-
26.
+1etkilenmemişe benzemiyordu, sanki havadan sudan bahseder gibi soğukkanlı şekilde konuşuyordu.
- sevilecek şeyler değil ki bunlar?
- neden?
istemsizce yutkundum. başıma büyük bir bela almaya hazırlıyordu tükürük bezlerim beni.
- ne demek neden? normal bir insanın yapacağı şeyler mi bunlar?
- normallik nedir ki?
ben onu sıkıştıracakken o beni sorgulamaya başlamıştı sanki. suçlu olan benmişim gibi ter basmıştı her tarafımı. terli ıslak ellerimi tişörtüme silerek devam ettim.
- insan öldürmenin normal bir şey olduğunu savunmayacaksın değil mi?
- her gün binlerce insan öldürülüyor çeşitli sebeplerden ve kimsenin buna tepki gösterdiği yok. sence anormal olsa tepki çekmez miydi?
omlet yapmaktan bahsediyorduk sanki. artık emindim, ve yavaş yavaş kendimi tehlikede hissetmeye başlıyordum.
- bu konuyu kapatabilir miyiz artık?
- sen başlattın, sen kapat elbette. -
27.
+1 -1saçma bir komedi filmi açtım, bir kez bile güldüğümüzü hatırlamıyorum. kafamdan binbir çeşit düşünceler geçiyordu ki deniz'in sesiyle kendime geldim.
- aykut gitsem sıkıntı olur mu? baya yoruldum, dinlenmek istiyorum biraz.
- tabi tabi geçireyim seni.
- iyi geceler.
- sana da.
kapı kapandı, derin bir soluk verdim yaşadığım her şeyi dışarı atmak istercesine. deniz'in soğukkanlı şeytaniliği karşısında buz kesmişti her tarafım. kaç kişiyi öldürmüştü? nasıl bu kadar normal gözükebiliyordu? beni de öldürecek miydi? ve en önemlisi neden yapıyordu bütün bunları?
anlamak istiyordum. anlamak için her şeyimi verebilirdim, geri dönüşüm yoktu artık.
yaklaşık bir hafta boyunca normal hayatıma devam ettim. deniz de aynı oyunu oynuyordu, bir şeylerden şüphelendiyse bile kesinlikle belli etmiyordu. iyi bir oyuncu olduğunu biliyordum zaten... 1 hafta sonunda aramızdaki sessizliği bozacak bir hamle geldi deniz'den. -
28.
+1- aykut benim televizyonun uydu alıcısında sorun var galiba. bugün gelip bakabilir misin?
bakabilir miyim? bakabilirdim elbette. soğukkanlı bir katil olmasaydın eğer...
- şey, bugün işim var aslında biraz. başka bir zaman baksam?
- yarın?
kurtuluşum yoktu bu pislikten.
- pekala yarın olur.
içeriye bir grup müşterinin girmesiyle bir süreliğine kurtuldum deniz'den.
o gece, tüm bu olanları düşünmek adına yatağıma uzandım, son bir haftadır hep yaptığım gibi. deniz'in beni evine davet etmesi temkinli hareketlerimi alt üst etmişti. eninde sonunda gidecektim şeklinde düşünürken ne kadar haklı olduğumu kanıtlarcasına telefonum çalmaya başladı.
- aykut?
deniz'di bu, sesi ağlamaklı geliyordu.
- noldu deniz, iyi misin?
- çok kötüyüm, hemen gelebilir misin?
bu işte bir pislik vardı. lakin, hayır gelemem çünkü sen bir katilsin diyemezdin deniz'e...
- ne oldu söyle?
- gelmen lazım. -
29.
+1evet, gidecektim... bugün belki de hayatımın son günü olacaktı ama gidecektim yine de. sıkılmıştım artık bu oyundan, ne olacaksa olacaktı.
artık plan yapmaya gerek yoktu, işler deniz'in istediği gibi yürüyecekti ne de olsa. korkmuyordum garip bir şekilde, hissettiğim en baskın duygu meraktı. deniz'in evine vardım ve kapısını çaldım, kimbilir kaç kişinin son gördüğü ev olmuştu burası?
kapı açıldı. gayet normal görünüyordu deniz, ağlamış birinin ifadesi yoktu yüzünde. hiçbir şey söylemeden kolumdan tutarak içeri aldı beni.
