/i/Hikaye

Herkesin bir hikayesi var, ya senin hikayen nedir?
  1. 1101.
    +3
    Öğlene doğru uyandım..

    Ruh gibiyim.. tuhaf bir durgunluk var üzerimde..

    Savaş öncesinde coşan, bağırıp çağıran, trampet çalan, ama düşmanla yüzleştiğinde derin düşüncelere dalan, belki korkan, hayatı gözlerinin önünden geçen askerler gibiyim…

    Durgun…kafamda, belirsiz, sürekli dönüp duran, asla netleşmeyen ve belirgin olmayan düşünceler var..bir anlamda, hiçbir şey yok gibi yani…boş…dolu, ama boş..

    Duş aldım.. sonra odamda ve evin içinde amaçsız amaçsız dolandım.. yastığı filan düzelttim, tabak çanağın yerini değiştirdim.. perdenin orantısını ayarladım.. duvarlara dokundum..bir gidip, buzdolabının kapağını açıp, amaçsız amaçsız içine bakmadığım kaldı yani…öyle, saatlerce saçmaladım…

    Çıkmak için giyinmeme az bir vakit kala, o saate kadar gözükmeyen ama banyoda, mutfakta yaptığı tıngırtıyı duyduğum tolgaya bir uğradım, odasına girdiğimde, onu da giyinirken görünce kalbim yerinden sıçradı bir an, sonra gırtlağımdan sekip geri düştü kaburgalarımın arasına,

    “aga.. naber.. nereye?”

    “iyi yavrum.. günaydın(!) :p cansuyla buluşucaz ya, şimdi sınav zamanı pek görüşemeyiz filan diye, son son bir takılalım dedik”

    “ha..i..iyi etmişsiniz..” dedim soluğumu kontrol etmeye çalışarak..

    “senin kızla takılmıcan mı sen? gerçi siz aynı bölümsünüz, her türlü görüşürsünüz (:”

    “e..yok.. evdeyim ben bugün..” dedim heyecanımı yenmeye çalışarak.. kendi kendime, sanki bataklığın birinde debeleniyor gibiydi konuşmalarım..”

    “hee..iyi o zaman.. akşama görüşürük (: ..iyi misin lan sen?”
    “iyiyim aga” dedim, “nasılsın asker” diye komutana “sağ ol” çeken erler gibi..

    “aferim.. akıllı ol..;)”

    Zorlukla kendimi odama attım.. kalbimin gümbürdemesinin susması için bir iki dakika daha gerekti..

    Yok.. tabi ki bir tesadüftü bu…tabi ki tolga değil, olamaz…kimse bu kadar soğukkanlı değildir…mümkün değil tsigalko…salaklaşma..

    Biraz sonra, ben de giyindim..

    Saat buçuğa geliyor.. anca varırım..

    Sakin olmalıyım..

    Sakin..
    Dizlerim zangırdaya zangırdaya çıktım evden.. yürüdüğüm yol, sanki koşu bandıymışçasına, beni geri geri itiyordu..

    Hayır, beni esir alan duygular, korku ve benzerleri değil…bambaşka bir şey bu…

    iki kere ezilme tehlikesi atlattım karşıdan karşıya geçerken.. trafoya çarptım, insanlara da tabi.. sanki evren, bütün gücüyle bana
    “gitme oraya tsigalko” der gibiydi…ama mecburum…tüm bunları sona erdirmek için.. buseyi, beni ve aşkımızı kurtarmak için, bu ilk, tek ve son şansım…dönmek yok…ölmek, öldürmek var, ama dönmek yok…

    Bu oyunu bozmak gerek…kuru lafla yiğit olunmuyor.. yiğit gibi meydana çıkıp savaşmak gerek..

    Buluşma yerine yaklaştıkça, daha da beter üzerime gelmeye başladı dünya.. kıyılardan, köşelerden yürüyorum…sanki korkması gereken, kabahati işleyen benmişim gibi, insanlardan saklanıyorum..

    Belki yol üzerinde bile karşılaşabilirdim malum kişiyle…yo..bu olmamalıydı..

    Sonra saatime baktım tekrar…on dakika vardı..

    Fazla mı erkenciyim?..

    Kendimi yol üzerindeki dükkanlardan birine attım.. ilgi alanlarımla alakası olmamasına rağmen, dakikalarca bebek kıyafetlerini, oyuncaklarını inceledim, bilgilendirmeden ziyade, muhabbete gelmiş gibi duran çalışan kızla konuşmayı kısa kestim, arka reyonlara ilerledim..o da beni , gergin hallerimden de aldığı ilham ile, “küçük kardeşini bir kaza sonucu kaybeden ve nostalji yapmakla meşgul travmalı abi” filan zannetti muhtemelen.. kendi halime bıraktı..

    Oyalanabildiğim kadar oyalandım dükkanda.. çıktığımda, saat beşi biraz geçiyordu..

    Genişçe bir mekan olan buluşma yerine, en az tercih edildiğini düşündüğüm taraftan giriş yaptım..

    Bulunduğum yeri, tam bir daire gibi kabul edip, en kıyısından itibaren ilerlemeye başladım.. mutlaka ama mutlaka, ilk gören ben olmalıydım.. hatta mümkünse, o kişi, ben ensesine yapışana kadar göremesindi beni..

