bir yer, Güneş'in üzerine doğduğu veya battığı şeyden (dünyadan) daha hayırlıdır." (Buhari, Bed'ü'l-Halk 8, Tefsir, Vak'a 1; Müslim, Cennet 6, (2826); Tirmizi, Cennet 1, (2525).)

    "Sizden birinizin yay kadar veya kamçısı kadar cennetteki bir yer, dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır... " (Hz. Enes (ra)'dan bu şekilde aktarılmıştır.)

    Peygamberimiz (sav)'in bildirdiği gibi bu dünyadaki nimetler cennet nimetlerinin ancak çok küçük bir örneği olabilir. Dünya hayatının nimetleri ne kadar güzel, etkileyici ve kalıcı görünse de, insan bunların ardında gizlenen bu önemli gerçeği hiçbir zaman unutmamalıdır. Yalnızca bir aldanıştan ibaret olan bu dünyanın sahte süslerine kapılmanın, kendisini hem dünyada hem de ahirette hüsrana sürükleyeceğini bilmeli, her anında bu bilinçle hareket etmelidir. Allah, gerçek hayatın yaşanacağı sonsuz ahiret için çaba harcayanlara hem dünyada hem de ahirette "güzel bir hayat" vereceğini vaat etmiştir. (Nahl Suresi, 97) Aksinde ise, insanlar için dünya hayatında "sıkıntılı bir geçim" vardır:

    "Kim de Benim zikrimden yüz çevirirse, artık onun için sıkıntılı bir geçim vardır ve Biz onu kıyamet günü kör olarak haşredeceğiz." (Taha Suresi, 124)

    Müminler Kuran'da bildirilen bu gerçeklerin farkındadırlar. Yaşadıkları her anın, dünya hayatında karşılarına çıkan herşeyin imtihanlarının bir parçası olduğunu bilirler. Bu nedenle görünürde çekici kılınan dünya nimetlerinin gerçek yüzünü bilir, bunlara karşı tutkulu bir sevgi duymaz, bütün hayatlarını kendilerine vaat edilen ahireti kazanabilecekleri şekilde geçirirler. Kendilerine Allah'ın rızasını kazanmayı amaç edinir, dünya hayatına ise ancak gereği kadar değer verirler. Bu yüzden hem yaşamları güzel geçer hem de kalpleri rahat ve huzurludur. Bu gerçeklerden gaflet içinde olan, ya da bilen fakat bunları görmezden gelmeyi seçen insanlar ise, dünya hırsı nedeniyle çoğu zaman bir sıkıntı ve memnuniyetsizlik içindedirler.

    Bu yazıda, her zaman ve her yerde karşılaşabileceğimiz örneklerle, dünya metaının sahteliğine aldananların yaşadıkları yersiz üzüntülere ve sıkıntılara, bunlardan kurtulmanın yollarına, asıl hayatları olan ahiret için çaba harcayan müminlerin huzur dolu yaşantılarına yer vereceğiz. Allah'ın "Size verilen herşey, yalnızca dünya hayatının metaı ve süsüdür. Allah Katında olan ise, daha hayırlı ve daha süreklidir. Yine de, akıllanmayacak mısınız?" (Kasas Suresi, 60) ayetiyle bildirdiği gerçeği hatırlatarak, insanları "daha hayırlı ve daha sürekli olana", Allah'ın rızasına uygun bir yaşam sürmeye davet edeceğiz.
    Tümünü Göster
    ···
  2. 2.
    +2
    Dostluk

    Allah Kuran'ın "Kim Rahman (olan Allah)ın zikrini görmezlikten gelirse, Biz bir şeytana onun 'üzerini kabukla bağlattırırız'; artık bu, onun bir yakın dostudur." (Zuhruf Suresi, 36) ayetiyle, Allah'ın dininden yüz çeviren insanların şeytanın dostu haline geldiklerini bildirmektedir. Bir başka ayette ise bu gerçek "Biz gerçekten şeytanları, inanmayacakların dostları kıldık." (Araf Suresi, 27) sözleriyle haber verilmiştir. Şeytan, dost edindiği kimseleri etkisi altına almakta ve onları kendi çirkin ahlakı doğrultusunda yönlendirmektedir.

    Allah'ın rızası ve hoşnutluğu yerine şeytanın dostluğunu kazanan kimseler, Allah'ın insanlar için yarattığı pek çok nimetten mahrum kalırlar. Bu nimet kayıplarından biri hiç kimseyle gerçek anlamda dost olamamalarıdır. Dostluk, Kendisi'ni dost edinenlere Rabbimiz'in verdiği bir nimettir. Kuran'da "Sizin dostunuz (Veliniz), ancak Allah, O'nun elçisi, rüku' ediciler olarak namaz kılan ve zekatı veren müminlerdir." (Maide Suresi, 55) ayetiyle haber verildiği gibi, Allah bu kimselere salih müminlerin dostluğunu nasip eder.

    Şeytanın dostluğu ise, insanı daima yalnız bırakır. Çünkü, şeytan dost edindiği kimselere yalanı, fıskı, isyanı, kötülüğü, inkarı, kini ve nefreti hoş gösterir. Şeytanın etkisindeki bir kimse, çevresindekilere karşı böyle bir ahlak anlayışı ile yaklaşır. Genellikle öncelikli olarak kendi menfaatlerini göz önünde bulundurarak hareket eder; daima kendisini düşünür; en iyi arkadaşı daima kendisidir. Bu nedenle söz konusu kişilerin Kuran'da kastedilen manada gerçek ve kalıcı dostluklar kurmaları mümkün olmaz..

    Kuran ahlakının yaşanmadığı bir toplulukta, insanların yardım isteyebilecekleri, işlerini, mal mülk gibi değerli eşyalarını ya da paralarını emanet edebilecekleri, sır verebilecekleri güvenilir ve candan bir dost bulmaları çok zordur. Dahası bu durumu o kadar kabullenmişlerdir ki, bunu adeta hayatın değişmez bir kuralı olarak görmektedirler.

    Böylesine güvensiz bir ortamda insanların rahat ve huzurlu olmaları ise mümkün değildir. Çünkü, kendilerine karşı dost gibi görünen kişiler bile, aslında yalnızca menfaat peşinde olabilmektedirler. Bu nedenle karşılarındaki kişilere olan bakış açıları da dostluktan çok uzaktır. Birbirlerinin işine, arabasına, evine kısaca tüm imkanlarına kıskanarak bakabilir; onlardan üstün konuma gelme hırsına kapılabilirler. Bunun için, en küçük bir fırsatı bile kaçırmadan birbirlerinin ekgiblerini bulmaya ve birbirlerine üstünlük sağlamaya çalışırlar.

    Bu çarpık anlayışla hareket eden kimseler son derece güvensiz ve samimiyetsiz bir ortam içerisinde yaşadıklarının ve gerçek anlamda kimseyle dost olamadıklarının farkındadırlar. Ancak çözümü Allah'ın kendileri için seçip beğendiği Kuran ahlakını yaşamakta aramadıkları için, bu durumdan kurtulamazlar. Doğru yola yönelmeyen bu insanların ahirette de hiçbir dostları olmayacaktır. Dünyada yaşadıkları huzursuz, samimiyetsiz, güvensiz ortam ahirette çok daha fazlasıyla karşılarına çıkacaktır. Dünya hayatında şeytanı dost edinenlerin ahiretteki konumunu Rabbimiz şöyle bildirmiştir:

    "Bundan dolayı bugün, kendisine hiçbir sıcak dost yoktur." (Hakka Suresi, 35)

    Artık onlar ve azgınlar onun içine dökülüverilmiştir. Ve iblis'in bütün orduları da. Orada birbirleriyle çekişip tartışarak derler ki: "Andolsun Allah'a, biz gerçekten apaçık bir sapıklık içindeymişiz, çünkü sizi (yalancı olanları) alemlerin Rabbiyle eşit tutuyorduk. Bizi suçlu-günahkarlardan başka saptıran olmadı." Artık bizim için ne bir şefaatçi var, ne de candan-yakın bir dost." (Şuara Suresi, 94-101)

    iman edenlerin birbirleriyle olan dostlukları ise çok sağlam ve süreklidir. Çünkü müminleri biraraya getiren, onları birbirleriyle dost kılan, Allah'a olan samimi imanları ve Allah korkularıdır. Rabbimiz'in bir ayette "Allah'ın ipine hepiniz sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz. O, kalplerinizin arasını uzlaştırıp-ısındırdı ve siz O'nun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız. Yine siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı. Umulur ki hidayete erersiniz diye, Allah, size ayetlerini böyle açıklar." (Al-i imran Suresi, 103) sözleriyle bildirdiği gibi, iman edenler birbirlerinin kardeşleridir. Bundan dolayı aralarındaki imana dayalı gerçek dostluk, Allah'ın izniyle hem dünyada hem de ahiret hayatında sonsuza kadar devam eder.

    Kim Allah'a ve Resul'e itaat ederse, işte onlar Allah'ın kendilerine nimet verdiği peygamberler, doğrular (ve doğrulayanlar), şehidler ve salihlerle beraberdir. Ne iyi arkadaştır onlar? (Nisa Suresi, 69)
    Tümünü Göster
    ···
  3. 3.
    +2
    Sahte Dünyanın Sahte Değerleri

    Ahireti unutup dünyayı yegane yaşam olarak düşünen insanlar kendilerine Kuran ahlakından uzak bir ahlaki sistem kurmuşlardır. Bu insanlar kimi zaman Kuran'da emredilen tavırlara uygun davranıyor görünebilirler, ama bunları yaparken bile aslında dünyevi bir hırsla hareket etmektedirler. Örneğin bu çarpık bakış açısına sahip olan kimseler doğruluk, dürüstlük, samimiyet, yardımseverlik, mütevazilik, fedakarlık, sadakat gibi güzel vasıflara sahip olmayı kimi zaman etraflarındakilere hoş görünmenin ve onlar arasında belli bir yer edinmenin bir yolu olarak görürler. Ve bu amaçla benzer davranışlarda bulunurlar. Ama gösterdikleri davranışlar yapmacıktır ve dünyevi çıkarlar üzerine kurulu olduğu için geçicidir. Arkadaşlarına mütevazı ve fedakar bir yaklaşım içinde olan bir kişi, kendisi için bir fayda sağlamadığını anladığı anda birdenbire son derece kibirli, küstah ve bencil bir insana dönüşebilir.