- teşekkür ederim geldiğin için.
- önemli değil. ne oldu?
- göstereceğim. -
30.
+1salona aldı beni. içerde bir adam daha vardı.
- aykut, doruk. doruk, aykut. siz takılın ben çay hazırlayıp geliyorum.
çay? çay nedense ortama pek uygun değildi. çay içilen bir evde bu tip cinayetler işlenmesi nereden baksan saçmaydı aslında... bu absürd düşünceleri kafamdan atarak doruk'a odaklandım. kimdi bu herif?
- arkadaşı mısınız deniz'in?
- evet, bir süredir tanışıyoruz.
- nereden?
- internetten.
bu gece bu evde bir şeyler olacağı belliydi.
- kabalığımı bağışlayın ama beni neden çağırdınız?
- deniz anlatmadı mı durumu?
neyi ulan neyi? -
31.
+1neyi ulan neyi?
- yoo?
- öyleyse onun anlatması daha uygun olur.
hava iyice ağırlaşmıştı artık evde. göğsümü sıkıştırıyorlardı sanki.
- çaylar geldi. buyrun.
titreyen elime verdi çayı deniz, imalı imalı bakmayı da ihmal etmedi. deniz, onun gerçek kimliğini bildiğimi biliyor olmalıydı. artık hiçbir şüphem kalmamıştı.
bugün bu evde birisi ölecekti.
- şeker alabilir miyim denizciğim?
- tabi doruk ne demek.
karşımda kalitesiz bir ilkokul müsameresi oynanıyordu sanki. titreyen ellerimle çayı içemeyeceğimi fark edip yanımdaki sehpaya yerleştirdim bardağı. genzim kurumuştu, konuşmaya çalıştım fakat başaramadım. tüm gücümü toparlayıp,
- biri bana neler olduğunu anlatacak mı, diyebildim ve koltuğa yığılırcasına yaslandım.
ikisinin de gözleri bana bakıyordu şaşkınca.
- bir şey mi oldu aykut?
bitir artık şu saçma oyunu anlamında sırıttım deniz'e. birbirimizi o kadar iyi tanıyorduk ki...
- eh madem öyle küçük sırrımızı senle de paylaşabiliriz.
- öldürecek misiniz beni?
birbirlerine bakıp ortamın ağırlığına hiç de uymayan bir kahkaha patlattılar. -
32.
+1- o nasıl söz aykut, ne saçmalıyorsun sen?
deniz anlamsızca rolüne devam ediyordu.
- her şeyi biliyorum deniz.
- güzel, bu bize zaman kazandırır. aykutçuğum doruk'un bizden küçük bir isteği var. sen anlatmak ister misin doruk?
bardağın dibinde kalan soğumuş çayı bir hamlede içen doruk söze başlamak için boğazını temizledi.
- aykut lafı çok dolandırmayacağım. sen temiz bir delikanlıya benziyorsun, öncelikle seni de bu işe karıştırdığımız için özür dileriz. fakat deniz senin bunu kaldırabileceğini düşündü.
neyi ulan neyi? deniz barbie bebek yapmacıklığında bir gülümseme oturtmuştu suratına. -
33.
