1. 1.
    +1
    pardon "ape"ler. maymunlar gibsin sizi. şakirt değilim. bana bir kere akıl nasıl oluştu onu bi anlatın kısa ve öz. söz maymun taklidi yapıcam video kameranın karşısında youtube koyacam. bi açıklar mısınız. bana duyguları gösterin. korkuyu, sevinci, düşünmeyi gösterin amk.
    ···
  1. 2.
    0
    boşver bunları panpa brazzers hesabı var mı
    ···
  2. 3.
    0
    sen gelememişsin galiba , mantığa bak..
    ···
  3. 4.
    0
    @3 akıl maymunda da var biliyoruz ama nasıl oluştu bi anlat bana
    ···
  4. 5.
    0
    rühaları, rüyaların bire bir yaşanmasını, metafiziği, aşkı, sevgiyi, insandan başka bir canlının zekasını pek kullanamamasını açıklasınlar zütümü açıp türkiye turu atmazsam şerefsizim
    ···
  5. 6.
    -1
    sen zaten maymundan geldiğimizin canlı bir örneğisin.. hadi şakirtsin bu soruyu sordun.. ulan hiç evcil hayvan da mı beslemedin? yada hiç mi tanıdığın yok besleyen? gerizekalı, hayvanlarda da o korku, sevinç olayı var.. şuuruna sıçayım,yat uyu.

    tamam sakinim

    1 - aşk, sevgi gibi kavramlar insanların yarattığı kavramlardır..ha ama mesela sadakat penguenlerde de vardır ki ömürleri boyunca tek eşli bir hayat sürerler. eşleri öldüğünde tekrar başka bir dişi/erkekle eşleşmezler

    2 - köpekler mutluyken kuyruk sallar, kediler de mırıldanırlar..

    3 - beslediğim için yine köpekten örnek vereyim başka bir köpek gördüklerinde heyecanlanırlar, elini göğsüne koy hayvanın kalp atışının hızlandığını (heyecanı sağlayan adrenalin artışının onlarda da olduğunu) görürsün

    4 - köpeklerde bile bir kabahat işlediğinde (halıya işemek vs. gibi) bunun suç, hata olduğunu,ona kızacağımı, cezalandıracağımı anladığı için 'korkup' saklanması..

    örnekleri uzatabilirim ama bu kadar kapak sana yeter

    edit : züt oldun eksile tabi ibiş, youtube'da şovunu dört gözle bekliyorum panpa
    ···
  6. 7.
    +1
    olm şunu sor laa.. madem maymundan geliyoruz ve dna olarak atıyorum %90 ımız benzer... peki bu %10 luk fark nasıl oldu.. bütün maymunları x-ray den mi geçirdiler amk...
    ···
  7. 8.
    -1
    @1 pekı sence nasıl olustu allahtan mı geldı. sende allahı goster o zaman bıze...
    ···
  8. 9.
    -1
    ananın amııııı maymun korkmuo mu gibtiğimnn beyinsizi
    ···
  9. 10.
    0
    ulan maymunlar hayvanlar neden konuşamıyo ozaman gibtimin gerizekalısı ufacık beyninle hortum çıkarma burda. hayvanlarda da duyular var diyosun onlar niye konuşamıyo ozaman. yada biz depremi önceden nasıl algılayamıyoruz. teknolojik cihazlar hariç @6
    ···
  10. 11.
    0
    @9 cahil bin. maymunlar niye konuşamıyo ozaman korkuyolar da insanlar gibi
    ···
  11. 12.
    -1
    insanoğlu, beyninin büyüklüğü ile atalarından ayrılıyor. Son teze göre, beynimizin büyümesi yemek kültürü sayesinde oldu. Yemekleri pişirmeye başlayarak lezzetli yemek duyumuzu geliştirdik. Sindirim kolaylaştı ve aldığımız enerji arttı. Sindirim sistemimiz yüzde 40 küçüldü ve beynimiz büyüdü!