    Ayrıca bu cahiliye ahlakını yaşayan insanlar sürekli çıkar hesabı içindedirler. Yapacakları işten önce "acaba böyle davranırsam kim ne der, hakkımda ne düşünür, bu davranıştan nasıl bir kazanç elde ederim?" şeklinde hesaplamalar yaparlar. Bu, onların Allah'ın rızasını değil de eşlerinin, dostlarının, arkadaşlarının isteklerini ve kendi istek ve arzularını göz önünde bulundurduklarının göstergesidir. Bu durumda sevgi, samimiyet, iyilik, dostluk, merhamet, sabır gibi özellikler sürekli olmaz; bunların asılları değil sadece sahteleri bilinir. Yalnızca dünya hayatına yönelen cahiliye insanlarının sahte değerleri üzerine kurduğu geçici hisler yaşanır.
    ···
  4. 4.
    +2
    Dünyanın Çekiciliğine Aldanmaz Ahiret için Çalışırlar

    iman edenler dünya hayatında sahip oldukları tüm nimetlerin gerçek sahibinin Allah olduğunu ve tüm bunları salih amellerde bulunabilmeleri için verdiğini bilirler. Bundan dolayı tüm imkanlarını Allah'a şükrederek ve O'nun rızası için kullanırlar. Rabbimiz, iman edenlerin şükredici tavırlarına karşılık olarak onların üzerindeki nimetini daha da artırarak mükafatlandıracağını müjdelemiştir:

    Rabbiniz şöyle buyurmuştu: 'Andolsun, eğer şükrederseniz gerçekten size artırırım ve andolsun, eğer nankörlük ederseniz, şüphesiz, Benim azabım pek şiddetlidir.' (ibrahim Suresi, 7)

    Dünya hayatının geçiciliğini kavrayan müminler için bu hayata ait hiçbir şey; ne sahip oldukları maddi imkanlar, ne işleri, ne eş-dostları onları Allah'ı anmaktan ve O'nun rızasını kazanacak işler yapmaktan alıkoyar. Allah müminlerin bu özelliklerini Nur Suresi'nde şöyle bildirmiştir:

    (Öyle) Adamlar ki, ne ticaret, ne alış-veriş onları Allah'ı zikretmekten, dosdoğru namazı kılmaktan ve zekatı vermekten 'tutkuya kaptırıp alıkoymaz'; onlar, kalplerin ve gözlerin inkılaba uğrayacağı (dehşetten allak bullak olacağı) günden korkarlar. (Nur Suresi, 37)

    iman eden bir kişi, Allah'tan başka bir ilah olmadığını, O'nun tüm varlıkların tek hakimi ve herşeyin üstünde, sonsuz güç sahibi olduğunu kavramıştır. Bu nedenle yalnızca Allah'tan korkar ve yalnızca O'nun rızasını hedefler. Yalnızca Allah'a ibadet eder, O'nun hükümlerini büyük bir titizlikle yerine getirir. Çünkü bilir ki bu hükümlerin her biri sayısız hikmetlerle doludur ve bunlara uymak kendisi için pek çok hayırlara vesile olacaktır.

    insan ahirette Allah'ın farz kıldığı, 5 vakit namaz, oruç, tesettür gibi ibadetlerini yerine getirip getirmediği konusunda sorgulanacaktır. Örneğin 5 vakit namaz büyük bir titizlikle, hiç aksatmadan, tam vaktinde, büyük bir şevk ve huşu ile yerine getirilmesi gereken bir ibadettir. Resulullah Efendimiz (sav), namaz kılmamanın ya da namaz vaktini geçirmenin ne kadar tehlikeli olduğunu mübarek hadis-i şerifinde şöyle bildirmiştir:

    imam-i Sâfi ile Beyhakî'ye göre Peygamberimiz (sav): "Herhangi bir vakit namazı kılmaksızın vaktini geçirenler yuvası dağılmış, malını mülkünü elden kaçırmış gibidirler." buyuruyor. (Imam Gazali - Mükasefetü´l Kulub - Kalplerin Keşfi)

    Müminler Allah'ın rızasını kazanmak, Rabbimiz'e olan teslimiyetlerini ve boyun eğiciliklerini göstermek için ibadetleri büyük bir fırsat olarak görürler.

    Allah bu dünyada kendilerine ne kadar çok nimet ve imkan verirse versin, iman edenler için bunların hiçbiri Allah'ın rızasını kazanmaktan daha önemli değildir. Çünkü Kuran'da, "De ki: "Eğer babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, az kar getireceğinden korktuğunuz ticaret ve hoşunuza giden evler, sizlere Allah'tan, O'nun Resulü'nden ve O'nun yolunda cehd etmekten (çaba harcamaktan) daha sevimli ise, artık Allah'ın emri gelinceye kadar bekleyedurun. Allah, fasıklar topluluğuna hidayet vermez." (Tevbe Suresi, 24) ayetinin hükmüne göre, bunun kendilerini dünyada ve ahirette hüsrana uğratacağının şuurundadırlar.

    Yine Kuran'ın "Eğer insanlar (Allah'a karşı isyanda birleşip) tek bir ümmet olacak olmasaydı, Rahman'ı (Allah'ı) inkar edenlerin evlerine gümüşten tavanlar ve üzerinde çıkıp-yükselecekleri merdivenler yapardık. Evlerine kapılar ve üzerinde yaslanıp-dayanacakları koltuklar, Ve (daha nice) çekici-süsler (de verirdik). Bütün bunlar, yalnızca dünya hayatının metaıdır. Ahiret ise, Rabbinin Katında muttakiler içindir." (Zuhruf Suresi, 33-35) ayetleriyle hatırlatıldığı üzere, dünya nimetlerinin tüm ihtişdıbının gelip geçici olduğunu, iman edenler için Allah Katında nimetlerin en güzeli olduğunu bilirler.

    Rabbimiz, dünya hayatının ahirete kıyasla sahteliğini kavrayarak yaşamlarını Allah'ın rızasını kazanmaya adayan kullarını eşsiz güzellikteki cennetle şöyle müjdelemektedir:

    işte bunların karşılığı, Rablerinden bağışlanma ve içinde ebedi kalacakları, altından ırmaklar akan cennetlerdir. Yapıp-edenlere ne güzel bir karşılık. (Al-i imran Suresi, 136)

    Hiç şüphesiz Allah, müminlerden -karşılığında onlara mutlaka cenneti vermek üzere- canlarını ve mallarını satın almıştır. Onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler; (bu,) Tevrat'ta, incil'de ve Kur'an'da O'nun üzerine gerçek olan bir vaaddir. Allah'tan daha çok ahdine vefa gösterecek olan kimdir? Şu halde yaptığınız bu alışverişten dolayı sevinip-müjdeleşiniz. işte 'büyük kurtuluş ve mutluluk' budur. (Tevbe Suresi, 111)
    Tümünü Göster
    ···
  5. 5.
    +2
    Sevgi

    Allah, pek çok duygu gibi insanların kalplerine sevgi hissini de yerleştirmiştir. insanın yapması gereken, bu özelliğini Allah'ın Kuran'da verdiği öğütler doğrultusunda en doğru şekilde yönlendirmesidir. Müminler Kuran'ı rehber edindikleri için sevgilerini; kendilerini ve sahip oldukları tüm nimetleri yaratan Rabbimiz'e, ve O'nun rızasını hedefleyen müminlere yöneltirler.

    Dünya hayatının süsüne kapılanlar ise Allah'ın kendilerine imtihan için verdiği nimetlere tutkulu bir sevgi ile bağlanırlar; örneğin insanları "Allah'ı sever gibi severler". Allah, Kuran'da inkar edenlerin bu çarpık sevgi anlayışını şöyle bildirmektedir:

    insanlar içinde, Allah'tan başkasını 'eş ve ortak' tutanlar vardır ki, onlar (bunları), Allah'ı sever gibi severler. iman edenlerin ise Allah'a olan sevgileri daha güçlüdür. O zulmedenler, azaba uğrayacakları zaman, muhakkak bütün kuvvetin tümüyle Allah'ın olduğunu ve Allah'ın vereceği azabın gerçekten şiddetli olduğunu bir bilselerdi. (Bakara Suresi, 165)

    inkar edenlerin bu çarpık sevgi anlayışlarını yönlendirdikleri konulardan biri de dünya malıdır. Mala olan sevgilerinin şiddetiyle bu geçici metaya hırsla bağlanmış, nefislerinin cimri ve bencil tutkularına yenik düşmüşlerdir. Kuran'da inkar edenlerin bu tavırları şöyle bildirilmiştir:

    Muhakkak o, mal sevgisinden dolayı (bencil ve cimri tutumundan) çok katıdır. (Adiyat Suresi, 8)

    Oysa Allah Kuran ayetleriyle insanlara malın yalnızca dünya hayatına ait bir deneme konusu olduğunu bildirmiş ve bu tutkuya karşı insanları uyarmıştır:

    Bilin ki, mallarınız ve çocuklarınız ancak bir fitnedir (imtihan konusudur.) Allah yanında ise büyük bir mükafat vardır. (Enfal Suresi, 28)

    Ey iman edenler, ne mallarınız, ne çocuklarınız sizi Allah'ı zikretmekten 'tutkuya kaptırarak-alıkoymasın'; kim böyle yaparsa, artık onlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir. (Münafikun Suresi, 9)

    Bu gerçeklerden haberdar olan müminler mal sevgisine kapılmazlar. Sahip oldukları nimetleri kendilerine lütfedenin Rabbimiz olduğunu bildikleri için, bu onların Allah'a şükretmelerine vesile olur. Kendilerine verilen maddi imkanları Allah'ın rızasını kazanabilecekleri hayırlı işler için kullanır, daha fazlasına sahip olmayı da hayırlarda kullanabilmek için isterler. Rabbimiz'in kendisine çok büyük hazineler lütfettiği Hz. Süleyman (as)'ın, bu nimetleri hangi amaçla istediği ayette şöyle bildirilmiştir:

    O da demişti ki: "Gerçekten ben, mal (veya at) sevgisini Rabbimi zikretmekten dolayı tercih ettim." ... (Sad Suresi, 32)

    Kuşkusuz Hz. Süleyman (as)'ın bu üstün ahlakı, iman edenlerin dünya hayatının zenginliklerine karşı nasıl bir bakış açısı içerisinde olmaları gerektiğini bizlere göstermektedir. insanın sevgisini asıl yöneltmesi gereken, kendisini her an koruyup kollayan, sınırsız nimet veren Rabbimiz'dir.

    Kuran ahlakından uzak kişilerin sevgilerinin sahteliğini yansıtan en önemli olaylardan biri arkadaş seçimidir. Ahiretin varlığını düşünmeden hareket eden kişilerin arkadaşlıklarındaki ana mantık, genellikle dünyada karşılıklı olarak en fazla menfaati sağlamak üzerine kuruludur. Her iki tarafın da birbirlerinde aradıkları belli başlı özellikler vardır; maddi manevi kendisine çeşitli çıkarlar sunabilecek, toplumda kendisine saygınlık ve prestij kazandırabilecek bir arkadaş ararlar.

