• 1 / 2 / 83 entry
  • 66 başlık
  • 589.33 incipuan

nezarette rezalet onikinci nesil normal

  • +2 -1
    bize müsaade ortalık kalsın sade
    genşler bu sözlükteki kısa süreli maceramdan çok memnun kaldım, başlıklarımı ve yazdıklarımı umarım beğenmişsinizdir, hoşunuza gitmiştir * artık başka sözlüklerde şansımı denemenin vakti geldi. sözlüğe bir şey veremeyeceğimi ve mizahi yazılar konusunda üretim sıkıntısı yaşadığımı belirtmek ister, bu bilgiler ışığında suya yazı yazmanın gereksizliğinin farkında olarak inci sözlük'ü güzel ve keyifli hatırlamak suretiyle yazarlığı bırakmanın doğru olacağını da eklerim. umarım sözlük eskisi gibi şen şakrak olur günün birinde, ben de bakarsınız tekrar gelirim *

    bu bir nokta değil, virgül. bu sadece can sıkıntısından doğan bir yer değiştirme isteği. ve dostlar, artık müsaademi isterim. ne diyor başlıkta? bize müsaade, ortalık kalsın sade *
    ···
  • -2
    yks 2024 sıralamaları hangi yıla benzer sizce
    beyler sınav hakkında yorumlarınız nelerdir? sayısal ve eşit ağırlık sıralamaları nasıl gelir? 2021'e benzer mi? ne düşünüyorsunuz?
    ···
  • +8
    aha bak bu da z kuşagı
    panpa vpn varsa açılıyor https://motherless.com/5CB6EC1
    ···
  • 0
    vanna bardot
    bunun nathan bronson ile bir ferresi var, akıllara zarar beyler. açın izleyin.

    https://www.google.com/ur...Vnp_erYYDFQAAAAAdAAAAABAE
    ···
  • -1
    saat kaç diye sorulunca sevgiye çeyrek vaarr demek
    çok fazla (bkz: kenan doğulu) dinledikten sonra sergilenebilecek komik, ironik ve bir o kadar pgibopat davranış. hayatın yoğun işlerinden kalan az vakitte köşenize çekilip müzik dinlemeye başlarsınız. tür ve sanatçı fark etmeksizin başlarsınız müzik otoyollarının kavşaklarında hızlı bir maceraya. çetrefilli yollarda savrulur durur, mola vermeyi bir an bile düşünmeden poptan ankara havasına, arabesk rap türünden ingilizce şarkılara atlar zıplar durursunuz. yolculuğun bir yerinde de kenan doğulu dinlemeden olmaz tabii ki * kenan doğulu'nun tutamıyorum zamanı, aklım karıştı, rütbeni bilicen gibi şarkılarını dinleyip eski uzun saçlı hâline hayret eder ve klagib türk popçu bodurluğuna sahip olmasını da gülerek karşılarsınız. sonra (bkz: kandırdım) şarkısına geçip nakarata eşlik edersiniz.

    kandırdım nazlı yari sonunda çılgın sözlerle, kandırdım sonunda güzel gözlümü oyunlarla diye itiraflarda bulunan kenan doğulu'ya kendinizce iyi hâl indirimi verirsiniz. fakat... fakat devamındaki sevgiye çeyrek vaaaarr! haykırışına hiç mi hiç anlam veremezsiniz. sevgiye, aşka yaklaşıldığının daha farklı anlatılabileceği inancı sarar ruhunuzu. sevgiye çeyrek var cümlesini amatör, bu cümlenin söylenişindeki bağırış çağırışı da angarya bulursunuz. kenan doğulu gibi sakin sesli ve havalı bir sanatçı bu duyguyu daha sakin ve klas ifade edebilmelidir sanki. ama bir yerden sonra da gülümseyerek anlayışla karşılarsınız bu çılgın hâli. çikita muz, tabi tabi kim seviyor belli, kış kış cinler kış kış gibi sözlerin sarf edildiği piyasaya sevgiye çeyrek vaaaarrr haykırışını da yakıştırırsınız.