    Endonezya’nın Flores adasında ortaya çıkartılan cüce atamızın 400 santimetreküplük küçük beyni, bizim beynimizin nasıl üç misli (1400 cc) büyüdüğünü gündeme getirdi. Modern insanın temel özelliği, ayakları üzerine kalkması ve beyninin gelişmesidir. Antropologların ve evrim biyologlarının üzerinde tartıştığı en önemli konu, beynimizin nasıl büyüdüğüdür...

    Bu konuda çeşitli görüşler tartışılıyor. Üzerinde durulan son ilginç tez, mide ve sindirim sisteminin küçülmeye başlaması ile beynin büyümesinin paralel olduğu. Bazı antropologlar bu süreci, insanların yiyeceklerini pişirme dönemine geçmeleri ile açıklıyor: insanlar açlıklarını gidermek için içgüdüsel beslenmeyi bıraktı, yemeklerini çeşitlendirdi, gurmelik dönemi başladı, sindirim sistemimiz yüzde 40 küçüldü ve beynimiz büyüdü! Bu sayede ‘akıllı’ olduk!

    SiNDiRiM-BEYiN iLiŞKiSi

    Beynimiz enerjiye fazlasıyla ihtiyacı duyan bir organ. Beyin, bir yetişkinin ağırlığının yalnızca yüzde 2’si kadar, ama enerjimizin yüzde 20’sini harcıyor. Bedenimiz, mesela orangutan ile aynı miktar toplam enerji tüketiyor. Fakat orangutan beyninin daha az enerjiye ihtiyacı var. Peki, bizim beynimize düşen bu fazla enerjinin kaynağı ne?

    iki ingiliz antropolog Leslie Aiello ve Peter Wheeler, bu sorunun peşine düştü. insanın kalp, böbrek, karaciğer, mide ve bağırsaklarının da çok enerji harcadıklarını saptadılar. Beyinle birlikte tüm bu organlar toplam beden ağırlığımızın yalnız yüzde 7’si kadarken, toplam enerjinin ise yüzde 70’ini harcıyorlar. Acaba insan, beynine daha fazla yatırım yapmak, yani ona daha fazla enerji göndererek büyümesini sağlamak için, diğer organlarını küçültmüş olamaz mı?

    iki araştırmacı bu tezlerini doğrulamak için, primatların (insana en yakın maymunlar) farklı organlarının ortalama ağırlıklarını karşılaştırdı. Sonuçlar, ortaya attıkları tezi doğruladı: insanda karaciğer, mide ve bağırsaklar, maymunlara göre 900 gram daha hafifti. Özellikle bağırsaklarımız, aynı boyda bir maymunun karaciğerinin yalnızca yüzde 60’ı kadardı.

    Dolayısıyla sindirim sistemi küçüldüğü için harcadığı enerji azaldı ve açığa çıkan bu ‘fazla’ enerji, beynin büyümesine gitti ve insanın daha ulvi (düşünsel, akli) faaliyetleri için harcanmaya başlandı..

    BESLENMEDE DEĞiŞiKLiK

    Bu olayın gerçekleşmesi ise, beslenme düzenindeki değişimle açıklanıyor: Atalarımız, beyinlerini büyütmek için, kalori açısından hem daha zengin hem de lifli bitkilere kıyasla sindirimi daha kolay olan eti daha fazla tüketti. Ancak burada en can alıcı nokta, etin pişmiş olarak tüketilmesi. Pişirmekle hem etin sindirimi kolaylaştı hem de insanın nişastayı emme-sindirme kapasitesi ikiye katlandı.

    Ateşin bulunmasından önceki dönemde, ilk insanın çeneleri çok gelişmişti. Çünkü, av etini yemek için parçalayıcı bir çene yapısına ihtiyaç vardı. Etin pişirilmeye başlanmasıyla birlikte, sert yiyeceklerin yerini daha yumuşak yiyecekler aldı ve zaman içinde çene yapımız da narinleşti. Bugün çene yapımızdaki evrim sürüyor ve arka azı dişlerimiz bile fazla gelmeye başladı!

    insan, yemekleri pişirmeye geçerek, daha zengin kalori elde etti ve besinlerin tatları daha zenginleşti.