    Seçtikleri kişinin fiziksel görünümüne, ailevi durumuna, maddi gücüne, tahsiline ve yeteneklerine önem verirler. Sevgi, saygı, sadakat, vefa gibi güzel ahlak özellikleri ise çoğu zaman geri plandadır. Bu mantıkla kurulan bir arkadaşlıkta ise elbette gerçek sevgi ve saygı olmadığı için gerçek bir mutluluk da yaşanmaz. Bu durum, Kuran ahlakından uzak yaşayan insanların evlilik anlayışı için de geçerlidir, evlilik hayatında da arkadaşlıklarında olduğu gibi karşılıklı çıkar ilişkisi devam eder.

    iman eden bir insan içinse bunun tam tersi geçerlidir. Allah'a inanan bir insan karşısındaki insanı da yine Allah'a olan imanı, bağlılığı, güzel ahlakı ölçüsünde sever ve sayar. Onunla dünyevi çıkarları için, geçici bir beraberliği değil, sonsuza kadar sürecek, Allah'ın rızasına uygun bir sevgiyi yaşamayı umut eder. Allah ahirette bu insanları eşleriyle birlikte ödüllendireceğini şöyle haber vermiştir:

    Gerçek şu ki, bugün cennet halkı, 'sevinç ve mutluluk dolu' bir meşguliyet içindedirler. Kendileri ve eşleri, gölgeliklerde, tahtlar üzerinde yaslanmışlardır. (Yasin Suresi, 55-56)

    "Ey kullarım, bugün sizin için korku yoktur ve siz mahzun olmayacaksınız." "Ki onlar, Benim ayetlerime iman edenler ve Müslüman olanlardır." "Siz ve eşleriniz cennete girin; 'sevinç içinde ağırlanacaksınız." "Onların etrafında altın tepsiler ve testilerle dolaşılır; orada nefislerin arzu ettiği ve gözlerin lezzet (zevk) aldığı herşey var. Ve siz orada süresiz kalacaksınız." "işte, yaptıklarınız dolayısıyla mirasçı kılındığınız cennet budur." (Zuhruf Suresi, 68-72)
    Tümünü Göster
    ···
  6. 6.
    +2
    iyilik

    Kuran ahlakından uzak yaşayan toplumlarda, iyilik kavramı hakkında her insanın kendine göre farklı fikirleri vardır. Oysa Allah Kuran'da iyiliğin gerçek tanımını insanlara şöyle bildirmiştir:

    Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz iyilik değildir. Ama iyilik, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, Kitab'a ve peygamberlere iman eden; mala olan sevgisine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, isteyip-dilenene ve kölelere veren; namazı dosdoğru kılan, zekatı veren ve ahidleştiklerinde ahidlerine vefa gösterenler ile zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenler(in tutum ve davranışlarıdır). işte bunlar, doğru olanlardır ve müttaki olanlar da bunlardır. (Bakara Suresi, 177)

    ... ama iyilik sakınan(ın tutumudur)... (Bakara Suresi, 189)

    Kuran ahlakından habersiz yaşayan kimi insanların, kendilerini "iyiliksever" ya da "temiz kalpli" gösterme çabaları, temelde kendi vicdanlarını rahatlatmaya ve insanların beğenisini kazanmaya yönelik hareketlerdir. Bu kişiler herhangi birine iyilik yapacakları zaman çoğunlukla bu işin karşılığında ellerine ne geçeceğini düşünürler. Yardıma ihtiyacı olan kişi maddi imkanları yerinde olan biriyse, daha sonra bu kimsenin kendilerine sağlayabileceği menfaatleri gözönüne alarak, hemen harekete geçerler. Çevresinde pek söz sahibi olmayan veya maddi imkanları yetersiz olan birine yardım etmeleri gerektiğinde ise, hemen kar–zarar hesabı yaparlar. Böyle bir durumda yardım etmekte ve iyilik yapmakta zorlanırlar; çünkü karşılık olarak alabilecekleri pek bir şey yoktur. Bu yüzden yapacakları iyiliği ağırdan alır, isteksiz ve ilgisiz bir tavır sergilerler veya hiç yapmazlar.

    Bunların yanı sıra, kimi insanlar da daha çok istekte bulunabilmek için iyilik yaparlar. iyilikte bulunurken, Allah'ın rızasını kazanma amacıyla değil, insanlardan ya da dünya hayatının menfaatlerinden daha fazla yararlanabilme gayesiyle hareket ederler. Oysa iman sahibi bir insan iyiliği, karşılığını yalnızca Allah'tan umarak ihlasla yapar. Her davranışında olduğu gibi, iyilik yaptığındaki amacı da yine yalnızca Allah'ın rızasını kazanabilmektir. Rabbimiz bu ihlaslı tavırlarına karşılık olarak, müminler için yaptıklarının 'daha güzeli ve fazlası' olduğunu bildirmiştir:

    Kim bir iyilikle gelirse, kendisine bunun on katı vardır, kim bir kötülükle gelirse, onun mislinden başkasıyla cezalandırılmaz ve onlar haksızlığa uğratılmazlar. (Enam Suresi, 160)

    De ki: "Ey iman eden kullarım, Rabbiniz'den sakının. Bu dünyada iyilik edenler için bir iyilik vardır. Allah'ın arzı geniştir. Ancak sabredenlere ecirleri hesapsızca ödenir." (Zümer Suresi, 10)

    Güzellik yapanlara daha güzeli ve fazlası vardır. Onların yüzlerini ne bir karartı sarar, ne bir zillet, işte onlar cennetin halkıdırlar; orada süresiz kalacaklardır. (Yunus Suresi, 26)

    Göklerde ve yerde olanlar Allah'ındır; öyle ki, kötülükte bulunanları, yaptıkları dolayısıyla cezalandırır, güzel davranışta bulunanları da daha güzeliyle ödüllendirir. (Necm Suresi, 31)
    Tümünü Göster
    ···
  7. 7.
    +2
    Sabır

    Kuran ahlakının yaşanmadığı topluluklarda, olaylar karşısında aşırı tepkiler vermeyip sakin davranmayı tercih edenler genellikle sabırlı kişiler olarak tanımlanırlar. Oysa bu kimseler de beklenmedik olaylarla karşılaştıklarında itidalli tavırlarından kolaylıkla taviz verebilirler. Herkesin sakin ve sabırlı biri olarak bildiği bir kişi, bir anda saldırgan, asabi ve kontrol edilemez bir kişilik sergileyebilir. Çünkü gerçekte gösterdikleri tavır sahte bir "sabır" yani "tahammül"dür.

    Tahammül ile sabır birbirinden tamamen ayrı kavramlardır. Tahammülün belli bir sınırı vardır ve bu sınır kişiden kişiye değişir. Bu sınır aşıldığında kişinin itidalli ve sakin tavrı, yerini çeşitli tavır bozukluklarına bırakır. Sabır ise Allah korkusundan kaynaklanan, olaylara ve şartlara göre değişkenlik göstermeyen bir ahlak özelliğidir. insanların, zorluk ve sıkıntılar karşısında sabredebilmeleri, ancak Allah'ın sonsuz gücünü kavramakla, O'nun yarattığı her olaya hayır gözüyle bakıp tevekkül etmekle mümkün olur. Dolayısıyla gerçek sabır iman edenlere özgü bir özelliktir ve Kuran ahlakını yaşamayan kimselerin güç yetiremeyecekleri bir ahlaki güzelliktir.

    Kuran'da müminlerin sabırlı ve tevekküllü olduklarına şöyle dikkat çekilmiştir:

    Onlar sabredenler ve Rablerine tevekkül edenlerdir. (Nahl Suresi, 42)

    Ve onlar, Rablerinin yüzünü (hoşnutluğunu) isteyerek sabrederler... (Rad Suresi, 22)
    ···
  8. 8.
    +2
    Adalet

    Allah Kuran'da insanlar arasındaki üstünlüğün yalnızca takvaya dayalı olduğunu bildirmiştir. (Hucurat Suresi, 13) iman, Allah korkusu ve güzel ahlak gibi önemli özelliklerin gözardı edildiği topluluklarda ise, üstünlük ölçüleri çok farklıdır. Bu kimseler üstünlüğün toplumun önde gelenlerinden olmakla, mal mülk edinip, itibarlı ya da şöhretli bilinmekle elde edilebileceğini sanırlar. Bu bakış açısı toplum fertlerinin birçoğu tarafından kabullenildiği için, genelde fazla malı-mülkü olmayan kişiler; zengin ve çevresi geniş olan kimselerin yanında pek söz sahibi olamazlar. Böyle bir toplumda insanların çevrelerindeki kişilere gösterdikleri tavırlar, aldıkları kararlar, olayları değerlendirme şekilleri, çıkardıkları sonuçlar hep bu bakış açılarıyla doğru orantılıdır. Dolayısıyla bu düşünceyle hareket eden kimseler arasında gerçek bir adalet anlayışından bahsetmek de mümkün olmaz.

    iman sahibi kimseler arasında ise böyle bir durum söz konusu olmaz. Her zaman Allah'ın Kuran'da bildirdiği ahlakı ölçü alarak hareket ederler. Bundan dolayı daima hakkı ve adaleti ön planda tutarlar. insanları sahip oldukları dünyevi değerlere göre değil, Allah'tan gereği gibi korkup sakınmalarına, güzel ahlaklarına göre değerlendirirler. Güçlü ya da imkan sahibi olandan yana değil, daima haklıdan ve haktan yana olan bir tavır sergilerler. Kendilerinin veya yakınlarının aleyhinde bile olsa, adaletten taviz vermezler. Dünyevi kıstaslarla karar vermez, Allah'ın emrettiği şekilde hareket ederler. Allah, adalet konusundaki ölçüyü Kuran'da şöyle bildirmiştir:

    Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa, Allah için şahitler olarak adaleti ayakta tutun. (Onlar) ister zengin olsun, ister fakir olsun; çünkü Allah onlara daha yakındır. Öyleyse adaletten dönüp heva (tutkuları)nıza uymayın. Eğer dilinizi eğip büker (sözü geveler) ya da yüz çevirirseniz, şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır. (Nisa Suresi, 135)
    ···
  9. 9.
    +2
    Sonuç

    Bu bölümde inkarcılarla ilgili olarak anlatılanlar, dünya hayatını esas alan kimselerin hayata yönelik çarpık bakış açılarının sadece küçük bir bölümünü yansıtmaktadır. Bu insanların yaşamlarındaki ana mantık, her zaman için yalnızca dünya hayatının menfaatlerini düşünerek hareket etmeleridir. Ahiretin varlığını ve orada nasıl bir durumla karşılaşacaklarını ise hiçbir şekilde akıllarına getirmek istemezler. Ölüm ve ahiret konusu kendilerine hatırlatıldığında ise, genellikle çeşitli bahanelerle düşünmekten kaçarlar. Yaşadıkları bu dünyanın yalnızca geçici bir imtihan yeri olduğunu; eşlerinin, çocuklarının, ailelerinin, sahip oldukları evlerin, arabaların; kısacası çevrelerindeki herşeyin bu imtihanın bir parçası olduğunu anlamaya yanaşmazlar. Çünkü bunu kabullenmeleri, geçici bir dünyanın metaları için boş yere hırslandıklarını da kabullenmeleri anldıbına gelecektir. Kuran'da insanların bu gerçeği kabullenmemek için ahireti inkar ettikleri şöyle bildirilmektedir:

    Muhakkak, bunlar da diyorlar ki: "(Bütün herşey) Bizim yalnızca ilk ölümümüzdür; biz yeniden diriltilip-kaldırılacak değiliz. Eğer doğru sözlüyseniz, şu halde atalarımızı getirin bakalım." (Duhan Suresi, 34-36)

    Bu kimseler ahirette dünya hayatındayken inkar ettikleri gerçeklerle karşılaştıklarında büyük ve geri dönüşü olmayan bir pişmanlığa kapılacaklardır. Allah, inkar edenlerin ahirette bu gerçeği fark ettiklerinde pişmanlıklarını şöyle dile getireceklerini bildirmiştir:

    Ve derler ki: "Eğer dinlemiş olsaydık ya da akıl etmiş olsaydık, şu çılgınca yanan ateşin halkı arasında olmayacaktık." (Mülk Suresi, 10)

    Ayette belirtilen pişmanlığı yaşamamak için, her insan ölümle karşılaşmadan önce mutlaka bu gerçekleri düşünmeli ve hayatını Allah'ın razı olacağı şekilde yönlendirmelidir. Yaşadığımız dünyanın geçiciliğini kavramalı, hayatının her anını bu şuurla değerlendirmelidir.