+1- beni öldürmeni istiyorum senden.
odada sessizlik konuşuyordu artık. doruk ve oturduğu koltuk nedense yan dönmüştü ve yukarı doğru çıkıyordu. sorunun onda değil, benim, bayıldığım için yere doğru düşen kafamda olduğunu uyandığımda fark ettim.
uyandığım anki pgibolojimi kelimelere dökmeye dünyanın hiçbir dili yetmez. etrafıma bakındım, uyandığım zaman evimde olduğuma ilk defa şaşırdım o sabah. evet, yaşıyordum ve evimdeydim. dün yaşananlar rüya mıydı? sanmıyordum, sanki o lanetli çayın kokusu hala burnumdaydı...
deniz'i bulmalıydım. cevaplarım ondaydı. üstüme giyinip doğru işyerine yollandım. kapıdan içeri girdiğimde deniz'i 9 yaşındaki bir çocuğa, alacağı bilgisayarın özelliklerini anlatırken buldum. böylesi şeytanlar sokaktaydı, aramızda yaşıyorlardı. işin sosyolojisini sonraya bırakarak deniz'in karşısına dikildim.
- dün ne oldu?
- ne?
- dün ne oldu!!
- neden bahsediyorsun?
- doruk'tan. -
34.
+1tuhaf bir şekilde suratıma bakıyordu.
- oturup sohbet ederken bayıldın bir anda. biz de seni evine bıraktık.
- doruk nerde şu anda?
- şey, yurtdışına çıktı uzun bir süre gelmeyecek.
hadi ya?
omuzlarından tutup sertçe rafa çarptım. görevli arkadaşlar bizi izliyorlardı.
- oyun oynama benle.
- bırak beni, canımı acıtıyorsun.
- türk filmi çekmiyoruz burada, neler olduğunu anlatacaksın bana.
suratıma baktı, ilk defa bu kadar keyifsiz gözüküyordu.
- iyi bu akşam 22'de geçen gittiğimiz pub'da buluşalım.
- tamam.
çıkmak üzere döndüm ki arkamdan seslendi.
- aykut, unutma bu işe kendi isteğinle karıştın. bu dünyayı bir kez gördükten sonra istediğin anda unutamazsın.
o sırada omzumda bir el hissettim. şefti bu.
- kovuldun aykut.
- çok da gibimdeydi. -
35.
+2Devam ediyim mi kac kisi var ?
-
36.
+1içinde bulunduğum durumun iyi tarafı da buydu belki... dünyevi şeylere verdiğim önem hayli azalmıştı.
dünyayı algılama biçimim değişmişti şu son günlerde yaşanan olaylardan dolayı. insan hayatına verilen önemin ne kadar düşebileceğine şahit olmuştum. şu dünyada yaşama verilen önem bile bu kadar düşükse, neyin değeri kalırdı ki? bugüne kadar inandığım tüm değerler yıkılmıştı bir anda. hiçliğin sularında yüzüyordum sanki.. tuhaf ve hoş bir histi bu.
buluşma saatine kadar 4 paket sigara bitirdim. para durumum da sıkıntılıydı, hoş paraya değer vermesem de şu dünyada onun sözü geçiyordu. giyindim ve dışarı çıktım. eskiden olsa param olmadığı için hesabı nasıl ödeyeceğimi dert edinirdim fakat şu anda gibimde bile olmadığını fark ettim.
pub'a vardım. deniz aynı masaya oturmuştu. süzüldüm ve yanına oturdum. bardağındaki birayı süzüyordu.
sessizliğini bozmasını bekledim 5 dakika boyunca. sonunda konuşmaya başladı.
- aykut şu hayatta en değerli şey nedir biliyor musun?
- nedir?
- güçlü olmaktır.
felsefe yapmaya gelmemiştim buraya... konuşmasına müsade ettim bir süre, eninde sonunda açıklayacaktı olanları. -
37.
+1Devam et ben okuyom panpa
-
38.
+1- canından çok sevdiğin annen öldükten sonra bile ayakta kalabilmektir. annenin yası bitmeden bir gece babanın senin yatağına süzülmesine ses çıkarmadan katlanabilmektir. o tecavüzcü pisliği, hiç beklemediği bir anda öldürebilmektir güçlü olmak.
kendi kendine konuşuyordu. anlattıkları umrumda değildi, ben istediğimi hala alamamıştım.
- dinliyor musun aykut?
- ne?
dalıp gitmiştim o sırada, günahlar içinde boğulmuş iç dünyamdaki bataklıklarda yüzüyordum.