    öyle ki siz de kullanmaya başlarsınız bu tabiri. yanınızda yörenizde telefonu çekmeyen, kol saati de olmayan bir gariban size saati sorar. telefonun ekranındaki (bkz: championship manager 17) oyununu büyük bir isteksizlikle kapatır ve tam 12.08 diyecekken sanki bir güç sizi yönlendirir ve karşınızdakine sevgiye çeyrek vaaaarrr!! diye bağırırsınız. çevrenizdekiler artık bunu hırsız vaaarr! diye mi algılar bilmem, hemen koşup gelirler. karşınızdaki gariban kişi şaşkınlıkla sorar: kaça çeyrek var dedin kardeş?.

    ''abi pardon ya şarkı dilime dolandı, 12.08'di ama olayların gelişmesiyle birlikte 12.09 oldu.diye tatlıya bağlarsınız olayı. ve biraz önceki şaşkın ve dehşetli yüzler yeriniadam sen degülümsemesine bırakır. sevgiye çeyrek vardır hakikaten. hatta sevgi saati çoktan gelip çatmıştır. ülkemde de önce sevgiye çeyrek olması, sonra da sevgi vaktinin gelip çatması dileğiyle. amakandırdım nazlı yâri'' demeden. son derece gerçek...
    ···
  • +2
    filmlerdeki sivasspor sevdalısı anadolu genci
    vardır böyle bir şey. özellikle komedi dizi ve filmlerine bir göz gezdirin; böyle anadolu'nun bağrından kopup gelmiş, köyünün kasabasının gelenek göreneklerini özümsemiş, delikanlılıktan bir an bile ödün vermeyen ne kadar karakter varsa tuttuğu takım hep (bkz: sivasspor)'dur. ve çoğu komedi dizisinde sivas'a atıfta bulunulur, göndermeler yapılır. sivas hep ön plana çıkarılır. örneğin istanbul'daki sivaslıların sivas'taki sivaslılardan bile çok olduğu gerçeği (bkz: kardeş payı) dizisinde dile getirilmiştir ve ''sivas'ın başkenti istanbul'dur.'' esprisi yapılmıştır. veya batı özentisi bir gençle anadolu'nun tozunu dumanını yutmuş gencimiz arasındaki kültür çatışması anlatılır. bu çatışmada batı özentisi gencimiz saçları jölelemiş, yanındaki son model arabasıyla uyumlu renkte bir tişört giymiş ve özgüvenini takınarak sevdiği kızı tavlamaya çalışmaktadır. bu sırada aynı kızdan daha saf, daha temiz duygularla hoşlanan anadolulu gencimiz (anadolu'dan kasıt sivas) saçlarına bir tutam jöle sürmemiş, ya asker tıraşı yapıp 3 numaraya vurmuş ya da kısa kestirip önünü yarım limonla sağa yatırmıştır.

    batılı (tercihen kadıköy, cihangir veya izmir) gencimiz kızı etkilemek için akla hayale gelmeyecek işler yaparken sivaslı gencimizin yalnızca duyulduk/duyulmadık bir sivas türküsü çığırması yeterlidir. sesi de yanıksa, biraz da duygusunu katıyorsa söylediği türküye, o kızın sivaslı gençten etkilenip diğerini elinin tersiyle itmemesi için hiçbir sebep yoktur. o kıza o an söylenecek duydun mu aysu, maybelline new york yeni ruj çıkarmış., ''gel kanka nişantaşı'nda gezelim kahve içelim.veyacanım çok güzelleşmişsin, kilo vermişsin. hangi diyet progrdıbını uyguluyorsan söyle de ben de yapayım aynısını.cümlelerinin hiçbirihuri melek midir kimin soyundan, salınıp gidiyor dere boyundan, sivas ellerinin hangi köyünden? yaradan allah'a kurban olurum da ölürüm, ceylanım da sevdiğim.'' nakaratının verdiği etkiyi vermeyecektir. bir sivaslı genç nelere bedeldir? saflığıyla, kendiliğinden olma hâliyle, özü sözü bir tavrıyla güzel kızları etkileyebilmektedir.

