/i/Sözlük İçi

sözlük içi.
  1. 1.
    -4
    Benim için çok önemli sizlerin yorumları, rica etsem okur musunuz?

    15 Temmuz... Muazzam bir kurgu ve oyunculuk, eşi benzeri görülmemiş bir tuluât. insanlarımızın ustalık eseri âdeta. Ve hepsinden önemlisi, insani gerçeklikten koparan o hazin zuhuratlar... öylesine inandırıcıydı ki, mahlası "Biz" konan kitlelerin sahici oldukları yankısı uyandı zihnimde. Biz'in vahim, âcizane ve naçizane heyûlalarını -ki mukaddes Türk insanı karşısında hepsi, elbet bir gün geldikleri gibi gideceklerdir- nüfus cüzdanının ücra köşelerinden silmek ve nüfus cüzdanını hüviyete evirmek gayesinde olan namuslu Türk aydınının ülküsüne erdiğine inandım. inandım ki, artık meyve yeme vakti. Meğer, salıncağa her binen çocuk ile beraber, saklandığını hayal eden o cenap, münis, sessiz, safderun; ve mahcup doğan sokak çocuğunun sallanışı kadar dahi gerçek değilmiş benim masum inancım. Ancak, pek alicenap, heyhat!

    Ayrıyız, gayrıyız... yeri geliyor, herkes yakınıyor ayrılıktan. Özelikle de halkçılar. Halbuki önce onlar ayırıyorlar bizi. Halk, ve halkçılar. Güdülenler ve güdenler. "Ne halkçılığı? Halk kim? Halkçıyım demek, halktan değilim demek. Ama lütfen, tahtımdan iniyor ve o pespaye, o bedbaht insanlara yaklaşıyorum. Aman efendim, kerem buyuruyorsunuz... "

    Halkçı, birleşmek ister. Can-ı gönülden ister hem de. Ancak sallanmaktan da vaz geçemez bir türlü. (Bizimkiler nadiren kerem buyurur, iner salıncaktan. Avrupalılar şemsiyeleri ile gezerler. Ancak yine de mukaddestir Avrupa, canı sıkılan oraya kaçar... ) Halk, birleşmek istemez. Vahdet zaten mevcut, bir diğerini kim ne yapsın? Halk bilir. Bilir ki -O hariç- her şeyin bir sonu vardır. Ancak son, sonsuzdur. Halk, ayrılığın son bulmasını ister. Son bulmasını, yani bir daha başlamamasını. izzet-i nefsi fevkalbeşer kişi, kameralara karşı yardımsever; halka, yani zâtından olmayana karşı sarfınazar ile yaklaştıkça, bive-i bakirin bas'ü bad'el mevt rüyası, Enver Paşa'nın ki ile benzer şekilde sonuçlanmaya hüdayinabittir.

    Sevmek, duyguların en mukaddesi. Hayat, Allah'ın Resûlünü sevmesi ile başlar. O olmadan feveran eder miydi mülhem aydınlıklar?

    Biz, açız. Halkı da, halkçısı da sevgiye aç ve muhtaç. Ancak onu her buluşumuzda sermest bir şikemperver edası ile atlıyoruz üzerine. Ve sevgi, ne olduğunu dahi anlamadan geçiyor kursağımızdan. Behemehâl, kadirşinas bir aydın çıkıyor "Aydınlık"tan ve bir feryat, bir figan. Kılıçlar kuşanılıyor, süngüler; hiç kullanılmamak üzere tüfeklere takılıyor. Çizmeler giyilip, zırhlar da kuşanılıyor. Ufak bir tiyatro oynanıyor. Aynı kutuplar yaklaşıyor birbirine bilinmeyen bir kudret ile. Ancak bu sefer de fiziğin azizliği giriyor işin içine. Ne kadar yaklaştı iseler, iki katı uzaklaşıyorlar birbirlerinden. ikisi de pek nazende. Halkçı, sıkılmamış bu birleşip ayrılmadan. Zannımca, bu kadar tahammülü mazluma!

    Oyuncu, rolününün vehametini ne kadar inandırıcı oynarsa oynasın, gerçek nezdinde daima yalancıdır. Gerçek, yalındır. Doğrunun ayrıntıları olmaz. Küsurati olmayan nadir gerçeklerden biri: "Biz kardeşiz." Peki, O gün? Tarihin en teferruatlı sayfası. Bir olmadiktan sonra birlik, birlik olamadıktan sonra "bir"lik neye yarar? Niçin kıymeti hep kaybedince fark etmeye mahkumuz? Birbirimizi kaybedince mi bulacağız? Yaşamdıktan sonra yaşamanın ölen için mahiyeti ne?

    O gün, tamamen gerçek idi. Tezahürü ise, iliklerine kadar yalan...
    ···
   tümünü göster