    Vücudum yine alev almıştı.. eğer biraz kasarsam, belki de ateş topu saldırısı bile yapabilirdim düşmanıma..

    Attığım her adımı reddeden yer çekimine karşı mücadele ede ede, biraz daha ilerledim geniş meydanın kenarlarından.. insan kalabalıklarını kullandım kamuflaj için..
    son bir part daha atıp bu gecelik bitirelim panpalar
    Pff..lan çok mu yüzeysel bir tarif olmuştu buluşma yeri?..keşke daha spesifik bir yer söyleseydim.. şimdi, binlerce metrekarelik bu açıklığın her yerinde olabilirdi malum kişi..hem, beni, ben fark etmeden gördüğü takdirde rahatça da sıvışabilirdi..

    Bu düşünceler zihnimi yaftalarken..

    Birden bire..

    Gördüm..

    Ama profilden..

    Aslında o kadar bile değildi..

    Göz ucuyla bile diyemem…

    Ya da gayri ihtiyari..

    Banklardan birinin önünde.. devasa ağaçlardan birinin altında.. ayakta dikilmiş…bir sokak lambası gibi hareketsiz.. dalgın…kuzguni saçları rüzgarda uçuşup yüzünün , teninin büyük bölümünü perdeleyen.. üzerinde tanıdık kıyafetleri, ayağında bildik ayakkabıları olan..

    Hayır…hayır…hayır hayır hayır…..hayır sen olma….yalvarırım sen olma….lütfen….sen olma…

    Aniden, sanki bir mızrak göğsüme, gövdeme saplanmış, sonra da delip geçmiş, giderken ise, bütün iç organlarımı zütürüp, geriye, boş, kof bir beden bırakmış gibiydi..

    Yola kapaklanmadığım için şanslı sayılırdım.. dizlerim, istemiyordu çünkü geri kalanımı taşımayı.. sendeledim.. gözlerime buğular hücum ederken, rüzgar, uzun, güzel, dokusunu benim de gayet iyi bildiğim ipeksi saçlarını havalandırıp, iyice soluklaşmış yüzünü ve boş bakan gözlerini, gözlerimin önüne serdi düşmanımın.. sanki yeterince kanıt vermemiş gibi.. şimdi apaçık önümdeydi…

    Zorlukla kendimi kenara attım.. parktan çıktım, yan yolda bir süre körlemesine ilerledikten sonra bir duvara yasladım kendimi güç bela.. içime çektiğim nefes, kor gibi cızırdadı, dayanamadım..bir hıçkırık takıldı boğazıma.. gitmedi oradan.. ayıramadım…göz yaşları yanaklarımdan aşağıya yuvarlanmaya başlarken, hınçla sıktım dişlerimi.. yüzümü döndüğüm duvara, ellerimi, alnımı sürttüm, rendelemek ister gibi.. deliler gibi..

    Deli gibi…

    O an, o saniye, işte artık ben de bir deliydim…sadece, o sırada yoldan geçmekte olup, “ne yapıyor bu böyle?” şeklinde soru baloncukları edinen insanlar için değil, kendim için de bir deliydim…insan, deli olduğunun farkında olur mu hiç?

    Oluyormuş işte…sarhoş olduğunu kabul eden sarhoş gibi..

    Devrelerim yanmış bir halde, ağlaya inleye, arada tuhaf, boğuk hırıltılar da çıkararak, ara yollara girdim.. evime gitmeliyim…evime gitmeli, ve korkunç, ölümcül, acımasız, “”yalan!”” dünyadan kendimi sakınmalıyım…korumalıyım kendimi…çünkü evet.. korkuyorum…çok korkuyorum allahım…deliriyorum.. hayattan, insanlardan, şu saniye attığım adımdan, ayakkabımın tabanının asfalta basışından, köşe başındaki simitçinin bağırışından, çöp tenekesinin etrafında konuşlanmış kendi halindeki kedilerden, camdan sarkmış, sokağa nanik yapan küçük çocuktan..

    Herkesten, her şeyden korkuyorum artık…böyle bir dünyada, böyle insanların arasında..”insanların arasında” yaşıyor olmaktan,
    “yaşıyor olmaktan” korkuyorum…nefret ediyorum…iğreniyorum…yürüyemiyorum…düşemiyorum da..keşke düşsem şu yolun ortasına…ah keşke…ve geçmekte olan bir otomobil de beni ezse…tüm bu kabus burada bitse..

    Nasıl yürüdüğümü bilmeden, neredeyse önümü bile görmeden eve vardım.. kendimi odama sakladım, yumruk yapmaktan bembeyaz kesilmiş ellerimle kızgın kalorifer borularını kavradım.. yatağa savurdum sonra da kendimi.. manyak gibi yorganı, yastığı sıktım…

    Çıkmadı.. çıkmıyor o boğazıma yapışan, oturan o yumru…çığlık…bir türlü bağıramadım…bağıramıyorum….içimde bir donanma, baskına uğramış yanıyor, beynimin içinden Sezar, “sende mi brütüs?” diye bağırıyor…

    Ama ben bağıramıyorum…inanamıyorum…

    O gün, o saatte.. orada.. üzerinde tanıdık yün hırkasıyla put gibi dikilmiş, gizemli ziyaretçisini beklemekte olan kişinin nilay olduğuna hala inanamıyorum…
    Tümünü Göster
    ···
   tümünü göster