    işte sivas, sivaslı ve sivaslılık nasıl ön plandaysa dizilerde, sivasspor da o denli ön planda. hatırlar mısınız bilmem, muhtemelen hatırlarsınız, çocuklar duymasın'da lakabı (bkz: sivaslı yakup) olan kıraathane çaycısı yakup da bir sivasspor fanatiği olarak bilinirdi ve kıraathanesindeki bir duvar önünde sivasspor filaması yer alırdı. biraz önce değindiğimiz üzere (bkz: kardeş payı) da sivas'ı olduğu gibi sivasspor'u da konu edinirdi. ''en son (bkz: roberto carlos) sivasspor'a gelecek dediklerinde bu kadar gülmüştüm, sonra hakikaten geldi la... '' cümlesi tüm efsaneliğiyle bu gerçeğe bir kanıttır. çok izlenmeyen, çok bilinmeyen fakat benim izleyip kısım kısım sevdiğim (bkz: sihirbazlık okulunda bir türk) isimli komedi filminde (bkz: barbaros dikmen)'in canlandırdığı mehmet karakteri de tam bir anadolu çocuğudur. hogwarts'a büyücülük okuluna gittiğinde türk kültürünün çekirdeğinde yetişmişliğini, deli dolu ama özünde delikanlı olmayı film boyunca resmetmiş, filmdeki çift kale maç sahnesinde de sivasspor formasıyla döktürmüştür.