    Fransız ‘Science et Vie’ dergisinde (5/04) görüşleri yayımlanan Doğa Tarihi Müzesi’nden Eko-antropolog ve Etno-biyolog Claude-Marcel Hladik şöyle diyor: ‘Tat alma zevkinin gelişmesi ile farklı tatlardaki besinleri bir araya getiren yemek olgusu, beynin daha da gelişmesine yol açtı.’

    Yani bu teze göre, beynimizin büyümesini gurmeliğimize borçluyuz!
    Tümünü Göster
    ···
  12. 13.
    0
    maymunu kim yarattı onu söyleyin bana bende söz maymundan geldim diyecem
    ···
  13. 14.
    0
    iNSAN BEYNiNiN EVRiMi

    Bundan 4 milyon yıl önce Australopithekus’ların beyinlerinin hacmi 400 santimetreküptü. Australopitehekus’lardan 1.5 milyon yıl sonra, Homo Habilis’lerde ise, beynin hacmi 600 santimetreküpe çıkmıştı. Ardından beynin 800 santimetreküpe ulaştığı Homo Ergaster ve ardından Homo erectus dönemi başladı. 1,5 - 0.6 milyon yılları arasında insan beyninin hacmi sürekli büyüdü. Homo sapiens, yani biz çağdaş insanın beyinin hacmi 1400 santimetreküpe ulaştı. Memeliler arasında da, insan beyni farklı bir öneme sahiptir. Karşılaştırma yapıldığında koyun silik bir yaratık olarak kalırken, en yakın kuzen şempanzenin beyni bile insan beyninden üç kat daha hafiftir.

    Ayak üzerinde durmak ve beyin

    Klagib görüşe göre, yaklaşık 2,6 milyon yıl önce ilk insanlar, yani Homo habilisler iki ayak üzerinde durmaya başladıktan sonra beyinleri büyümeye başladı. Antropologlara göre insan iki ayağı üzerine kalktıktan sonra elleri alet kullanmak için serbest kaldı, tehlikelere karşı kendilerini daha iyi savundular ve avlanmaları kolaylaştı. Tüm bunların sonunda kafatasının yapısı değişti. Ancak bazı bilimcilere göre ise kafatasının yapısının değişimini tek bir faktöre bağlamak doğru değil. Burada yemek kültürünün gelişmesi ve daha birçok etkenin rol oynadığı ileri sürülüyor. Çünkü şempanzeler de en azından oturarak alet kullanabiliyorlar.

    GELECEĞiN HIZLI TRENLERi KAZ TÜYÜNDE GiDECEK

    ABD’li araştırmacılar, kar tahtasının (snowboard) kaldırıcı gücünü inceleyerek, trenler için yeni bir konsept geliştirme aşamasına geldi. Kar tahtası, ağırlığına karşın, karı ezmeden kayar gibi ilerler. Bunu sağlayan, tahtanın baskı yaptığı gözenekli karların arasından yukarıya doğru çıkan havanın kaldırma gücüdür. Tıpkı kırmızı kan hücrelerinin kılcal damarlar içinde kayarcasına ilerlemesi gibi.

    Bu kaldırma gücünün tren için de geçerli olup olamayacağını inceleyen New York Üniversitesi’nden Sheldon Weinbaum ve meslektaşları, bir silindirin içine kar koydular ve bu kara pistol ile baskı uygulayarak ortaya çıkan kaldırma gücünü ölçtüler. ilk bir buçuk saniyesi içinde havanın, kardaki gözeneklerden dışarı çıkmasıyla yukarı doğru bir basınç oluştu. Ancak saniyeler ilerledikçe hava boşaldı ve basınç da sıfırlandı. Snowboard ise karın üzerinde kalmayıp hızla yoluna devam ediyor.

