+1
-1
Her devirde ve her insan toplumunda var olan eğitimin konusu, mükemmel
olmayan, mükemmelleştirilmek için eğitilen insandır. insan, eğitime muhtaçtır,
eğitilmeye yeteneklidir ve bunun için çabalar. Yâni insan gelişime açıktır.
Eğitim, insanın içinde var olan yatkınlıkları büyüme ve olgunlaşma sırasında
uyarmak ve olumlu yönde desteklemektir. Bunun için yetişkinlerin çok yönlü yardımlarının
yanı sıra, kişinin gelişimine uygun bir de “çevre” veya öğrenme ortamı
gerekmektedir. Eğer bu çevre iyi düzenlenirse, öğrenci, fazla bir yabancı yardıma
ihtiyaç duymadan kendi biyolojik ve sosyal varlığını ortaya koyabilir. Bir kişinin
kendini şekillendirmesinde, kendi şahsiyetini ortaya koymasında içinde yaşadığı
toplum ve kültür çok önemlidir.
Bugün dünyanın çeşitli toplumlarında ve farklı bilim alanlarında değişik insan
anlayışları vardır. Antropolojinin, Felsefenin, ilahiyatın insan anlayışları farklı
olduğu gibi, gerek tarih içinde derinlemesine gerek dünya üzerinde genişlemesine,
farklı çağlarda ve toplumlarda değişik insan anlayışları ve dünya görüşleri, değişik
eğitim amaçları ve sistemleri ortaya çıkarmışlardır.
insan, oluş halinde olan, gelişen, değişen bir varlık olduğu için eğitim insanın
etkilenebilirliğinden yararlanmakta; onun davranışlarını istediği gibi düzenlemekte
ve değiştirmektedir.
Eğitim olgularını tasvire, temellendirmeye ve bir sistem içinde ortaya koymaya
çalışan Eğitimbiliminin salt tecrübî mi, yoksa normatif mi (belli kurallara göre
olması gereken) olması gerektiği noktasında birçok tartışmalar vardır. Normatif
eğitim de, toplum değerlerinden kurtulmuş bir sosyal değişme aracı olarak görü-
len eğitim de aynı oranda sakıncalar taşımaktadır.
ilkçağlarda eğitim, politikanın içinde görülüyordu. Eğitim ve politika da
Felsefenin ana kısımlarından idiler. Ancak Yeniçağ başlarında eğitim politikanın
konusu olmaktan kurtuldu; sadece vatandaş olarak politikayı ilgilendirmeye baş-
ladı. Felsefenin bir kısmı olarak politika ve eğitim birbirlerinden ayrıldıktan sonra
Kant, Herbart, Schleiermacher, Pestalozzi, W. von Humboldt gibi düşünürler, eğitimi
Felsefenin içinde düşündüler. Ancak Herbart akımına mensup düşünürler
eğitim ile felsefeyi birbirinden ayırdılar. W. Dilthey ve arkadaşları eğitimi bir “Eğitim
Bilimi” haline getirirken, H. Nohl, eğitimi bağımsız bir bilim haline getirdi.
insan ile meşgul olan birçok “beşeri” bilim vardı. Sosyoloji, insanları toplumlaşma
yönünden; Pgiboloji, ferdî özellikler açısından; Biyoloji, bir canlı beden
olarak; Tarih, bilinçli bir geçmiş yaratan varlık olarak; Antropoloji ve Ahlâk insan
hareketleri açısından inceliyorlardı. Gerçi eğitim de insan hareketleriyle meşgul
oluyordu ama burada insanı iyiye, mükemmelliğe doğru zütüren eğitsel hareketler
söz konusu idi. Eğitim genel olarak insanla değil, belirli bir ortam içindeki çocuklarla
ve gençlerle meşgul oluyordu.
Laiklik vasıtasıyla Ortaçağın dinî baskılarından ve düzeninden kurtulan eğitim,
Hegel’de, Marx’da ve Nietsche’de de zaten felsefe ile birbirine karışmadan yan
yana duruyordu. Çünkü eğitim, insanı mükemmelleştiren, insan ruhunun, zihninin
ve vicdanının gelişimini sağlayan bir faaliyet olarak görülünce, insanın her
yönünü belirleyen felsefî düşünceye pek gerek kalmıyordu.