    uzun lafın kısası (ul), anadolulu olma kültürü ve anadolu'nun genel yaşayışının işlenişi futbola sivasspor olarak yansımıştır. anadolu halkının bütün siniri öfkesi, bunun yanında merhameti ve şefkati, kendi kurallarını koyması, hak araması ve delikanlı, mert duruşu dizi ve filmlerde işlenirken bu temanın başkenti sivas seçilmiştir. futbol takımı da hâliyle sivasspor * kayseri-kayserispor değil, konya-konyaspor değil, antalya-antalyaspor hiç değil; sivas ve sivasspor'dur anadolu'nun özü. alternatif evrende film senaristi olup bütün anadolu'yu elazığ'dan kurduğumu, film karakterlerinin birbirine gakkoş, gakko, hacı diye seslendiğini, komedi film başrollerindeki karakterleri elazığspor formasıyla gösterdiğimi ve bütün seyircilerime ''kar mı yağmış şu harput'un başına, kurban olam toprağına taşına'' türküsü dinlettiğimi hayal ediyorum... ne hoş, ne tatlı bir hayaldir bu. uyandırmayın dostlar *
    ···
  • 0
    nezarette rezalet
    kardeşim özet geç ya insan okuyacak bu yazıları * durumumuz olsa okuyacağız. biraz sakin ol ya...
    ···
  • 0
    nereden nereye
    Uygarlık tarihine kronolojik açıdan bakarsak üç farklı dönem göreceğiz. Dinler Öncesi Dönem, Dini Dönem ve Aydınlanma (Bilim) Çağı. Bu üç dönemi birbirinden ayıran en önemli faktör düşüncenin doğuşu, benimsenişi ve hayata geçirilmesidir. Bu üç dönem; düşünce tarzı, bilim ve felsefe, toplumsal ve ekonomik ilişkiler bakımından farklı özellikler taşır. ilk önce Dinler Öncesi Döneme göz atacak olursak, bu dönemde kavimler(kümeler) halinde hareket, bilimin doğuşu, topluluklar arası etkileşimde bozukluk, çok boyutlu düşünememe göze çarpıyor. Felsefe bilimi, günümüzdeki kadar rasyonalist, kümülatif ve çok boyutlu değil ve topluluklar uygarlık oluşturma ve kültürel etkileşim bakımından zayıf. Bu durumda siyasi, felsefi ya da toplumsal bir ideolojinin doğması, yayılması ve benimsenmesi zaman alıyor. Düşünen; üreten ve düşünce gücüyle dünyayı şekillendiren topluluklar azınlıkta. Dini Dönem ise toplumların geleceklerini dine dayalı şekillendirdikleri, rasyonalist düşünceden ziyade yaratıcıya inanışın görüldüğü, gelenek ve kabullerin düşünce gücüne diz çöktürdüğü, dine adanmışlığın görüldüğü bir dönemdir. Bilim ve felsefenin temelleri bu dönemde atılmakla birlikte din; toplumların yaşam felsefesini belirleyen dogmatik kurallar bütünü olmuştur. Uygarlaşmanın temelleri bu dönemde atılmaya başlanmışsa da düşünce gücü tam olarak zirvesinde değildir. Farabi, ibn-i Sina, ibn-i Rüşd gibi filozoflar bu dönemde Batı felsefesine yön veren isimler olmuşlardır. insanın düşünerek, merak ederek ve gözlemler yaparak bilimi, felsefeyi, medeniyeti yükseklere çıkardığı, düşünceyi geliştirdiği en son dönem ise Aydınlanma (Bilim) Çağı olarak adlandırılır. Aydınlanma Çağını diğer iki dönemden ayıran şey düşünce gücünün etkin kullanılmasıdır. Bu dönemde insan faktörü devreye girmiştir. Düşünce doğmuştur; insandan insana, toplumdan topluma yayılıp benimsenmiştir ve zihinsel-kültürel etkileşimler sonucu uygarlık tarihini son derece etkileyen önemli gelişmeler yaşanmış, yeni bilim ve felsefe kuramları ortaya çıkmış, yeni düşünceler ortaya çıkmıştır. Beyin gücü, bu dönemde tüm dünyaya hakim olmuştur. Bundan 15-20 asır önce, düşünce doğsa bile evrensel bir hal alamıyordu ve uygarlık tarihine yön veremiyordu. Fakat şimdi her olayın ve olgunun temelinde düşünce yatar. ilk Çağ’ dan günümüze doğru dünyanın küresel ve uygar halini alması, düşüncenin gelişimiyle paralellik göstermiştir. Düşünce doğmuş, toplumları etkisi altına almış, tüm evreni kapsamış ve dünyanın her bir köşesini aydınlatan bir lamba halini almıştır. insan faktörü; rasyonalist düşünceyle birleşince Dünya tek boyutlu bir kara parçası olmaktan çıkıp aklın rehberliğinde hareket eden bir yolcu halini almıştır. Yani Aristoteles’ in de söylediği gibi cesaret, kuvvetle birleşince büsbütün artmış, yeni olgular ortaya çıkmıştır. Bundan yüzyıllar sonra da aklın ilkelerini gözeten, yeni akımlar geliştiren, merak edip sorgulayıp çözüm üretmeye çalışan her topluluk, düşüncenin gücünden faydalanacaktır. Çünkü düşünce, sadece kültürel etkileşim yoluyla iletilip pratik kazançlar sağlayan akıl yürütmeler değil; aynı zamanda ileriye dönük yeni düşüncelere de zemin hazırlayan sonsuz bir yoldur
    ···
  • +2
    ikna ediciliği artırmak için kolpalanan hikayeler
    vardır böyle hikâyeler. çokça anlatılır, yoksa sağırın duymayıp uydurduğu gibi uydurulur, dinleyicinin karşısına bir şekilde çıkarılır. savunulan bir fikir vardır ortada. adeta hayatların adandığı, uğruna dost kazanılıp kaybedilen, dava hâline gelmiş bir fikir, bir ideoloji vardır. karşı tarafa aktarılmak istenen bu fikir, bu görüş salt yargı cümleleriyle ifade edilirse beklenen etkide olmayacağı için bu fikri destekleyen abartılı, itici ve çoğunlukla sahte hikâyeler anlatılır. bu hikâyelerle dinleyicinin ikna olup o fikri benimsemesi beklenir. bazen amacına ulaşır, bazen de ters teper ve anlatan-dinleyen arasındaki bağları zayıflatır. tehlikelidir anlayacağınız.