    Weinbaum ve arkadaşlarının bu araştırması, Pysical Review Letters dergisinde 10 Kasım 2004’te yayımlandı. Araştırmacılar 50 tondan fazla ağırlık taşıyan tren vagonlarının da hafif bir maddeden yapılmış rayların üzerinde kayar gibi hızla ilerleyeceği konusunda ikna olmuş durumdalar. Ancak rayın iki tarafının da bellli bir yükseltide ve içinin kaz tüyünü andırır hafiflikle bir madde ile doldurulmuş olması gerekiyor. Ayrıca trenin tekerleklerinin yanlızca kalkma ve durma anında kullanılması ve hızlı seyir halinde bu özel rayda kayar gibi ilerleyebilmesi için, tekerleklerin kalkabilir özellikte olması gerekiyor.
    Tümünü Göster
    ···
  14. 15.
    0
    FAZLA ViTAMiN TÜKETiMi ÖLÜM RiSKi DOĞURUYOR

    Vitamin hapları piyasası tarafından uzun yıllardan beri ısrarla vurgulanan ‘vitaminler sağlık açısından yararlıdır’ sözleri gerçekten doğru mu? ABD, ispanya ve ingiltere’den araştırmacılar E vitamininin niteliğini tam olarak ölçmek için birbirinden farklı klinik deneyleri incelediler. Ortaya şaşırtıcı bir sonuç çıktı: Günde 400 IU (international units) doz alanlar, almayanlara oranla yüzde 10 daha fazla ölüm riski altında.

    Baltimore’da Johns Hopkins Üniversitesi’nden epidemiyolog Edgar Miller’a göre, şirketlerin E vitamini hakkında söyledikleri bilimsel bir incelemeye dayalı değil, yalnızca pazarlama.

    E vitamininde hücreleri ve dokuları koruduğu düşünülen güçlü bir antioksidan bulunuyor. Ayrıca yaraların E vitamini sayesinde daha çabuk iyileştiği, bağışıklık sisteminin güçlendiği de yaygın bir inanış.

    Bu vitamin doğal olarak bitki yağlarında, yapraklı sebzelerde ve cevizde bulunuyor. Sudan ziyade yağda çözünüyor ki, bu da E vitamininin fazlasının bedenin dokularında birikebileceği anldıbına geliyor.

    Beslenme uzmanları dengeli günlük diyet içinde 10-12 miligram (veya 15-30 IU) E vitamini bulunmasını tavsiye ediyorlar. Hatta antioksidan özellikleri nedeniyle, yüksek dozda kullanılması halinde kalp rahatsızlıklarının ve kanserin önüne geçileceği spekülasyonları süregeliyor.

    Miller’in araştırması New Orleans’ta Amerikan Kalp Birliği’nin toplantısında sunuldu. Araştırmacılar, toplam 130 bin katılımcının olduğu 19 farklı deneyden çıkan sonuçları bir araya getirdi. 150 IU ya da daha az miktarda E vitamini kullanılması halinde, herhangi zararlı bir etkisinin olmadığı hatta sağlığa yardımcı olabileceği anlaşıldı. Ancak 150 IU’nun üzerine çıkıldığı zaman ölüm riski artmaya başlıyor ve 400 IU ve üzerinde, risk gerçekten belirgin hale geliyor.

    Araştırmayı yapanlar, insanların aşırı dozda E vitamini kullanımını derhal durdurmasını öneriyor.

    HAVADAKi OZON ORANI BRONŞLARA VE GÖZE ZARARLI

    Avrupa çapında yapılan büyük bir araştırmada, yaz aylarında soluduğumuz havada artan ozon miktarının, kentlerde daha fazla ölümlere neden olduğu ortaya kondu. Araştırma, 23 Avrupa kentinde, havadaki ozon yoğunluğuyla ölüm sayıları arasındaki ilişkiyi araştırmak amacıyla yapıldı. Ve özellikle nefes yolu hastalıklarından kaynaklanan ölüm oranlarının arttığı saptandı.

    Atina Üniversitesi’nden Klea Katsouyanni liderliğinde yapılan araştırmanın sonuçları American Journal of Respiratory and Critical Care Medicine’de (Sayı 170, S.1080) yayımlandı.