    Peygamber Efendimiz (sav) bir hadisinde ahiret için hazırlık yapılmasının önemi ve ölümle ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:

    "Ölümü en çok zikreden ve kendilerine gelmezden önce onun için en iyi hazırlığı yapanlardır. işte akıllılar bunlardır." (Hz. Enes r.a.: Ibnu Mace, Zuhd 31, Kütüb-i Sitte, 16. Cilt , Sf. 330)
    ···
  10. 10.
    +2
    Sahte Dünyanın Ateşe Çağıran Önde Gelenleri

    Tarih boyunca her toplumun inkar edenleri arasında; çevrelerindeki insanları yönlendiren, bu kimseler tarafından örnek alınan, hayatlarına özenilen birtakım kişiler olmuştur. Allah'a isyan eden ve O'nun ayetlerini yalanlayan bu kimseler, sahip oldukları imkanları, insanları Allah'ın yolundan saptırmak için kullanmışlardır. Allah Kuran'da bu insanları, "ateşe çağıran önderler" (Kasas Suresi, 41) olarak adlandırmıştır.

    Kuran'da geçmiş dönemlerde yaşadıkları bildirilen Firavun ve Karun böyle kimselerdendir. Allah "... Onlar Firavun'un emrine uymuşlardı. Oysa Firavun'un emri doğruya-zütürücü (irşad edici) değildi. O, kıyamet günü kavminin önderliğine geçer, böylece onları ateşe zütürmüş olur. Sonunda vardıkları yer, ne kötü bir yerdir." (Hud Suresi, 97-98)ayetleriyle Firavun'un kıyamet gününde kavmini ateşe zütürmeye önderlik edeceğini haber vermiştir.

    Kendilerinden sonraki tüm toplumlar için önemli birer ibret vesilesi olan Firavun ve Karun'un ortak özelliği, çok büyük bir zenginliğe sahip olmaları, ancak bu imkanlarını şeytanın yolunda kullanmalarıdır. Bunun sonucunda her ikisi de Allah'ın azabıyla karşılaşmışlardır. Çünkü insanların dünya hayatında sahip oldukları hiçbir şey; ne zenginlikleri ne yakın dostları ne de toplumdaki itibarları onları, Allah'ın dünyada ve ahirette vereceği azaptan kurtarabilir. Dolayısıyla bu gibi insanların dünya hayatında inkardan yana gösterdikleri çaba, yalnızca kendi aleyhlerinedir. Allah Kuran'da, Firavun ve Karun gibi "refah içerisinde şımaran önde gelen" kimselerin dünya hayatında yaptıklarıyla "ancak kendilerine yönelik bir düzen kurduklarını" bildirmektedir:

    Böylece Biz, her ülkenin önde gelenlerini -orada hileli- düzenler kursunlar diye- oranın suçlu-günahkarları kıldık. Oysa onlar, hileli-düzeni ancak kendilerine kurarlar da bunun şuuruna varmazlar. (Enam Suresi, 123)

    Sahip olduğu mal mülk ile övünen ve Allah'a karşı büyüklenen Karun da yıkıma uğramış; sahip oldukları ona hiçbir fayda sağlamamıştır. Kuran'da Karun'un durumu şöyle haber verilmiştir:

    Dedi ki: "Bu, bende olan bir bilgi dolayısıyla bana verilmiştir." Bilmez mi, ki gerçekten Allah, kendisinden önceki nesillerden kuvvet bakımından kendisinden daha güçlü ve insan-sayısı bakımından daha çok olan kimseleri yıkıma uğratmıştır. Suçlu-günahkarlardan kendi günahları sorulmaz. (Kasas Suresi, 78)

    Aynı şekilde Firavun'un sahip olduğu hükümranlık da, Allah'ın azabı karşısında ona bir fayda sağlamamış; Allah Firavun'u, sarayını, tüm mülkünü ve ordusunu helak etmiştir:

    ... Firavun ve kavminin yapmakta oldukları ve yükselttiklerini (köşklerini, saraylarını) da yerle bir ettik. (Araf Suresi, 137)

    Firavun ailesinin ve onlardan öncekilerin gidiş tarzı gibi. Onlar, Rablerinin ayetlerini yalanladılar; Biz de günahları dolayısıyla onları helak ettik. Firavun ordusunu suda boğduk. Onların tümü zulmeden kimselerdi. (Enfal Suresi, 54)

    Tüm bu ayetler, dünya hayatında ne kadar güç veya imkan sahibi olsa da; Allah'ın kudreti karşısında tüm insanların büyük bir acizlik içerisinde olduklarını göstermektedir. Ancak kimi insanlar dünyanın sahte yüzünü görememeleri sebebiyle, yaşadıkları toplumların önde gelenlerini gözlerinde çok fazla büyütürler. Kimi zaman, sırf zenginlikleri nedeniyle hayranlık duydukları kimselerin yanlış tavırlarına özenip, onları kendilerine örnek alır, hatta onları taklit etmeye çalışırlar. Böyle bir kişinin yanlış davranışlarını -toplumun genel anlayışına ters düşse bile- makul karşılayabilir hatta destekleyebilirler. Karun'un çevresindeki insanlar da bu bakış açısına sahiplerdi. Kuran'da bu kimselerin Karun'un sahip olduğu imkanlara özenerek şöyle söyledikleri bildirilmektedir:

    Böylelikle kendi ihtişamlı-süsü içinde kavminin karşısına çıktı. Dünya hayatını istemekte olanlar: "Ah keşke, Karun'a verilenin bir benzeri bizim de olsaydı. Gerçekten o, büyük bir pay sahibidir" dediler. (Kasas Suresi, 79)

    Görüldüğü gibi yaşadıkları toplumlar üzerinde olumsuz bir etkiye sahip olan "kavmin inkarda önde gidenleri", çevrelerindeki insanları da şeytanın inkarcı sistemini yaşamaya çağırmış, ellerindeki imkanları bu kimseleri de kendileriyle birlikte azaba sürüklemek için kullanmışlardır. Oysa Allah her insanı samimi imanı yaşamakla ve çevresindekileri de doğruya çağırıp, onları da kötülüklerden sakındırmakla yükümlü kılmıştır. Aksi, kişiye Allah Katında ve ahirette büyük sorumluluklar yükleyecektir. Allah, insanlara güzel örnek olup hayra çağırmak yerine, onları inkara sürükleyen kimselerin ahirette kendi günahlarının yanında onların günahlarını da yüklenebileceklerini bildirmiştir:

    Kıyamet gününde kendi günahlarının tümünü ve bilgisizce saptırdıklarının günahlarının bir kısmını yüklenmeleri için. Bak, ne kötü yük yükleniyorlar. (Nahl Suresi, 25)

    Dünya hayatında sırf zenginlikleri, itibarları ya da toplumda sağladıkları üstünlükleri nedeniyle kendilerine örnek alıp tabi oldukları insanların ahiretteki gerçek konumlarını görenler, amansız bir pişmanlığa kapılacaklardır. Güçlü ve üstün olduğunu sandıkları bu kimselerin acizlik ve çaresizlik içerisinde olduklarını anlayacaklardır.

    Dünya hayatında medet umdukları gibi ahirette de onlardan yardım isteyecek, kendilerini sonsuz cehennem azabından kurtarmalarını talep edeceklerdir. Sahip oldukları imkanlar nedeniyle büyüklenip Allah'ı inkar eden kimseler ise, Allah'ın kudreti karşısında hiçbir şeye güç yetiremediklerini dile getireceklerdir. Allah inkar edenler arasında geçen bu konuşmayı Kuran'da şöyle bildirmektedir:

    Ateşin içinde, iddialar öne sürüp karşılıklı tartışırlarken zayıf olanlar, büyüklenen (müstekbir)lere derler ki: "Gerçekten biz, size uymuş (tebaanız) olan kimselerdik. Şimdi siz, ateşten bir parçasını olsun, bizden uzaklaştırabilir misiniz?" (Mümin Suresi, 47)

    Büyüklenen (müstekbir)ler derler ki: "Biz hepimiz (ateşin) içindeyiz; gerçekten Allah, kullar arasında hüküm verdi (artık)." (Mümin Suresi, 48)

    Allah'ın Kuran'da verdiği tüm bu bilgiler, dünya hayatında "ateşe çağıran önderlerin" nasıl büyük bir sorumluluk yüklendiklerini ve ahirette nasıl bir azapla karşılık göreceklerini açıkça ortaya koymaktadır. Bu gerçeklerin bilincine varan bir insanın yapması gereken ise, dünya hayatında sahip olduğu tüm imkanları Allah'ın rızasını, rahmetini ve cennetini kazanabilmek için kullanmak olmalıdır. Allah müminlerin bu konudaki dualarını şöyle haber vermiştir:

    "Ve onlar: "Rabbimiz, bize eşlerimizden ve soyumuzdan, gözün aydınlığı olacak (çocuklar) armağan et ve bizi takva sahiplerine önder kıl," diyenlerdir." (Furkan Suresi, 74)

    Allah, insanlara örnek olup hayır için yarışanların öne geçeceklerini, Rabbimiz'e yakınlaştırılıp cennetle ödüllendirileceklerini bildirerek bu ahlakı gösteren kimseleri müjdelemiştir:

    Yarışıp öne geçenler de, öne geçmiş öncülerdir. işte onlar, yakınlaştırılmış (mukarreb) olanlardır. Nimetlerle-donatılmış cennetler içinde. (Vakıa Suresi, 10-12)
    Tümünü Göster
    ···
  11. 11.
    +2
    Dünya Nimetlerinin Geçiciliğini Fark Eden Müminlerin Hayatı

    Önceki bölümlerde geçici dünyanın süsüne aldanan insanların tavırlarını, bunların sebeplerini ortaya koymuş, örnekler vererek inananlar ile inkar edenler arasındaki farklılıklara değinmiştik. Bu bölümde ise müminlerin sahip olduğu kavrayış gücünü ve yaşadıkları üstün ahlakı daha detaylı olarak anlatacağız.
    ···
  12. 12.
    +2
    Dünyada da Ahirette de Mutludurlar

    Allah, Kuran ahlakına uygun bir hayat yaşayan müminlere dünyada ve ahirette güzel bir hayat yaşatacağını vaat etmiş; bunun büyük bir kurtuluş ve mutluluk olduğunu bildirmiştir:

    Müjde, dünya hayatında ve ahirette onlarındır. Allah'ın sözleri için değişiklik yoktur. işte büyük 'kurtuluş ve mutluluk' budur. (Yunus Suresi, 64)

    ... Kim Benim hidayetime uyarsa artık o şaşırıp sapmaz ve mutsuz olmaz. (Taha Suresi, 123)

    Bu gerçeğin farkında olan müminler "Onlardan öylesi de vardır ki: 'Rabbimiz, bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik (ver) ve bizi ateşin azabından koru' der. işte bunların kazandıklarına karşılık nasipleri vardır. Allah, hesabı pek seri görendir." (Bakara Suresi, 201-202) ayetleriyle bildirildiği gibi, dualarında Allah'tan kendilerini hem dünyada hem de ahirette mutlu kılmasını isterler.

    Müminler, dünyada ve ahirette Allah'ın sonsuz adaleti ve merhametiyle huzurlu, mutlu ve rahat olurlar. Allah, sadece Kendisi'ni ilah edindikleri ve şirk koşmadan iman ettikleri için, iman eden kullarına böyle bir güzellik verir. Rabbimiz Kuran'da, kendileri için seçip beğendiği ahlakı yaşadıkları takdirde iman eden kullarını dünya hayatında da nimetlendireceğini ve onları korkularından sonra güvenliğe sevk edeceğini şöyle bildirmiştir:

    Allah, içinizden iman edenlere ve salih amellerde bulunanlara va'detmiştir: Hiç şüphesiz onlardan öncekileri nasıl 'güç ve iktidar sahibi' kıldıysa, onları da yeryüzünde 'güç ve iktidar sahibi' kılacak, kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir. Onlar, yalnızca Bana ibadet ederler ve Bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Kim bundan sonra inkar ederse, işte onlar fasıktır. (Nur Suresi, 55)

    Bir başka ayette ise Allah'ın iman edenlere olan bu müjdesi şöyle bildirilmiştir:

    (Allah'tan) Sakınanlara: 'Rabbiniz ne indirdi?' dendiğinde, 'Hayır' dediler. Bu dünyada güzel davranıfllarda bulunanlara güzellik vardır; ahiret yurdu ise daha hayırlıdır. Takva sahiplerinin yurdu ne güzeldir. (Nahl Suresi, 30)
    ···
  13. 13.
    +2
    Sahte Bir Dünyada Yaşadığınızın Farkında mısınız?