    örneğin bir kişi size kolay yoldan para kazanmanın inceliklerini, önemini ve bu uğurda yapılacak taktikleri anlatmak ister. muhtemelen bu işten para kazanan ve sizi de bu tuzağa çekmek isteyen biridir bu kurnaz kişi. bedavadan, emeksiz para kazanmayı girişimcilik, liderlik, konfor alanından çıkma, farklılaşma gibi terimler kullanarak parlatır ve sizi inandırmaya çalışır. kendi kafasından uydurduğu, amiyane tabirle kolpaladığı hikâyesini huzurunuza sunmayı da ihmal etmez bu sırada *

    ''sen şimdi korkuyorum morkuyorum diyorsun ya, bir dinle şu kardeşini * benim çok yakın bir arkadaşım vardı. fasfakirdi, yaptığı iş ona temel gereksinimlerini karşılama olanağı bile vermiyordu. ben de ondan farksız değildim tabii doğrusunu ararsan. şu an üzerinde çalıştığım ve uzmanlaştığım işe ilk başlayacağım vakit ben de böyle ürkektim. ama sonra çevremdeki acizlere bir baktım. gece gündüz çalışanlar, patronunun sözünden çıkamayanlar, özgürleşmek varken sevmediği işin esiri olanlar... sonra bir de dönüp aynada kendi silüetime baktım. dedim ki 'ben bu kendini bilmezler gibi olmayacağım. büyüyeceğim, ilerleyeceğim ve beni yargılayanların üzerine bütün paralarımı, başarılarımı, kendini gerçekleştirmenin hazzını fırlatacağım. sonra düşünsün dursunlar.''

    işte kendime verdiğim bu sözden sonra çalışıp didindim, kulağımı bütün çatlak seslere tıkadım ve bugünlere geldim. şu an kendimle gurur duyuyorum ve sana da desteğimi aktarmak istiyorum. ha, fakir diye anlattığım yakın arkadaşım mı? o benim gibi davranmadı. risk almaktan, büyümekten korktu. 'bana şimdiki mesleğimin biraz iyisi yeter.' dedi. şimdi sürünmeye devam ediyor kendisi. beni de instagram'da paylaştığım hikâyeler ve medyada çıkan haberlerim aracılığıyla takip ediyor. telefonlarını açmıyorum mâlum * yani dostum, ikimizi de dene, tarafını seç * ''

    tamamen kendi çıkarına olan işi karşısındakine kabul ettirmek amaçlı anlatılan bu hikâyeye beden dili, etkileyici ses tonu, dikkat çekici jest ve mimikler de katıldığı zaman dinleyicinin ikna olmama ihtimali çok az oluyor ve yerine göre büyük tehlikelerin içine girebiliyor. o yüzden siz siz olun, tartışırken karşıdakinin fikirlerine saygı duyun fakat çok da kaptırmayın kendinizi. ikna olmaya biraz meyilliyseniz size abartılı hikâyeleri kolpalayıp kolpalayıp sizi işlerinde kullanırlar. iyi akşamlar dilerim, hoşça kalın *
    ···
  • 0
    memati34
    bir yazardır.
    ···
  • +2 -1
    kötü filmlere şükretmek için otobüs yolculuğu
    ara sıra düşünülebilecek keyif dolu bir aktivitedir. öğretir, düşündürür, önce utandırır ve sonra şükrettirir. otobüsleri bilirsiniz, küçük televizyonları vardır. o küçük televizyonlara kulaklığı takarsınız ve kanallara teker teker bakarsınız. saat de artık akşam olmuştur, hava kararıp herkes uyumuştur. sizi uyku tutmamıştır ve zaman geçirmek amacıyla gezinirsiniz kanallarda. show tv, atv, star gibi kanallarda 7883. kere aynı konuyu işleyen ve yakışıklı erkek-güzel kız ikilisi içeren yaz dizileri olur. kanal d'ye geçersiniz bu sefer ve normalde burun kıvırdığınız, hiç izlemeyip lümpen bulduğunuz (bkz: kolpaçino bomba), (bkz: maskeli beşler ırak) tarzı filmler oynuyordur.