    23 kentte ozon değerleri 3 yıl boyunca günlük ölçüldü. Aynı zamanda ölüm sayıları izlendi ve ölümleri tetikleyen havadaki parçaçık sayısı, kükürt dioksit, azotoksit ve karbondioksit değerleri yaz aylarında ölçüldü. Havadaki ozon değerleri yükseldikçe, ölüm oranları da artıyordu. Bu gazdaki en yüksek artışlar Prag, Torino ve Budapeşte’de, en düşük değerler ise Tel Aviv, Londra ve Paris’te ölçüldü.

    Kentlerde soluduğumuz ozon, güneş ışığındaki ultraviyole ışınları, araba egzozlarından çıkan azotoksit ve havadaki oksijenin bileşimiyle oluşuyor.

    Bu gaz etkin bir şekilde, burun mukozasına, bronşlara ve gözlere saldırıyor. Solunum yolu hastalıkları olan insanların, bu nedenle, yaz aylarında yüksek ozon yoğunlaşmasının olduğu zamanlarda mümkün olduğunca sokakta az dolaşmaları ve yorucu hareketlerden kaçınmaları tavsiye ediliyor.

    rekli genç beyine az kaldı
    120 yıllık insan ömrüne göre programlanan beynin genellikle bunama, hafıza kayıpları, konsantrasyon bozukluğuyla kendini gösteren yaşlanmasına karşı önlem arayışları sürüyor. Brüksel'de Ucb-Pharma ilaç Firması'nın Nootropil adlı ilacının geliştirilişinin 25'inci yıldönümü nedeniyle yapılan toplantıda, beyin yaşlanması, felçler, öğrenme güçlüğü gibi konulardaki son gelişmeler tartışıldı. Alman Prof. Dr. Peter Paul De Deyn, 60 yaşından önce her yüz kişiden 10'unda bunama görülürken, 70'li yaşlarda oranın yüzde 20'ye çıktığını söyledi. Bunamaya yol açan ve beyne yeterli oksijen ve kan gitmemesinden kaynaklanan sorunları 'pirasetam' etken maddeli ilaçlarla giderdiklerini belirten Prof. Dr. De Deyn, ‘‘Hafıza, dikkat ve konsantrasyondan sorumlu sinirsel iletiyi taşıyan maddelerin sayılarını ve işlevlerini artıran, sinir hücresinin yapısını koruyan, beyne giden kan ve oksijen miktarını artıran ilaçla beyni korumaya çalışıyoruz. Sinir hücrelerini besleyerek işlevlerini güçlendiriyoruz. Beynin korunmasında, sigaradan uzak durulması ve E vitamini de etkili’’ dedi. Eskişehir Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Gazi Özdemir ise 30 yaşından sonra sinir hücrelerinin, hücreler arası iletişimi sağlayan moleküller ve transmitterlerin azalmaya başladığını belirterek, ‘‘Beyinde yaşlanmayı sağlayan etmenlerin en önemlisi serbest oksijen radikalleri. Bunların tekrar aktive edilmesiyle zararlı olmaları önlenebilir’’ dedi.
    Tümünü Göster
    ···
  15. 16.
    +1
    @8 göster diyorsun da, görebilseydin benim senden ne farkım olcaktı şüphesiz inanan biri olarak, tevekkül burda devreye giriyor... dünya ya gelişimizin de bi amacı var, e sonucu bilen yine yaradan ama anlamak biraz tevekkül ister...
    ···
  16. 17.
    0
    bana sizin savunduğunuz düşünceye göre bir kitap önerin
    ···
  17. 18.
    0
    al panpa adamlar yazmış..

    ayrıca insan accık düşünür ya başkasının aklına gelmedi bu soruları sormak de mi? *
    ···
  18. 19.
    0
    @8 tmm bende duyguların korkunun sevincın düşünmenın evrımden geldıgıne ınanıyorum... acıklayabılseydım senınde benden farkın kalmazdıı
    ···