1. 1.
    -1
    doğan, 1970 yılının şubat ayında fransa’nın farébersviller bölgesinde doğdu...
    1969 yılında afyon’un baştepe köyü’nden gelen babası celil’in freyming-merlebach maden işletmelerinde zor şartlarda çalıştığını küçük yaşlarda fark etti. ve kendisinin böyle bir çalışma ortdıbına girmemesi gerektiğini düşündü.
    zeki ve çalışkan olmasına rağmen “yabancılara karşı takip edilen politikalar nedeniyle” kolej sıralarında yolu kesildi ve sanat okullarına yönlendirildi. böylece yüksek tahsil yapma beklentisi kendi isteği dışında engellendi.
    17 yaşında, mermer gibi sert cisimleri şekillendirmek üzere bir eğitime başladı. başarısı dikkatleri çekti. sanat okulundan mezun olduktan sonra öğrendiklerine kendi fikirlerini de ekleyerek dikkat çeken eserler üretmeye başladı. kısa zaman içerisinde bölgenin belediye başkanı yaptığı güzel çalışmaları fark etti. teşvik için ona bir atölye verdi ve iş tekliflerinde bulundu. o şehrin önemli yerlerindeki boş duvarlara pencere ve doğa görüntüsü verdi. emeklerinin karşılığını almak suretiyle güzel para kazanmaya başladı.
    bir gün atölyesinde çalışırken yanına daha önce hiç tanımadığı bir kişi geldi :
    - ben fas’lı bir öğretmenim. bu bölgede görevliyim. çalışmalarınız dikkatimi çekti. sizi tebrik etmeye geldim.
    bu sıralarda doğan’la tanışmak için gelenlerin sayısı da oldukça fazlaydı.
    babası emekliye ayrıldıktan sonra küçük bir mağaza açmıştı. zaman zaman da doğan’ı atölyesinde ziyaret ediyor ve böylece gelişmeleri de yakından takip ediyordu. kendisine gösterilen ilgilerin çokluğundan olumsuz etkilenmemesi için ona uygun bir dille öğütler de veriyordu.
    aradan birkaç gün geçmişti. faslı öğretmen atölyede çalıştığı bir sırada tekrar yanına geldi.
    - doğan bey, kolay gelsin. ben sana bir teklifte bulunmayı düşündüm.
    “söyleyeyim mi, söylemeyeyim mi ? “ diye uzun uzun düşündüm. ve seninle konuşmaya karar verdim. yani kabul edersen seninle ortak olmak istiyorum.
    doğan, kendisine yapılan bu teklife bir anlam veremedi.
    - dostum, benim yaptığım bu işten sen anlıyor musun? birkaç gün önceki
    konuşmalarına göre biliyorum ki anlamıyorsun... uzun süre sizinle dostluğumuz da yok. yani birbirimizi iyice tanımıyoruz. benimle neden ortak olmak istediğini de anlayamadım. sonra yaş itibarıyla senin gibi tecrübem de yok. yani nereden bakarsam teklifine cevap vermem güçleşiyor. ben burada yalnız da değilim. bu gibi şeylerin riskini ilerde taşımamak için fikir alışverişinde bulunacağım ve sorumlu olduğum kişiler var... onlara yani anama, babama ve eşime sormam lazım...
    faslı öğretmen aldığı cevaplardan memnun görünmüyordu :
    - elbette annene, babana ve eşine sorabilirsin... birkaç gün sonra ben seni tekrar ziyaret etmeye geleceğim. şu an hemen karar vermek zorunda da değilsin... acelesi yok yani...
    doğan akşam üzeri olup bitenleri babasına anlattı. babası :
    - oğlum işin içerisinde bir bit yeniği var... bu adama dikkat etmelisin! düpedüz bu
    adamın “senin kazandıklarında” gözü var... sonra bu bir öğretmen. yaşça da senden büyük... ben uzaktan tanıyorum. görünüşüyle bu herif sağlam bir pabuca da benzemiyor...