    o filmleri yokluktan izlersiniz ses olsun diye, umutsuzca izlersiniz ama izledikçe hayvan gibi gülmeye başlarsınız. özünüzü keşfedersiniz adeta. kendiniz de inanamazsınız geldiğiniz bu rahat hâle. koltukta mayışırsınız, tipiniz kaymıştır, o sırada (bkz: şafak sezer) dünyanın en kötü esprisini yapıyordur ve siz kahkaha atarsınız. koridorda yiyecek-içecek getiren muavinle göz göze gelip ciddileşmeye çalışırsınız. kek ve fantanızı alıp devam edersiniz yolculuğa. uyanık olan nadir yolculardan biri sizin sesinizi duymuştur ve bıkkın bir ses tonuyla şikâyetini iletir.

    yolcu: müsaade ederseniz uyuyabilir miyiz beyefendi?

    siz: buyur yolcu kardeş, musaade senin.

    diyalog bittikten sonra gülmenizi bastırmak için dilinizi ısırmaya çalışırsınız ve film macerasına tatlı bir zorlukla devam edersiniz. ama galerici şahin'in hapishanenin televizyonunda sunulan at yarışını coşkulu bir şekilde anlattığı ve deli muamelesi gördüğü sahnede bir kahkaha daha patlatırsınız. bu sefer anneniz önderliğinde bütün otobüs uyanır ve sert uyarılara maruz kalıp otobüsten atılma noktasına gelirsiniz. son çare televizyonu kapatıp uyumaya çalışırsınız. tabii ki uyuyamazsınız çünkü bazı insanlar otobüste uyuyamaz.

    ve nihai varış noktanıza ulaşır, otobüsten inersiniz. taksi tutup gidersiniz gideceğiniz yere. giderken takside hep düşünürsünüz. ya ben bu filmi hiç sevmiyordum, demek ki seviliyormuş. dersiniz. aslında o an kavrarsınız ki her dizinin ve/veya filmin yeri ve zamanı vardır. yazları gündüz saatlerinde (bkz: aşk-ı memnu), geceleri kanal d'de havada, karada, orada burada panik temalı bir garip filmler, otobüste de böyle küçümsediğimiz ama bizden filmler, bizden oyuncular... seversiniz artık kolpaçino, çakallarla dans, maskeli beşler gibi filmleri. hoşgörünüz artar hayatta. hayata da yeni bir dersi geçmiş olarak kaldığınız yerden devam edersiniz.
    ···
  • 0
    di maria da ankaralım di maria
    di maria da ankaralım di maria
    beş yüz altın yedirdim bir ayda
    gitti de gelmedi, ne fayda?


    beyler bence bu hâli daha güzel oldu şarkının. çok manyakça bir espri ve mizah içeriyor. yeni geldi aklıma.
    ···
  • -3
    nezarette rezalet mizah dünyasının neresinde
    evet dostlar, sormak istediğim ve yanıtını da merak ettiğim soru bu. nezarette rezalet adlı inci sözlük yazarı mizah dünyasında nerede konuşlanmış durumda? mizah seviyesi ne ölçüde? neyi doğru, neyi yanlış, neyi ekgib ve neyi fazla yapıyor? mizah dünyasına gelecekte yön verebilir mi? nezarette rezalet mizahı diye bir kavramdan söz edebilir miyiz? o denli markalaştı mı bu adam? toplumun genelindeki gariplikleri yansıtabiliyor mu yoksa daha mı halka inmeli? söz sizin.
    ···
  • 0
    dizi kıtlığından akasya durağı nı bile özlemek
    özellikle son yıllarda yoğunca yaşadığım bir duygudur bu. konusu hep aynı olan ve oyunculuk anlamında çoğu kişide bir yetenek görmediğim dizileri önümüze sunmaktan başka bir şey yapmıyorlar yıllardır. ya ege'de yaz dizisi çekilir oranın hayatı anlatılır, ya bir kız bir erkek önce düşman olur sonra aşık olur birbirlerine. ya da savaşmadığımız, evimizde uslu uslu oturduğumuz dönemde vurdulu kırdılı savaş dizileri izleriz. birkaç dizi hariç eski keyfi alamıyoruz artık dizilerden.