    Akıl, iman edenlerle inkarcıları birbirlerinden ayıran en önemli özelliklerdendir. Allah'ın iman eden kullarına ait bir özellik olarak yarattığı akıl, kişinin imanı, Allah korkusu ve teslimiyeti ölçüsünde gelişir. Allah korkusu ve samimi iman, kişiye hayatının her anında Allah'ın rızasına uygun hareket etmesini sağlayan bir anlayış kazandırır. Böyle bir kişi vicdanını kullanarak Kuran'a en uygun olan tavrı seçer ve bunun sonucunda tüm hayatına hakim olan bir tavır mükemmelliği elde etmiş olur. Allah Kuran'da iman eden kulları üzerindeki bu rahmetini şöyle bildirmiştir:

    Ey iman edenler, Allah'tan korkup-sakınırsanız, size doğruyu yanlıştan ayıran bir nur ve anlayış (furkan) verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allah büyük fazl sahibidir. (Enfal Suresi, 29)

    inkar eden bir kimse ise, ne kadar zeki olursa olsun, iman etmediği sürece, Allah'ın kudretini takdir edebilecek, yaşadığı dünyanın geçiciliğini anlayacak ve bunun sonucunda ne yapması gerektiğini kavrayacak bir akla sahip olamaz. Çünkü akıl, zekadan çok farklıdır; çalışma ve birikimle elde edilemez, matematik problemleri çözerek, karmaşık işlemlerle uğraşarak geliştirilemez. Akıl, sadece Allah'ın dilemesiyle oluşan ve iman edenlere ait bir anlayış ve kavrama gücüdür.

    Allah Kuran'ın pek çok ayetinde inkar edenlerin akıldan yoksun olduklarına dikkat çekmiştir. Bu ayetlerden bazıları şöyledir:

    ... Ancak inkar edenler, Allah'a karşı yalan düzüp-uyduruyorlar. Onların çoğu akıl erdirmezler. (Maide Suresi, 103)

    inkar edenlerin örneği bağırıp çağırmadan başka bir şey işitmeyip (duyduğu veya bağırdığı şeyin anldıbını bilmeyen ve sürekli) haykıran (bir hayvan)ın örneği gibidir. Onlar, sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler; bundan dolayı akıl erdiremezler. (Bakara Suresi, 171)

    Gerçek şu ki, Allah Katında, yerde debelenenlerin en kötüsü, (bir türlü) akıl erdirmez olan sağırlar ve dilsizlerdir. (Enfal Suresi, 22)

    inkar edenlerin, yaşadıkları bu dünyayı gerçek sanıp ahireti unutmalarının ve sadece nefislerinin isteklerini karşılamaya çalışmalarının en önemli sebeplerinden biri, ayetlerde bildirildiği gibi "akıl erdirememeleri"dir. Bu yüzden tüm yaşamlarını bu dünya ile sınırlı sanırlar. Olaylara bakış açıları ve değer yargıları da neredeyse tümüyle dünyaya yöneliktir. Dünya hayatının sadece zahiri yönünü görür, gerçek amacını kavrayamaz, ahireti ise tamamen unutmuş şekilde yaşarlar. Allah Kuran'da bu insanlar için şöyle bildirir:

    Onlar, dünya hayatından (yalnızca) dışta olanı bilirler. Ahiretten ise gafil olanlardır. Kendi nefisleri konusunda düşünmüyorlar mı? Allah, gökleri, yeri ve bu ikisi arasında olanları ancak hak ile ve belirlenmiş bir süre (ecel) olarak yaratmıştır. Gerçekten, insanlardan çoğu Rablerine kavuşmayı inkar ediyorlar. (Rum Suresi, 7-8)

    Oysa Allah, Kuran ayetleriyle insanlara dünya hayatının gerçek yüzü hakkında bilgi vermiş ve onları bu sahte dünyaya aldanmamaları konusunda uyarmıştır.

    Kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel atlara, hayvanlara ve ekinlere duyulan tutkulu şehvet insanlara 'süslü ve çekici' kılındı. Bunlar, dünya hayatının metaıdır. Asıl varılacak güzel yer Allah Katında olandır. (Al-i imran Suresi, 14)

    Dünya hayatı yalnızca bir oyun ve bir oyalanmadan başkası değildir. Korkup-sakınmakta olanlar için ahiret yurdu gerçekten daha hayırlıdır. Yine de akıl erdirmeyecek misiniz? (Enam Suresi, 32)

    Başka ayetlerde ise Allah; "Hayır; siz çarçabuk geçmekte olanı (dünyayı) seviyorsunuz. Ve ahireti terk edip-bırakıyorsunuz." (Kıyamet Suresi, 20-21) sözleriyle insanların asıl hayatlarını yaşayacakları ahireti gözardı ettiklerini hatırlatmıştır. Kuşkusuz bu, insanları sonsuz kayba uğratacak bir davranıştır.

    Yüksek ilim sahibi, değerli islam alimi imam Gazali de bir sözünde bu konuyu hatırlatmış; geçici dünya nimetlerinin, Allah'ın ahirette vereceklerinin yanında nasıl sönük ve değersiz kalacaklarını anlatarak, insanları asıl olarak ahiret için çalışmaya çağırmıştır:

    ... Dünyadaki hükümdarların rütbeleri onların sahip oldukları makamların yanında küçük ve sönük kalır, onlarla kıyas bile edilemez! Ahiret sultanlığı hakkında Cenab-ı Hakk şöyle buyurur: "Her nereye baksan, bir nimet ve büyük bir mülk (saltanat) görürsün." (insan Suresi, 20)

    Cenab-ı Hakk'ın büyük bir saltanat dediği ahiret mülkünü sen de yüce tut! Sen de çok iyi biliyorsun ki dünya ve içindekiler çok az ve değersiz şeylerdir. Hayat kısa, dünyadaki nimetlerin devamı kısa ve çok azıcık bir süredir. Sonra bizler kalkıyoruz bu azın azını elde etmek ve azıcık bir süre onunla birlikte olmak için canımızı ve malımızı seferber ediyoruz. Bir kısmımız bunu elde ediyor, bir kısmı elde edemiyor elde edenlere imreniyor. Onu elde etmek için canını ve malını tehlikeye attığına hiç bakmıyorlar. (imam Gazali, Cennete Doğru, (Yedi Geçit), Minhacü'l-Abidin, sf. 319)
    Tümünü Göster
    ···
  14. 14.
    +2
    Gerçek Hayat Ahirettedir

    insanlar, yaratılış ve yaşama amaçlarını, Allah'a nasıl kulluk edeceklerini ve hayata dair tüm gerçekleri Kuran'ın kılavuzluğunda öğrenirler. Önceki satırlarda yer verildiği gibi Kuran'da, ahiret için "asıl hayat odur" şeklinde bildirilmiştir. Dolayısıyla şu anda yaşadığımız dünya ayetlerde bildirildiği gibi sadece bir "oyalanma yeri", insanlar için bir "denenme mekanı"dır. insan ahiret hayatına geçtiğinde dünya hayatına dair geriye kalan yalnızca zihnindeki kısa hatıralar olacaktır. Dünya hayatının ahiretin yanında "göz açıp kapaması" kadar kısa sürede geçen bir yaşam olduğunu, şöyle bir örnekle açıklayabiliriz:

    Rüyanızda çok güzel bir ilkbahar gününde bir ırmak kenarında oturduğunuzu düşünün. Bulunduğunuz ortamda rüzgarın hafif esintisinden kaynaklanan ferahlatıcı bir serinlik, akan suyun hoşa giden sesi, birbirinden gözalıcı çiçekler olduğunu hayal edin. Bir yandan bu güzellikleri izlediğinizi, bir yandan da sevdiğiniz bir arkadaşınızla sohbet ettiğinizi düşünün; havadaki temiz çiçek kokularını kokladığınızı, kuşların güzel cıvıltılarını duyduğunuzu farz edin. Tam bu duyguları hissederken uyandığınızı ve gerçekte yalnızca yatağınızda yatmakta olduğunuzu düşünün. Böyle bir durumda gerçek sandığınız herşeyin, aslında yalnızca bir rüya, beyninizde oluşan bir hayalden ibaret olduğunu ve bir anda kaybolup gittiğini fark edersiniz.

    Şimdi bir de, aynı şeyleri uyandıktan sonra gerçekleştirdiğinizi düşünelim. Gerçekten çok iç açıcı bir ırmak kenarında, sevdiğiniz bir arkadaşınızla, çeşitli güzellikleri seyrederek sohbet ettiğinizi varsayalım.

    Bu iki olayı da yaşadıktan sonra size "Bunlardan hangisini tercih edersiniz?" diye sorulsa, elbette "Uyandıktan sonra yaptıklarımı" şeklinde cevap verirsiniz. Bunun sebebi, rüyada yapılanların rüyada kalması, insana gerçek hayatında hiçbir şey kazandırmamasıdır. Hiç kimse rüyasında kaybettikleri için ciddi anlamda üzülmez; çünkü bunların asıl hayatını etkilemediğini bilir. insan rüyasında, yaptıklarından ne kadar çok haz duysa da, ne kadar çok eğlense de, bu ona hiçbir zaman, gerçek hayatta uyanıkken yaptıkları kadar zevk vermez.

    Rüyanın gerçek ile kıyaslanması gibi, dünya hayatı da ahiret hayatı ile kıyaslandığında çok kısa ve geçicidir. Uykudan uyandığınızda rüyanızdaki hayali dünyadan çıkıp gerçek yaşantınıza dönmeniz gibi, çok gerçekçi gibi görünen bu dünya hayatı da kısa bir süre içinde sona erecek ve asıl sonsuz hayatınızı yaşayacağınız ahiret hayatı başlayacaktır. Ahirette insanların dünyada çok kısa süre kaldıklarını anladıkları Kuran'da şöyle haber verilmiştir:

    Dedi ki: "Yıl sayısı olarak yeryüzünde ne kadar kaldınız?" Dediler ki: "Bir gün ya da bir günün birazı kadar kaldık, sayanlara sor." Dedi ki: "Yalnızca az (bir zaman) kaldınız, gerçekten bir bilseydiniz," (Müminun Suresi, 112-114)

    Allah bir başka ayette de, yağmurla birlikte filizlenip sonra kuruyup çer-çöp olan bir ekin örneği gibi, dünya hayatının da "aldanış olan bir meta olduğunu" ve bir gün mutlaka sona ereceğini bildirerek insanları uyarmıştır:

    Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, '(eğlence türünden) tutkulu bir oyalama', bir süs, kendi aranızda bir övünme (süresi ve konusu), mal ve çocuklarda bir 'çoğalma-tutkusu'dur. Bir yağmur örneği gibi; onun bitirdiği ekin ekicilerin (veya kafirlerin) hoşuna gitmiştir, sonra kuruyuverir, bir de bakarsın ki sapsarı kesilmiş, sonra o, bir çer-çöp oluvermiştir. Ahirette ise şiddetli bir azab; Allah'tan bir mağfiret ve bir hoşnutluk (rıza) vardır. Dünya hayatı, aldanış olan bir metadan başka bir şey değildir. (Hadid Suresi, 20)

    O halde Kuran'da haber verilen bu gerçeği bilerek, dünya hayatının geçici nimetlerini elde etmek için hırsa kapılmak, bunların sıkıntısını yaşamak büyük bir yanılgı olur. iman edenler, dünya nimetlerinin Allah'ın kendilerine bir lütfu olduğunu ve tüm bunları Allah'ın rızasını kazanabilmek için birer araç olarak kullanmaları gerektiğini bilirler. Allah, bu ihlaslı tavırlarına karşılık, iman edenlerin yaptıkları her işi bereketli kılar ve onları ahiret hayatında sonsuz cennetiyle ödüllendirir.