- bak, benim hikayemi anlamadan sorularına cevap bulamazsın. şimdi dikkat kesil ve dinle. bu taka girdiysen boğazına kadar batacaksın, başka yolu yok. -
39.
+3hani 2 parttı bin
-
-
1.
0Kanka telefondan girdigim icin uzun surdu
-
1.
-
40.
+1aslına bakarsanız hikaye dinlemeyi oldum olası sevmişimdir. herkesten öğrenecek bir şeylerim olduğunu düşündüğüm için de iyi bir dinleyiciyimdir genel olarak. fakat şu an içinde bulunduğumuz durum normal değildi. uzun zamandır yoksunluk çeken bir madde bağımlısı gibi cevaplara açtım. bütün bunlara rağmen önümde tek bir yol gözüküyordu..
- pekala anlat.
bardağın sonunda kalan birasını bitirdi, yeni bir sigara yaktı ve anlatmaya başladı.
bundan sonrasını deniz'in ağzından anlatacağım.
sıradan ve mutlu bir aileydik. zaten sıradanlık mutluluğu getirir bana kalırsa, en azından mutsuzluğa giden kapıları kapatır. hiçbir aşırılığa kaçmadan ölür gidersin. annem de aynen bu şekilde öldü işte. evet, mutluydu öldüğünde. 8 yaşındaydım o sırada, cenaze işlemleri süre gelirken uzun süre evde yalnız kalıyordum, bu ilerleyen günlerdeki iç yalnızlığımın bir provasıydı sanki.
ilk birkaç hafta ağlayamadım. çünkü bilmiyordum ölümü o yaşta, aklıma sokamıyordum. bir süre sonra annemin bir daha gelmeyeceğini tam olarak anladığımda artık gecelerime gözyaşlarım eşlik etmeye başladı. hıçkırıklarımı duyan babam gelir teselli ederdi beni geceleri. evet, tutunacak tek dalım babamdı o sıralar. bir gece onu da kaybetmemle beraber, rüzgarlı bir havada elden kurtulmuş uçurtma gibi savruldum.
yine hıçkırıklara boğulduğum bir gece babam geldi yanıma. artık annemin yokluğuna değil, babamın yanıma gelmesi için ağlıyordum geceleri. geldiğini görünce gözyaşlarım diniyordu kendiliğinden. yanıma oturdu, ağırlığıyla yatağı çökertti ve fizik kuralları gereği onun kucağına doğru yaslandım. okşuyordu saçlarımı, tüm sıkıntılarımı unutuyordum o çocuk aklıma o anlarda.
fakat o gün beni her zamankinden farklı şekilde okşadığını hissettim. ayrıntıya girmek istemiyorum fakat bana sakin olmamı, kötülüğümü istemediğini söylüyordu sürekli. üstümdeki giysileri çıkarttı. neler olduğunu anlamıyordum ama korktum nedense, tekrar ağlamaya başladım. o sığındığım limanı, tüm savunmasızlığımla kendimi teslim ettiğim babamı da kaybedersem yaşamamın ne anlamı kalacaktı ki? -
41.
+1babam işini bitirdikten sonra tekrar saçımı okşamaya başladı. düşünemiyordum o sırada, sanki ruhum bedenimden ayrılmış, kendimi izliyordum. algılarımı yitirmiştim. kalktı ve çıktı odadan. artık odada da, hayatta da yalnızdım. hayat, küçük omuzlarıma bu yükü yüklemeyi uygun görmüştü. önümde iki seçenek vardı, mücadele mi edecektim, boyun mu eğecektim?
uykudan kalktığımda saat öğlen 3'tü. merhametli uyku tanrıları uyandırmak istememişti beni sanki, zira uyanılacak bir hayata sahip değildim. aşağı indim, babam gazete okuyordu. dışardan bakan birisi hiçbir fark göremezdi o şeytanda, fakat bu normalliği bende tam ters bir etki yaratıyordu. içinde beslediği o canavar içgüdülerine rağmen nasıl bu kadar normal gözükebiliyordu?