    ben o eski dönemin dizilerini istiyorum. avrupa yakası, yahşi cazibe, ezel, elveda rumeli, en son babalar duyar, yaprak dökümü, aşk-ı memnu, leyla ile mecnun, behzat ç. gibi dizileri özledim ben. o dönemlerin kendine has havasını, mutluluğunu, özgürlüğünü ve özgünlüğünü özledim ben. yahu akasya durağını bile özledim a dostlar! bana deseler ki 2023 yılında sabah kuşağında akasya durağı'nın eski bölümlerinin tekrarı dönecek, sen de onu izleyip ciddi ciddi gülüp (teknik olarak ciddi ciddi gülemezsiniz tabii ama burada eylemin tereddüt içermeden yapılmasından söz ediyorum) o eski zamanları özleyeceksin; ben de derim ki komik adamsın ama ben şaka sevmiyorum*. ama insan özlüyormuş dostlar, yaşamadan bilinmiyor.

    180 bölüm civarı hep aynı konuları işlemesine rağmen hiç sıkmayan, oyunculukların konuştuğu ve yer yer gayet komik bir diziydi. üçkağıtçı sinan'ın afacan çocuk tavırları, mütemâdiyen kullandığı tırın tırının tırınınınnn, hadi bağalım oh oh oh, ali kefal, gülbik, arifim tarifim gibi basit ama etkili replikler, sinan'ın karısı gülbin'in sineaaaaaann adlı harfler dizinini opera icra eder edasıyla sürekli beynimize kazıması, gıcık kaygana şaziment'in yaklaşık 4 bölümde bir zengin (sinan'ın deyimiyle zeaeengin) bir arap şeyhine âşık olması fakat o şeyhin hep dolandırıcı çıkması, usman aga'nın safiye'ye sürekli üldürecem seni safiye deyip de 180 bölüm boyunca vaat ettiği eylemin bir türlü vuku bulmaması (gerçi öldürse dizi biter(u: swh)), dilek ve obayana'nın maceraları, öte yandan agam olur mu öle şey ve biz bir oileyiz dışında cümle kurmamayı tercih eden urfalı seyit, gizli bir olay olunca ortaya çıkan ve ön sırada oturup hep parmak kaldıran inek öğrenciler misali herkesi ispiyonlayan gıcık uyyy nuri babacuğummm ali kemal... say say bitmez, tükenmez anılar bıraktı bize bu dizi.

    adli vakalarda olay yerine 2-3 polis ve 8 şoförün gitmesi, kaçırılma durumunda kaçıran kişinin arkasından dolanıp bir cisimle vurmak suretiyle adamı bayıltıp kaçırılan kişiyi kurtarmak gibi dünyanın en akla gelebilecek yöntemini her defasında başarıyla uygulamaları, ali kemal, urfalı seyit, osman aga gibi yöresel karakterler ne zaman ekrana gelse o yörenin bir müziğini jenerik olarak kullanmaları, her bölümün sonunda bir arada toplanıp aile olgusunu bizlere hatırlatmaları ve daha bir sürü güzel detay özlendi ,özleniyor, özlenecek.