    Dünyanın bu sahte yüzünü göremeyip onunla yetinenler ise ahirete yönelik bir çaba sarf etmezler. Yaşadıkları dünyayı gerçek zannetmeleri dolayısıyla bütün planlarını bu geçici hayatları için yaparlar. Allah çeşitli hikmetler doğrultusunda onları dünyada kimi zaman nimetlendirse de, asıl hayatlarını yaşayacakları ahirette onları büyük bir kayıp beklemektedir. Allah bu insanların dünya hayatındaki ve ahiretteki durumlarını Kuran'da şöyle bildirmiştir:

    Kim ahiret ekinini isterse, Biz ona kendi ekininde artırmalar yaparız. Kim dünya ekinini isterse, ona da ondan veririz; ancak onun ahirette bir nasibi yoktur. (Şura Suresi, 20)

    Evet, Biz onları ve atalarını yararlandırdık; öyle ki, ömür onlara (hiç bitmeyecekmiş gibi) uzun geldi. Fakat şimdi, Bizim gerçekten yere gelip onu etrafından eksiltmekte olduğumuzu görmüyorlar mı? Şu halde, üstün gelenler onlar mı? (Enbiya Suresi, 44)

    ... De ki: "inkarınla biraz (dünya zevklerinden) yararlan; çünkü sen, ateşin halkındansın." (Zümer Suresi, 8)

    Onları bırak; yesinler, yararlansınlar ve onları (boş) emel oyalayadursun. ilerde bileceklerdir. (Hicr Suresi, 3)

    insanların ahirette böyle bir durumla karşılaşmamak için, Kuran'daki bu hatırlatmalar doğrultusunda düşünüp öğüt almaları gerekmektedir.
    Tümünü Göster
    ···
  15. 15.
    +2
    Dünyadaki Güzellikler Ekgib Ve Kusurludur

    Şu an yaşadığınız dünya hayatının, ahiret hayatı ile kıyaslandığında rüya veya hayal gibi kalmasının en önemli sebeplerinden biri, dünyanın pek çok ekgiblikle dolu olmasıdır. Rüyanızda yediğiniz elmanın verdiği lezzet ve doyuruculuk hissi, uyanıkken aldığınız tat ile kıyaslanınca nasıl bir şey ifade etmiyorsa, dünyada yaptığınız şeylerden aldığınız zevk de, ahirete göre çok ekgib ve aldatıcıdır. Allah Kuran'da dünya hayatındaki bu aldatıcılığa karşı insanları şöyle uyarmaktadır:

    ... Şüphesiz Allah'ın va'di haktır. Artık dünya hayatı sizi aldatmaya sürüklemesin ve aldatıcı(lar) da sizi Allah ile aldatmasın. (Lokman Suresi, 33)

    Allah, insanı kuru bir çamurdan yaratmış ve ona Kendi ruhundan üflemiştir; insanı "yok" iken "var" etmiştir. Allah, insan nefsinin tüm özelliklerini; zaaflarını, isteklerini, hoşuna giden ya da ihtiyaç duyduğu şeyleri, endişelerini, korkularını; kısacası herşeyini kendisinden daha iyi bilir. Allah, bizlere ne kadar yakın olduğunu bir ayette şöyle haber vermektedir:

    Andolsun, insanı Biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu biliriz. Biz ona şah damarından daha yakınız. (Kaf Suresi, 16)

    insan, ruhunda her zaman kusursuzluğa karşı derin bir özlem duyar. Onun tüm istek ve tutkularını bilen Allah, imtihanın bir gereği olarak, sayısız nimetin yanında dünya hayatını çeşitli ekgiblikler ve kusurlarla iç içe yaratmıştır. Yaşdıbını sürdürebilmek, tüm bu ekgiblikleri giderip, kusurlarından arınabilmek için insanların çaba harcamaları gerekir. Buna rağmen dünya hayatında arzu ettikleri mükemmelliğe ulaşmaları mümkün olmaz. Allah bu nimeti cennete ve ancak ona layık olabilen kullarına has kılmıştır.

    Dünya hayatında ise, yalnızca hayatta kalabilmek için dahi pek çok ekgiblikle mücadele etmek gerekir; istisnasız her gün yemek yemeye, uyumaya, hastalıklardan korunmaya, temizlenmeye, bakıma ihtiyaç vardır. Aynı şekilde nefsin kötülüklerinden arınmak ve güzel bir ahlak gösterebilmek için de her an vicdan ve akıl kullanılması gerekmektedir.

    Kuran'ın "O Allah ki, yaratandır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir, 'şekil ve suret' verendir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O'nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakimdir." (Haşr Suresi, 24) ayetiyle bildirildiği gibi, Allah'ın yaratışı kusursuzdur; Rabbimiz herşeye güç yetiren, dilediği herşeyi yaratmaya kadir olandır. Ancak Allah, dünya hayatında bazı ekgiblikler ve kusurlar yaratarak kullarını düşünmeye sevk etmektedir.

    Tek tek düşünüldüğünde ve cennet hayatının kusursuzluğuyla kıyaslandığında, dünya hayatındaki ekgibliklerin hikmetleri çok daha açık bir şekilde anlaşılabilir. Örneğin bir kişi ne kadar istese de, en fazla 2-3 gün uykusuz kalabilir. Bu sürenin ardından yavaş yavaş şuur kaybı başlar ve kişi kendini bilmez bir hale gelir. Aynı şekilde en fazla 2-3 gün yıkanmayan bir insan, hemen kirlenir, bir süre sonra da vücudunda rahatsızlık verici durumlar oluşur. Ayrıca, yaşdıbını sürdürebilmek ve sağlığını koruyabilmek için düzenli olarak beslenmek ve kendisine iyi bakmak zorundadır. Aynı şekilde hastalanmak da ciddi bir ekgibliktir. Çünkü, insan o kadar acizdir ki, gözle görülmeyecek kadar küçük bir mikrop ya da virüs bile, onu bir anda hasta edip haftalarca dinlenmekten başka birşey yapamayacak hale getirebilmektedir. Böyle bir durumda kişi pek çok işe güç yetiremez ve pek çok şeyden zevk alamaz; başkalarının yardımına ve bakımına muhtaç bir duruma düşer.
    Tümünü Göster
    ···
  16. 16.
    +2
    Tutku ve Hırs Mutlu Olmayı Engeller

    Allah Kuran'da insanların nefislerinde iki ayrı özellik bulunduğunu bildirmektedir. Bunlardan biri kötülüklerden sakındıran ve iyiliği emreden "vicdan", diğeri ise kötülüğü emreden "fücur"dur. "Fücur" kelimesi; "günaha ve isyana girişmek, fasık olmak, yalan söylemek, baş kaldırmak, haktan yüz çevirmek, nizamı bozmak, ahlaki çöküntü, takvanın zıddı" anlamlarına gelir. Yani fücur olarak isimlendirilen kavram, insan nefsinin olumsuz özelliklerinin tümünü kapsamaktadır. Allah Kuran'da, nefse fücuru, aynı zamanda ondan sakınmayı, yani vicdanı ilham ettiğini bildirmektedir:

    Nefse ve ona 'bir düzen içinde biçim verene', Sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (andolsun). Onu arındırıp-temizleyen gerçekten felah bulmuştur. Ve onu (isyanla, günahla, bozulmalarla) örtüp-saran da elbette yıkıma uğramıştır. (Şems Suresi, 7-10)

    Nefsin fücurunun Kuran'da dikkat çekilen önemli özelliklerinden ikisi "tutku" ve "hırs"tır. Ahireti düşünmeyip dünya hayatıyla yetinen bir kimse, sahip olduğu herşeye "hırs" ve "tutku"yla bağlanır. Sanki ölüm ve ahiret çok uzakmış gibi yaşamaya başlar. Nitekim Kuran ahlakından uzak bir yaşam süren toplumlarda, insanların hırslı olmaları övülen hatta aranılan bir özelliktir. Bir kimse hayata ne kadar çok bağlıysa ve dünyadan menfaat elde edebilmek için ne kadar çok çaba harcıyorsa, aynı çarpık anlayışa sahip insanlar tarafından o kadar takdir görür. Oysa bu düşünce yanlıştır. Elbette insan güzel bir hayat yaşamak için çaba harcamalı ve her zaman, her işinde elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışmalıdır. Ama bu azim ve kararlılık 'Allah'ın beğendiği hayatı' yaşayabilmek için olmalıdır. Yoksa insanların, sahip oldukları herşeyi kendilerine verenin Rabbimiz olduğunu unutarak dünya hırsına kapılmaları ve Kuran ahlakından uzak yaşamaları bir hatadır.

    Kuran'ın "Malı 'bir yığma tutkusu ve hırsıyla' seviyorsunuz." (Fecr Suresi, 20) ayetiyle, inkar edenlerin dünya malına olan tutkulu sevgilerine dikkat çekilmiştir. Bir başka ayette ise "... Dünyanın metaı azdır, ahiret ise muttakiler için daha hayırlıdır... " (Nisa Suresi, 77)1sözleriyle Allah, insanların tutkuyla bağlandıkları nimetlerin hepsinin "dünya hayatının metaı" olduğunu hatırlatmıştır. "Meta" kelimesinin sözlük anlamı "az ve değersiz, sonunda yok olucu şey, eşya"dır. Dolayısıyla insanların hırsla tamah ettikleri dünya nimetleri ahirettekilerle kıyaslandığında değersiz ve sahtedir.
    Tümünü Göster
    ···
  17. 17.
    +2
    Sahte Dünyaya Aldananlar Sürekli Sıkıntılıdırlar

    insanların yaşamları boyunca karşılaştıkları her olay, duydukları her söz, gördükleri her görüntü ancak Allah'ın izniyle yaratılır. Bu gerçeği bilmek ve bunun rahatlığını yaşamak, imanın getirdiği güzelliklerden biridir. Allah'ın kainattaki tüm varlıklar üzerindeki hakimiyetini, Rabbimiz'in kendisi için daima en doğru, en güzel ve en hayırlı olanı yaratacağını bilen kişiler tevekküllü ve teslimiyetli bir tavır içerisinde olurlar. Bundan dolayı her zaman rahat ve huzurludurlar. Allah'ın herşeyi belirli bir kader doğrultusunda hayır ve hikmet üzerine yarattığını bilir, her işlerinde bunun verdiği güvenle hareket ederler. iman edenlerin bu teslimiyetleri bir ayette şöyle bildirilmiştir:

    De ki: "Allah'ın bizim için yazdıkları dışında, bize kesinlikle hiçbir şey isabet etmez. O bizim Mevlamız'dır. Ve müminler yalnızca Allah'a tevekkül etmelidirler." (Tevbe Suresi, 51)

    Herşeyin Allah'ın kontrolünde olduğunu bilen mümin, başına ne gelirse gelsin; herhangi bir sıkıntı, zorluk ve darlık karşısında hiçbir şekilde ümitsizliğe düşmez. Her zaman olayların hayırlı yönlerini görmeye çalışır. insanın tüm hayatı boyunca yaşayacağı, düşüneceği, söyleyeceği herşey, daha henüz o doğmadan Allah Katında en küçük detayına kadar bellidir. insan kendisi için belirlenen bu olaylarla zamanı geldikçe karşılaşır ve onları yaşar. Kaderde herşeyin hayırla sonuçlanacak şekilde yaratıldığını bildiğinden her zaman tevekküllü olur; kendisini rahat ve güvenli hisseder. Allah Kuran'da şöyle bildirmiştir:

    Yeryüzünde olan ve sizin nefislerinizde meydana gelen herhangi bir musibet yoktur ki, Biz onu yaratmadan önce, bir kitapta (yazılı) olmasın. Şüphesiz bu, Allah'a göre pek kolaydır.