Felsefeden kopma ve bağımsızlaşma çalışmaları sırasında tecrübî araştırma
(Locke, Rousseau), tecrübî antropoloji (Kant), tecrübî pgiboloji (Trapp) olarak gö-
rülen eğitim, bir ara pratik felsefe (ahlâk) ve tarih felsefesi olarak tekrar geriye
döndü.
Eğitim, genç kuşakları yetişkinlerin elinde yetiştirmek, topluma ve geleceğe
kazandırmak için bir araçtır. Ancak saf deneysel ve faydacı eğitim yönünde gidilirse
kişiyi mükemmelleştirme ve bağımsızlaştırma görevini yerine getiremez.
Eğitimde her zaman toplum ve kişi çıkarlarını gözeten yüksek amaçlar olmalıdır.
Yoksa o, insanları herhangi bir efendinin elinde hizmetçi yapacak bir araç durumuna
gelebilir.
Felsefeden bağımsızlaşan ve normatif eğitime, dolayısıyla felsefeye zıt giden
eğitim akımı artık durdu. Dilthey’in ve öğrencilerinin kültür ve toplum bilimine
dayanan eğitim anlayışları ile Kant ve Marx’ın izleyicileri Habermas, Popper,
Albert, Brezinka, Roeder vs. tekrar eğitimin felsefesi üzerinde düşünmeye ve tartışmaya başlamışlardır. Hatta Derrida, Deleuze, Foucault gibi çağdaş filozofların
eserlerindeki en önemli konulardan biri her zaman bilgi ve eğitim olmuştur.
Eğitim bugün bir bilim olarak, bilimler sınıflaması içindeki yerini almıştır.
Bilimler bugün iki grupta toplanmaktadır. Birisi gerçek tecrübe alanında konuları
olmayan, saf biçim ve soyut yapı olarak inceleme yapan Mantık, Matematik gibi
formel bilimler; diğeri de tecrübî gerçeği, tabiatı, insan hareketlerini, toplumda ve
ekonomik hayattaki yapı ve yasaları inceleyen gerçek (reel) bilimler. Bunlar Fizik,
Kimya, Astronomi, Biyoloji, Tıp gibi tabiat bilimleri; Tarih, Din, Dil, Sanat gibi
manevî bilimler, kültür bilimleri, sosyal ve iktisadî bilimlerdir. Eğitim bugün somut
gerçek bilimleri arasındadır.
Ana gerçeği, bütünü çeşitli yönlerden kendilerine has metodlarla inceleyen
bu bilimlerden farklı olarak Felsefe, ana gerçeğin kendisini, bütünlüğünü bozmadan
inceler ve anlamaya çalışır. Bu arada bütün bilimlerin ulaştıkları sonuçları
toplu olarak değerlendirip sentezlere sokarak onlardan da faydalanır.
Pitagoras’a kadar tabiatın neden meydana geldiği üzerinde teori ileri sürenlere
bilge (“sofist”) deniyordu. Pitagoras “bilgelik” vasfının sadece Tanrıya ait olabileceğini,
kendisinin olsa olsa bir bilgi ve hikmet dostu (“filosofos”) olabileceğini
söylemişti. O günden bu güne Felsefe, gerçeğin ve doğrunun ne olduğunu tartış-
masız olarak ortaya koyabilmiş değildir. Dünya ve evrenin, her şeyin gerçek sırrı
insanların kolayca anlayabilecekleri kadar açık değildir; ama düşünen ve araştıran
bir insan için de tamamen gizli, kapalı değildir. Bugün bütün bilimler ve felsefe,
hâlâ bu ana gerçeğin sırrını açık olarak çözememişlerdir
Felsefe, ne 19. yüzyılda Hegel’in savunduğu gibi mutlak bir bilim, ne de
Comte’un anladığı mânâda bilime düşman bir düşünce biçimidir. Ancak felsefe,
dünya gerçeğini “boş bir levha”ya (“tabula rasa”) benzeyen saf bir aklın elde edemeyeceğini,
düşüncenin, eleştirinin, hatta düşünmenin, kendi üzerinde düşünmenin
(refleksiyon, teemmül, tezekkür) şart olduğunu ortaya koymuştur. Dünyada
gördüğümüz, yaşadığımız her şeyi akıl ve mantık ile temellendiremiyoruz; saf
akılcılık da akıldışıcılık da bir yanılgıdır.