    - yani... baba bu adam gelince kabul edemeyeceğimi bildireyim, değil mi? zaten
    ben kabul edilemeyecek bir teklif olduğundan da daha önce ona bahsetmiştim.
    - elbette oğlum... şu zamanda insanlara güvenilmiyor ki... i̇nsanın en yakınından
    dahi hayır gelmiyor... adamın yüzüne gülüp arkasından kuyusunu kazıyorlar. en
    iyisi tatlı dille başından uzaklaştır gitsin!
    - tamam baba... senin dediğin gibi yapacağım.
    birkaç gün sonra fas’lı öğretmen şehir merkezinde bir duvara resim yaparken doğan’a :
    - kolay gelsin sanatkâr adam... müthiş bir çalışma... ben hayatımda böyle bir
    çalışma görmedim. seni kutlamamak imkansız...
    doğan içini okşayan iltifatlarla dolu bu sözler karşısında merdivenden inerek onunla tokalaştı...
    - çok güzel sözleriniz için size teşekkür ediyorum hocam...
    doğan’a iyice yaklaşarak yumuşak seslerle :
    - sevgili doğan, sanatkârların haklarını her ne şekilde olursa olsun vermek lazım.
    bu da yerinde tespitlerle olur... i̇şte ben seninle ortak olmayı da bu sebeplerle istiyorum. ve şu an bunun için yanındayım. annenin ve babanın görüşlerini aldın mı?
    doğan kendisine ortaklık teklifinde bulunan bu şahsın tavırlarından da olumsuz etkilenmişti.
    - kusuruma bakma hocam, teklifinizi kabul etmem mümkün değil... zaten böyle bir
    insana ihtiyacım olsa benim iki erkek kardeşim var... önce onları çağırırım...
    faslı öğretmen :
    - sevgili doğan senin gibi değerli bir insanın kusuru olur mu hiç... bu cevabına
    oldukça saygı gösteriyorum. ayrıca sana hak da veriyorum. elbette bir adama
    ihtiyacın olsa, öncelikli olarak kardeşlerini seçmen kadar doğal bir şey olabilir mi?

    doğan olumsuz cevabının böylesine “nazikçe ve anlayışla” karşılanmasına oldukça şaşırmıştı. i̇çinden “böyle güzel sözlerin sahibi bir insan asla kötü olamaz... ” diyordu. ona :
    - sevgili hocam... beni utandırdınız. sağ olun varolun. sizin gibi değerli bir insanı bundan sonra atölyeme çay içmeye davet ediyorum. arada sırada gelirseniz beni ihya etmiş olacaksınız.
    - pekiyi sevgili doğan, seni şimdi daha fazla rahatsız etmeyeyim. i̇şinden
    gücünden alıkoymayayım. i̇nşallah en kısa zamanda tekrar görüşürüz. kolay gelsin... hoşça kal...
    doğan aynı gün, akşam üzeri eşi ve çocuklarıyla; annesini, babasını ve kardeşlerini ziyarete gitti. onlara olup bitenleri anlattı... yaptığı işlerden bahsetti. fas’lı öğretmenle aralarında geçen konuşmalardan söz etti.
    - baba! fas’lı öğretmen tahmin ettiğimiz gibi değilmiş... ortak olarak kabul
    etmeyeceğimi söylediğim zaman anlayışla karşıladı... yani “ortaklık teklifi” böylece kapanmış oldu.
    aradan günler geçtikçe doğan’ı taltif edenlerin sayısı oldukça artıyordu. babası bir yakınlarının ölümü dolayısıyla afyon’a gittiği bir sırada faslı öğretmen doğan’ı bölgenin en ünlü bir lokantasında yemeğe davet etti. o da bu daveti kabul etti... oraya gittiğinde aşçılara kadar bütün lokanta çalışanları ve faslı öğretmen onu kapıda karşıladılar. i̇çerisi loş bir şekildeydi... üzerleri mumlarla ışıklandırılmış sadece kuş sütünün bulunmadığı masalardan birinin en güzel bölümüne, iltifatlarla doğan oturtuldu. şampanyalar patlatıldı... kadehlere konulan içkiler tabakların etraflarına dizildi.