    Öyle ki, elinizden çıkana karşı üzüntü duymayasınız ve size (Allah'ın) verdikleri dolayısıyla sevinip-şımarmayasınız. Allah, büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez. (Hadid Suresi, 22-23)

    Bu gerçekleri kavrayamayanlar ise, yaşadıkları geçici dünyanın metaına aldanarak kendilerine zulmederler. Olayların Allah'tan bağımsız olarak gerçekleştiği yanılgısına kapıldıkları için bunlara müdahale edebilmenin yollarını ararlar. Olayların zahiren ters gidiyor gibi görünmesi, aleyhlerine gelişmesi, bu kimseler için içinden çıkılmaz bir üzüntü ve huzursuzluk kaynağıdır. Bu yanlış inançlarından dolayı sürekli stres içindedirler; en küçük bir olayda uykuları kaçar, sinirleri yıpranır, bedensel ve ruhsal olarak zarar görürler. içlerindeki bu sıkıntılardan kurtulabilmek için çeşitli yöntemlere başvururlar; kimi zaman bir eğlenceye katılarak, kimi zaman da hiç düşünmeyerek rahatlamaya çalışırlar. Oysa bu yaptıklarının kalplerine gerçek huzur ve mutluluğu vermesi hiçbir şekilde mümkün değildir. Çünkü Allah'ın bir ayette "Bunlar, iman edenler ve kalpleri Allah'ın zikriyle mutmain olanlardır. Haberiniz olsun; kalpler yalnızca Allah'ın zikriyle mutmain olur." (Ra'd Suresi, 28) sözleriyle bildirdiği gibi, insan ancak Allah'a yönelmekle, Rabbimiz'e teslim olup O'nun istediği ahlakı yaşamakla huzur bulabilir.

    Allah, insanlara dünya hayatının huzursuzluklarından kurtulmanın ve gerçek mutluluğu yaşamanın yolunu gösterdiği halde, bile bile bundan yüz çevirenler yalnızca "kendi kendilerine zulmetmiş" olurlar. Allah bu insanların durumunu bir ayette şöyle bildirir:

    Şüphesiz Allah, insanlara hiçbir şeyle zulmetmez. Ancak insanlar, kendi nefislerine zulmediyorlar. (Yunus Suresi, 44)

    Bununla beraber, rahatlamak, huzur bulmak, yaşadıkları stres ve sıkıntılarından kurtulup neşelenmek için yanlış fikirleri benimseyenler, bu dünyada arzu ettiklerini yaşayamadıkları gibi ahirette de telafisi olmayan bir hüsrana uğrarlar. Kuran'da bu kimselerin, Allah'ın yolunu bırakıp, medet umarak peşlerinden gittikleri şeylerin, ahirette onların "helak ve kayıplarını artırmaktan başka bir işe yaramayacağı" belirtilmiştir:

    Biz onlara zulmetmedik, ancak onlar kendi nefislerine zulmettiler. Böylece Rabbinin emri geldiği zaman, Allah'ı bırakıp da taptıkları ilahları, onlara hiçbir şey sağlayamadı, 'helak ve kayıplarını' artırmaktan başka bir işe yaramadı. (Hud Suresi, 101)

    Unutulmamalıdır ki, Allah Kuran'ın birçok ayetiyle, insanları bağışlayan ve tevbeleri kabul eden olduğunu bildirmiştir. Bir insan bu gerçeklerin farkına varana kadar hayatı boyunca birçok hata yapmış olabilir. Önemli olan yanlış yolda olduğunu kavraması, tevbe etmesi ve Rabbimiz'in bildirdiği güzel ahlakı yaşamaya çalışmasıdır. Kuran'da, Hz. Salih'in kavmine yaptığı bir konuşmada insanların Allah'ın rızasını kazanmak için yapmaları gerekenler şöyle bildirilmiştir:

    Semud (halkına da) kardeşleri Salih'i (gönderdik). Dedi ki: "Ey kavmim, Allah'a ibadet edin, sizin O'ndan başka ilahınız yoktur. O sizi yerden (topraktan) yarattı ve onda ömür geçirenler kıldı. Öyleyse O'ndan bağışlanma dileyin, sonra O'na tevbe edin. Şüphesiz benim Rabbim, yakın olandır, (duaları) kabul edendir." (Hud Suresi, 61)

    Rabbimiz, dua edenin duasına hemen cevap vereceğini ise bir Kuran ayetinde şöyle haber vermektedir:

    Kullarım Beni sana soracak olursa, muhakkak ki Ben (onlara) pek yakınım. Bana dua ettiği zaman dua edenin duasına cevap veririm. Öyleyse, onlar da Benim çağrıma cevap versinler ve Bana iman etsinler. Umulur ki irşat (doğru yolu bulmuş) olurlar. (Bakara Suresi, 186)
    Tümünü Göster
    ···
  18. 18.
    +2
    Boşa Çalışıp Yorulmaktadırlar

    Hemen her insan, dünya hayatında kendince bir başarı elde etmeye çalışır. Her ne kadar ilgilendikleri konular birbirinden çok farklı olsa da bu insanların ortak bir amaçları vardır: Gösterdikleri çabanın, emeğin karşılığını alabilmek... Kendilerine dünya hayatını amaç edinip ahireti gözardı eden kişiler, dünyadaki çabalarının karşılığını aldıklarını görmenin, o uğurda yaşadıkları tüm sıkıntılara değeceğine inanırlar.

    Oysa bu insanların gözardı ettikleri çok önemli bir gerçek vardır: "Allah'ın rızası". Bir işi ve bundan alınacak sonucu asıl değerli kılan, Allah'ın o kişiden razı olmasıdır. Allah'ın rızası hedeflenmeden yapılan bir işte harcanan çaba ya da elde edilen başarı, aynı dünya hayatı gibi geçicidir; dünyadaki herşey gibi bir gün yok olur. Bu nedenle Allah inkar edenlerin dünya hayatındaki çabalarını ve yapıp ettiklerini bir "seraba" benzetmiştir. Bu kimseler ahirete gittiklerinde -Allah'ın dilemesi dışında- o ana kadar emek verip sevinç duydukları tüm çabalarının boşa çıktığını göreceklerdir:

    inkar edenler ise; onların amelleri dümdüz bir arazideki seraba benzer; susayan onu bir su sanır. Nihayet ona ulaştığında bir şey bulamaz ve yanında Allah'ı bulur. (Allah da) Onun hesabını tam olarak verir. Allah, hesabı çok seri görendir. (Nur Suresi, 39)

    Görüldüğü gibi bir kimse Allah'ın rızasını gözeterek hareket etmediği takdirde, dünyanın en önemli işini yapıyor olsa da, Allah Katında bunun değeri olmayabilir. Allah'ın rızasına uygun hareket etmediği sürece, bu kişinin çevresindeki herkes tarafından takdir edilmesi veya iyi işler yapan biri olarak tanınması, yaptıklarının boşa gitmesini engelleyemez. Allah kendilerini iyi işler yapmakta sanan kimi insanların ahiretteki durumunu Kuran'da şöyle bildirmiştir:

    Onların, dünya hayatındaki bütün çabaları boşa gitmişken, kendilerini gerçekte güzel iş yapmakta sanıyorlar. (Kehf Suresi, 104)

    insanın, hırsla peşinden koştuğu şeylerin, ahiretteki nimetlerin yanında ne kadar değersiz olduğunu öldükten sonra anlaması, sonsuz bir pişmanlığa sebep olur. Hayatı boyunca harcadığı tüm çabanın boşa gittiğini öğrenmesi, bu üzüntüsünü sonsuza dek sürecek bir hüsrana dönüştürecektir. Allah bu kimselerin ahiretteki durumlarını şöyle bildirmiştir:

    işte bunların, ahirette kendileri için ateşten başkası yoktur. Onların onda (dünyada) bütün işledikleri boşa çıkmıştır ve yapmakta oldukları şeyler de geçersiz olmuştur. (Hud Suresi, 16)

    Kuşkusuz bir ömür boyunca harcadığı çabanın boşa çıkmasını hiçbir insan istemez. Bunun çözümü, insanın geçici bir dünya için değil, gerçek olan sonsuz ahiret hayatı için çaba harcamasıdır. Eğer kişi, her işinde Allah'ın rızasını kazanmayı hedefler, tüm çabasını Rabbimiz'in beğendiği ahlakı yaşayabilmek için harcarsa yaptığı en küçük bir iyiliğin bile ekgibsiz olarak karşılığını almayı umabilir. Allah bir ayetinde Hz. Lokman'ın oğluna verdiği bir öğüdü şöyle bildirmiştir:

    "Ey oğlum, (yaptığın iş) gerçekten bir hardal tanesi ağırlığında olsa da, (bu,) ister bir kaya parçasından ya da göklerde veya yer(in derinliklerinde) de bulunsa bile, Allah onu getirir (açığa çıkarır). Şüphesiz Allah, latif olandır, (herşeyden) haberdardır." (Lokman Suresi, 16)

    Allah bir başka ayetinde ise iman edenlerin salih amellerine Kendi fazlından da ekleyeceğini bildirmiştir:

    Ama iman edenler ve salih amellerde bulunanlar, onlara ecirlerini ekgibsiz ödeyecek ve onlara Kendi fazlından ekleyecektir de. Çekimser davrananlar ve büyüklenenler, onları acıklı bir azabla azablandıracaktır ve kendileri için Allah'tan başka bir (vekil) koruyucu dost ve yardımcı bulamayacaklardır. (Nisa Suresi, 173)

    O halde yanlış yoldaki bir insanın yapması gereken, böyle bir gün ile karşılaşmadan önce tevbe edip Rabbimiz'e yönelmesidir:

    Allah'tan, geri çevrilmesi olmayan bir gün gelmeden evvel, Rabbiniz'e icabet edin. O gün, sizin için ne sığınılacak bir yer var, ne sizin için inkar (etmeye bir imkan). (Şura Suresi, 47)
    Tümünü Göster
    ···
  19. 19.
    +2
    Allah'ın Razı Olacağı Hayat Tarzını Benimsemişlerdir

    iman edenler, dünya hayatının bir denemeden ibaret olduğunu, dünya nimetlerinin bu imtihanın gereği olarak insanlara çekici kılındığını bilirler. Tüm bu nimetlerin geçiciliğinin farkında olduklarından, asıl gerçek olan ebedi hayatlarına, cennete kavuşabilmek için çaba harcarlar. Rabbimiz, rahmeti dolayısıyla, ahiret için çaba harcayan kullarını dünya hayatının nimetlerinden de en güzel şekilde yararlandırır.