- günaydın kızım.
yumruk yemiş gibi baktım suratına. uzun süredir bir şey yemediğimi fark ettim o sırada, fakat gram iştahım yoktu. canavar bunu fark etmiş gibi sordu:
- bir şeyler hazırlayayım mı?
hayatımız aynen eskisi gibi mi devam edecekti? geceleri canavara tahammül edip, gündüzleri üzerine giydiği insan postuyla mı muhattap olacaktım?
- iyi olur babacığım.
madem bir oyun oynanacaktı, ben vardım. o yaşta her çocuk babasıyla oyunlar oynardı, demek ki benim kaderimde de bu oyun vardı.
kendimi hiç olmadığı kadar güçlü hissediyordum. sanki o sabah kalktığımda 10 yaş büyümüş gibiydim. gerçekten de kaybedecek bir şeyi olmayan bir insanı yenemezsiniz, o an bunun farkına vardım. canavara karşı gelmeyecektim kesinlikle, oyun onun istediği gibi oynanacaktı bir süre. rehavete kapıldığı an, sonsuza kadar kaybettiği an olacaktı. -
42.
+1günler bu periyotta akıp gidiyordu. okuluma gidiyor, geldiğimde babamla olabildiğince az muhattap oluyor ve gece canavarla baş başa kalıyordum. son zamanlarda bir değişiklik yaşanmıştı bu olaylarda, geceleri bize bir kamera eşlik ediyordu. daha sonra bu videoları bilgisayara yüklüyordu. bu bana iyi bir fikir verdi.
yine bir gece çektiği videoyu internete nasıl yüklediğini izledim. zor bir tarafı yoktu, her çocuk gibi çabuk öğreniyordum ben de. planımın bu kısmı tamamdı. yaklaşık 3 gün içinde planımın diğer kısımlarını düşünerek, bir karara vardım. sonunda harekete geçeceğim gün gelmişti.
o gece her zamanki gibi hiç konuşmadan içeri girdi ve kamerayı kurdu. sesimi çıkarmadan yatakta oturuyordum. bu gece defalarca yaşanmıştı, neden farklı bir şey olsundu ki bugün? bu rahatlıkla yanıma doğru geldiğinde, iki elimle sıkı sıkı tuttuğum bıçağı tüm gücümle karnına sapladım.
şaşkınlıktan büyümüş gözleri üzerime kilitlenmişti. hala ayaktaydı, ellerini ellerimin üzerine koyarak bıçağı çekmeye yeltenmişti ki tüm gücümle ellerimi sağa ve sola doğru hareket ettirerek vücudunu olabildiğince haraplamaya başladım. yüzüm kan içinde kalmıştı, canavarın yavaş yavaş güçten kesildiğini hissediyordum... ellerim sıcak kanın tadına daha iyi varmak istercesine git gide daha hızlı hareket ediyordu...
sonunda yere yığıldı, ölmemişti hala güçlükle nefes aldığını hissedebiliyordum. kamerayı olduğu yerden aldım ve yakından çekmeye başladım onu.
- iyi misin babacığım?
zorlukla kafasını doğrultarak yüzüme baktı. ölümün yakınlığından dolayı duyduğu korkudan çok şaşkınlık okunuyordu yüzünden. belki de kendi kızının nasıl ona bunu yapabildiğini düşünüyordu muhteşem bir ironiyle... -
43.
+1kamerayı bizi çekecek bir şekilde yerleştirerek tekrar bıçağı aldım. üstündeki kanları saçlarına silerek temizledim. ölmesine çok az zaman kalmıştı, ona son olarak bir hediye vermek istedim. minik ellerimle bıçağı dikine boğazına dayadım ve tüm gücümle bastırdım.
bitmişti.
bütün bunları anlattıktan sonra sustu deniz. hikayedeki kız karşımdaki deniz olabilir miydi gerçekten?
- sonra ne oldu?
- daha sonra anlatacağım. yarın sabah seninle bir yere gideceğiz.