    lokanta görevlileri şampanyaların ve şarapların kalitesinden bahsederek :
    - doğan bey, içkilerimizden ve yemeklerimizden memnun olacağınızı umuyoruz.
    faslı öğretmen kadehini kaldırarak :
    - haydi sevgili doğan bey, yaptığınız güzel çalışmalar ve yüksek sanatınız şerefine!
    doğan :
    - hocam ben içki içmiyorum... hiç hayatımda içmedim... böyle yerlere de alışık
    değilim. normal olarak ben lokantalarda yemek yemiyorum. ama senin hatırın için ilk kez buraya geldim.
    - aaaaaa... sevgili doğan senin gibi büyük bir iş adamı, bir gün için, böyle güzel
    bir ortamda benimle şu güzel şampanyalardan ve şaraplardan içse ne olur sanki? haydi... haydi isteğimi geri çevirme aydın insan! al kadehi eline...
    sonra fısıltı halinde :
    - bak herkes bize bakıyor... çaktırmadan sen içmene bak...
    doğan kadehlerden birini eline aldı. elleri ve ayakları titriyordu. ağzına bir yudum aldığı an tiksinti duyar gibi oldu. sonra yemek arası normal bir şekilde içmesini sürdürdü. bir ara ağzında kelimeler dağılırmışçasına faslı öğretmene :
    - sevgili öğretmenim ben artık içmeyeceğim şu meretten... haram yahu... bana
    zorla içirdin. sonra sen de müslümansın... hem kendin günahkâr oldun, hem de beni günahkâr ettin! bak gördüğüm kadarıyla sen benim gibi sarhoş da değilsin... başım dönüyor yahu. şimdi ben evime nasıl gideceğim?
    - sevgili doğan bey, sevgili dostum... biz burada ne güne varız. taksi çağırırız olur biter... seni böyle yüzüstü bırakır mıyız hiç?
    - o da doğru ya? pekiyi beni bu kafayla hanım ve çocuklarım nasıl karşılayacak?
    - doğan bey sen erkek adamsın be... sen taşlara nasıl şekil veriyorsun? aklınla ve
    hünerlerinle... elbette buna da bir çare bulursun! sonra ... sarhoştan herkes korkar...
    bağırdın mı olur biter!
    - doğru ya ben erkek adamım... evin reisi benim... bağırdım mı olur biter!
    - bravo doğan bey!
    doğan tirit gibi sarhoştu. taksiyle evine geldiği sırada saat 03.00’ü bulmuştu. eşi merak içerisinde kalmıştı... kayınvalidesine “yanlış anlaşılır düşüncesiyle” telefon dahi açamamıştı. doğan : “hanım... hanım... ” diye bağırdığı sırada cebinden taksi şoförüne vermek üzere para çıkarmaya çalışıyordu... eşi kapıyı açtığı sırada erdoğan şoföre 500 frank uzattı ve “üstü kalsın” dedi... fransız şoför :
    - beyefendi biz halka hizmet ediyoruz. siz sarhoşsunuz... yani ne yaptığınızın
    farkında değilsiniz... “borcunuz, gece tarifesi olarak 50 frank... alın şu 450 frank’ınızı... “ dedi... ve parasının üstünü vererek oradan uzaklaştı.
    eşi, doğan’ı aşırı bir şekilde alkollü görünce :
    - bak doğan’cığım seni uykusuz kalarak üç çocuğumuzla şu ana kadar bekledik.
    sen hiç içki içmezdin... ne oldu da bugün içki içtin? birisi mi içirdi yoksa?
    gözleri kıpkırmızıydı doğan’ın... eşine doğru yaklaşarak :
    Tümünü Göster
    ···
   tümünü göster