    Allah Kuran'da insanlara nasıl bir yaşam sürmeleri ve nasıl bir ahlakta olmaları gerektiğini bildirmiştir. Kuran'ın "Ben, cinleri ve insanları yalnızca Bana ibadet etsinler diye yarattım." (Zariyat Suresi, 56) ayetiyle bildirildiği üzere yaratılış amacının Allah'a kulluk etmek olduğunu kavrayan kimse, Kuran'ı ve sünneti rehber edinerek dünyada da ahirette de en doğru yola ulaşır. Dünya hayatındaki tüm imkanlarını Rabbimiz'i hoşnut kılmak ve O'nun hidayetine erişmek için kullanır. Bunun sonucunda Allah'ın beğendiği ahlakı kazanmış ve O'nun razı olacağı bir hayat yaşamış olur. Allah Kuran'da müminlerin bu ahlakını "Allah'a çağıran, salih amelde bulunan ve: "Gerçekten ben Müslümanlardanım" diyenden daha güzel sözlü kimdir?" (Fussilet Suresi, 33) sözleriyle övmüştür.

    Müminler gösterdikleri bu üstün ahlak nedeniyle, inkar edenlerin sıkıntılı hayatlarının tam aksine çok güzel bir hayat yaşarlar. Yaptıkları her işten, ellerindeki her nimetten büyük zevk alır, Allah'ın karşılarına çıkardığı her olaydan hoşnut olurlar. Dünya hayatını böyle mutluluk içinde yaşamalarının yanı sıra güzel tavırlarıyla çevrelerindeki insanlar için de bir nimet olurlar. insanlara karşı son derece duyarlı, yardımsever ve şefkatli bir tavır içerisindedirler. Annelerine babalarına, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, ihtiyaç içerisinde olan kimselere yalnızca Allah'ın hoşnutluğunu isteyerek yardım ederler. Müminlerin bu özelliği Kuran'da şöyle bildirilmiştir:

    Sana neyi infak edeceklerini sorarlar. De ki: 'Hayır olarak infak edeceğiniz şey, anne-babaya, yakınlara, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışadır. Hayır olarak her ne yaparsanız, Allah onu şüphesiz bilir.' (Bakara Suresi, 215)

    ... Hayır olarak her ne infak ederseniz, kendiniz içindir. Zaten siz, ancak Allah'ın hoşnutluğunu istemekten başka infak etmezsiniz. Hayırdan her ne infak ederseniz -haksızlığa (zulme) uğratılmaksızın- size ekgibsizce ödenecektir. (Bakara Suresi, 272)

    Kuran ahlakını yaşayan müminlerin güzel tavırları yaşamın her anına yansır. Günlük hayatlarında karşılaştıkları adaletsiz durumlarda da, yine bu ahlaka uygun şekilde hareket ederler. Kendi menfaatlerinin zedeleneceği durumlarda dahi, haktan ve doğru olandan yana tavır koyarlar.

    Aynı şekilde ticarette de son derece dürüst davranırlar. Allah korkuları nedeniyle, "Ölçtüğünüz zaman ölçüyü tam tutun ve dosdoğru bir tartıyla tartın; bu, daha hayırlıdır ve sonuç bakımından daha güzeldir." (isra Suresi, 35) ayetiyle bildirildiği şekilde davranır, Allah'ın sınırlarını korumada son derece titiz olurlar.

    Allah korkusu ve ahiret inancı olmayan kimseler arasında, ticaret yaşamında ve kurulan ortaklıklarda tarafların birbirlerini aldatmaya, haksız çıkar sağlamaya yönelik tavırlarına rastlamak olağandır. Kuran'da Allah Hz. Davud (as)'a kendisine gelen davacılara: "... Doğrusu, (emek ve mali güçlerini) birleştirip katan (ortak)lardan çoğu, birbirlerine karşı tecavüz ederler; ancak iman edip salih amellerde bulunanlar başka. Onlar da ne kadar azdır... " (Sad Suresi, 24) şeklinde hitap ettiğini bildirmektedir. Bu ayetle inkar edenler arasında yaşanan bu güvensiz ve adaletsiz ortama dikkat çekilmiştir. iman edenlerin güzel davranışları, bulundukları her ortamda hemen fark edilir. Alçakgönüllü, bağışlayıcı ve hoşgörülü tavırları, kötülüklere iyilikle karşılık vermeleri müminlerin üstün ahlak özelliklerindendir. Allah, iman edenlerin kendilerine yapılan kötülüklere sabır ve iyilikle karşılık verdiklerini Kuran'da şöyle bildirmektedir:

    işte onlar; sabretmeleri dolayısıyla ecirleri iki defa verilir ve onlar kötülüğü iyilikle uzaklaştırıp kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler. (Kasas Suresi, 54)

    Kötülüğü en güzel olanla uzaklaştır; Biz, onların nitelendiregeldiklerini en iyi bileniz. (Müminun Suresi, 96)

    iyilikle kötülük eşit olmaz. Sen, en güzel olan bir tarzda (kötülüğü) uzaklaştır; o zaman, (görürsün ki) seninle onun arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dost(un) oluvermiştir. (Fussilet Suresi, 34)

    Müminler, olumsuz davranışlarla karşılaştıklarında affedici bir tavır gösterir, onlara örnek olacak, fayda sağlayacak, güzel ahlaka yöneltecek şekilde davranırlar. Allah Kuran'da razı olacağı bu ahlakı müminlere şöyle bildirmektedir:

    Sen af (veya kolaylık) yolunu benimse, (islam'a) uygun olanı (örfü) emret ve cahillerden yüz çevir. (Araf Suresi, 199)

    Kötülüğün karşılığı, onun misli (benzeri) olan kötülüktür. Ama kim affeder ve ıslah ederse (dirliği kurup-sağlarsa) artık onun ecri Allah'a aittir. Gerçekten O, zalimleri sevmez. (Şura Suresi, 40)

    Ahiret inancı olmayan insanlarda sıkça görülebilen alaycılık da müminlerin sakındıkları tavırlardandır. Allah'ın; "Ey iman edenler, bir kavim (bir başka) kavimle alay etmesin, belki kendilerinden daha hayırlıdırlar; kadınlar da kadınlarla (alay etmesin), belki kendilerinden daha hayırlıdırlar. Kendi nefislerinizi (kendi kendinizi) yadırgayıp-küçük düşürmeyin ve birbirinizi 'olmadık-kötü lakaplarla' çağırmayın. imandan sonra fasıklık ne kötü bir isimdir. Kim tevbe etmezse, işte onlar, zalim olanların ta kendileridir." (Hucurat Suresi, 11) ayeti gereği, nasıl bir durum söz konusu olursa olsun, hiç kimseye karşı böyle bir tavır sergilemezler.

    Kuran ahlakının yaşandığı, Allah'tan korkan, ahireti düşünen ve kendilerine Rabbimiz'in rızasını kazanmayı amaç edinmiş kimselerden oluşan bir toplumda, huzurlu ve güvenli bir hayat hakim olur. insan fıtratına en uygun olan Kuran ahlakını kazanmış müminlerin tavırları herkes için güzel örnekler oluşturur. Bu tebliğ, -Allah'ın dilemesiyle- söz konusu kimselerin kalplerinin imana ısınmasına ve Kuran ahlakını benimsemelerine vesile olabilir.

    Müminlerin böyle güzel bir ahlaka sahip olmalarını sağlayan en önemli sebeplerden biri Allah korkularıdır. Aynı zamanda da dünya hayatına Allah'ın emrettiği kadar değer vermeleri dolayısıyla hiçbir zaman hırs ve tutkuya kapılmazlar ve aşırı tavırlar göstermezler. Allah'ın hoşnut olacağını bildirdiği ahlakı en mükemmel şekilde yaşamak için gayret ederler. Allah'ın yeryüzünde yarattığı nimetlerin sadece denenmeleri için olduğunu, tüm bunların dünyanın sahte metaı olduğunu akıllarından çıkarmazlar. Bu kavrayışları sayesinde daima en güzel davranışları rahatlıkla sergileyebilirler.
    Tümünü Göster
    ···
  20. 20.
    +1
    Gerçek Hayatın Mekanı: Ahiret

    Bu bölüme kadar, dünyanın geçici ve aldatıcı bir yer olduğu, sahte süslerle donatıldığı, bu geçici yerde insanların hareketlerini nelere göre belirlemeleri gerektiği üzerinde durduk. insanlar için asıl yaşanacak yerin, ahiretteki sonsuz hayat olduğunu anlattık. Bu bölümde ise ölümün ardından her insanın karşılaşacağı ve sonsuza dek yaşayacağı asıl mekanı olan ahiretin inananlar ve inkar edenler için ne kadar farklı olacağını anlatacağız.

    Herşeyin Aslı Ahirettedir

    Kuran'da ahiret hayatının "asıl hayat" olarak tanımlanması, tüm insanların üzerinde düşünüp öğüt almaları gereken bir konudur. Kuran'daki bu ifade, dünya hayatında gerçek sandığımız herşeyin sanılandan çok daha farklı olduğunu ortaya koymaktadır. Yaşadığımız bu hayat, insanların bir ömür boyunca peşinden koştukları değerler, elde etmeye çalıştıkları tüm güzellikler ahiret ile kıyaslandığında "asıl olan" değil "sahte olan"dır; yani bu dünya Allah rızasını aramayan insanlar için sahte metalar, sahte hırslar, sahte başarılar, sahte sevgiler, sahte dostluklarla doludur. Müminler ise dünyada, cenneti ummanın mutluluğunu yaşayacak, ahirette de neşe, sevinç, mutluluk gibi duyguların "gerçeği" ve "eksilmeyeni" ile mükafatlandırılacaklardır. O halde böyle bir durum karşısında kişinin kendisine şu soruları sorması gerekir:

    Eğer bu dünyada bütün yaşadıklarım sahte ise ve bunların asıllarıyla yalnızca ahiret hayatında karşılaşacaksam, neden geçici ve aldatıcı olanlarla yetinip, bunlar için sonsuz ve gerçek olanları kaybedeyim?

    Neden hiç kaybolmayacak, ebediyen var olacak güzellikler için çaba harcamayayım?

    insan samimiyetle kendisine bu soruları sorar ve aynı samimiyetle cevaplarsa, doğru olan için çaba harcayacak, dolayısıyla hem dünyada hem de ahirette mutlu bir yaşam sürecektir. Aklını kullanabilen her insanın bu sorulara vereceği cevap ise, elbette 'Bu dünyadaki en önemli amacım Allah'ın rızasına uymak ve ahirette sonsuza kadar sürecek olan gerçek hayatım için çaba harcamaktır' şeklinde olacaktır. Bu gerçeği görebilen bir insanın aynı mantıkla kendisine sorması gereken bir başka soru da, Kuran'da bildirilen ve elçi olarak gönderilen kişinin kavmine yönelttiği şu soru olmalıdır:

    "Bana ne oluyor ki, beni Yaratan'a kulluk etmeyecekmişim? Siz O'na döndürüleceksiniz." (Yasin Suresi, 22)

    insanlar, sonunda Allah'a döndürülecekler ve ahirette herşeyin aslıyla karşılaşacaklardır. Bu nedenle insan Kuran'da 'asıl hayat' olduğu bildirilen ahireti samimiyetle düşünmeli, sonsuz rahmeti ve lütfuyla insanlar için böyle büyük bir nimet bahşeden Rabbimiz'e şükrederek Kuran ahlakını yaşamalıdır.
    Tümünü Göster
    ···