- nereye?
- gidince görürsün, bugünlük bu kadar.
hesabı ödedi. oturduğum yerden kalkamamıştım hala.
- gelmiyor musun?
güçlükle kalkarak yürümeye başladım yanında.
- insanları öldürmeye babanla başladın demek?
cevap vermedi. bu sefer onun istediği gibi yürümeyecekti muhabbet.
- anlatsana deniz, normal bir şey olduğunu mu sanıyorsun bunların?
- bir normaldir tutturmuş gidiyorsun. yarın senin normal algını değiştireceğim belki böylece kafa ütüleyemi bırakırsın.
hızlanarak beni geçti. hafifçe koşarak yanına ulaştım tekrar.
- bütün bunları polise anlatmayacağımı nerden biliyorsun?
- doruk'u öldürdüğünü polisin bilmesini istemezsin değil mi?
- ne saçmalıyorsun?
- parmak izlerin, terin, saçların... maalesef bayıldığın anda bunları almak pek kolay oldu. eh doruk'un cesedinin de bir yere gitmeye acelesi olmadığına göre şahitlik yapabilir pekala. -
44.
+1bir şeytanla yan yana yürüyordum...
hiçbir şey söylemeden evimin sokağına saptım ve eve geçtim. üstümdekileri çıkarmadan yatağa uzanıp düşüncelere daldım. yarın ne gösterecekti bana deniz? babasını öldürdükten sonra hayatını nasıl yoluna koyabilmişti ayrıca? ve her şeyden önemlisi deniz gibi kaç kişi dolanıyordu sokaklarda?
kabuslar içinde bölük pörçük bir uykuyla 9 gibi kalktım. zombi gibi hissediyordum kendimi, aç olmama rağmen iştahım yoktu. kahvemi yudumlarken telefonun çalmasıyla tüm bilişsel fonksiyonlarım yerine geldi. evet, bugün büyük gündü.
- alo?
- hazır mısın?
- evet.
- iyi 5 dakikaya geliyoruz.
kapandı. " geliyoruz " da neydi?
aşağı inip bir sigara yaktım. o anda köşeyi dönen lüks bir araba durdu önümde. içeri sigarayla girip girmeme tereddüdü yaşadıktan sonra içim parçalanarak veda ettim sigarama. arka kapı açıldı, deniz içerdeydi.
- gel.
girdim, şoförün kim olduğuna bakmak isterken hayal kırıklığına uğradım, zira arada bir bölme vardı. -
45.
+1- arabayı kim kullanıyor?
- ben de bilmiyorum.
- nasıl ya?
- fazla kişinin kimliğini bilmem ki.
ne diyordu bu kız allah aşkına?
nereye gidiyoruz peki?
- gittiğimiz yeri de bilmiyorum.
- ya sen benle dalga mı geçiyorsun?
bunu söyledikten sonra aklıma absürd şekilde " salak yemin ederim gerizekalı bu çocuk " 'daki " ya sen beni niye çağırdın " repliği geldi aklıma...
- karargah değişir sürekli, biz de bilmeyiz yerini çoğu zaman.
- ne karargahı?
- gideceğimiz yerde anlatılacak aykut sakin ol.
- bana bak beni bulaştırma pis işlerine.
- daha ne kadar bulaşabilirsin ki aykut?
haklıydı. kendim istemiştim bu durumu...
şehir dışına çıkmıştık artık. arada tek tük lüks villalar kurulmuştu, ormanlık arazinin kesilip özel mülk yapıldığı yerlerde. bu villalardan birinin önünde durdu araba. tadına doyamadığım sigaramı tekrar yakıp etrafı süzmeye başladım. o sırada şoför de arabadan indi.
- bana bak kimsiniz ulan siz?
diyerek hiddetle üzerine yürüdüm. hiç sesini çıkarmadan ceketini hafifçe kenara atarak kemerindeki silahı gösterdi. elimde olmadan ürkmüştüm. şoför eve doğru ilerleyerek deniz'e eliyle gel işareti yaptı.