    bize o dönemleri geri verin, bizi mutluluktan mahrum bırakmayın, bize en basmakalıp konuyu işlese bile oyunculuklarla, repliklerle keyif verecek diziler bırakın. yakışıklı ve/veya güzel insanlar istemiyoruz. sahnedeki olayı yaşatan, çoğu zaman basit ama güldüren bir dizi istiyoruz. rengimiz kaybolmasın, akasya durağı türü diziler mümkünse farklı bölümlerle farklı konular da işleyerek çoğalsın. demirin tuncuna, dizinin yavanına, hayatın tekdüzesine kalmayalım. iyi geceler dostlar *
    ···
  • 0
    mahsun kırmızıgül dinlerkenki delikanlılık hissi
    sıkça ve hoyratça yaşadığım bir his. her sanatçının her çeşit şarkısını keyifle dinleyen, kimi zaman yeryüzünün en mutlu insanıymışçasına eğlenip kimi zaman olmayan aşkın acısını çeken ben sıra mahsun kırmızıgül'e gelince bir anda erkeklik duygum kabarıyor ve şu karşıki apartmanlara bakıp of çekiyorum. apartmanlar yıkılmıyor belki ama acımı da dindirmeye çalışıyorum bu yöntemle. kendimi mahsun kırmızıgül'ün, nam-ı diğer abdullah bazencir'in yerine koyuyorum ve çıkamıyorum o karmakarışık ruhtan. isyan edesim geliyor dünyanın bu düzenine. yükselmek adına kahpece plan yapanları, sessizliği ekgiblik sanıp sessizleri ezip geçenleri, kula kulluk edenleri, hayvan ve bitkilere zulmedenleri, futbol ve/veya başka hususlar üzerinden halkı bölenleri, yalancıları, iftiracıları, günlük dertlerimi, dünyanın sıkıntılarını ve bunları değiştiremeyecek olmanın çaresizliğini hissediyorum içimde.

    evet belki yıkılmadım, ayaktayım ama bunu sadece evrende kütle ve hacmimle var olarak yapabiliyorum. kendimi kötülerden üstün kılamıyorum. kabullenmek de zor geldiği için bir çeşit sonsuz bunalım yaşıyorum. sonu gelmez bu yollarda acılarla dolu olduğumun farkındayken adeta iki saatlik bir diziyi birkaç güzel replik uğruna tamamen izler gibi tebessüm ettirecek birkaç olay zerresi bekliyorum kederlerin arasına sıkıştırabileceğim. dinlediğim şarkı mahsun kırmızıgül'ün şarkısı olmaktan çıkıp da başka sanatçılar çıkınca zalimlere, kötülere ve de şerrrrreffsizlere bir kez daha lânet okuyup dönüyorum o yoğun, telaşlı ve bu şekilde boşluğunu unutturan hayat gerçeğine. delikanlılığımı, devrimciliğimi ve erkekliğimi kaybetmiyorum; sadece delirmemek için unutur numarası yapıyorum. tek olmadığımı da biliyorum, hepimiz giriveriyoruz bu kahredici, yok edici, derdest edici döngüye. hepimiz isyanlardayız bugünlerde, hepimiz hak, adalet bekliyoruz bir yerlerden. menekşe kokusunda adaleti, huzuru, barışı ve sakinliği arıyoruz ama nafile. hepimiz birer mahsun kırmızıgül'üz. ondan ve birbirimizden bir parçayız hepimiz. en büyük yanılgımız da birbirimize üstünlük taslamamız. söyleyin, hangimiz tastamamız?
    ···
  • +1 -2
    edebiyatçı saçmalamasına gösterilen haksız hoşgörü
    edebi eserlere verilen tepkilere bir göz attığımda farkına vardığım acımasız gerçek. hayatta herkes saçmalar, bu saçmalamasını istikrarlı şekilde devam ettirip bunun doğruluğunu da savunabilir fakat edebiyatçı saçmalarken daha sakin karşılanıp normal insanlar kadar eleştiri ve dışlanma yaşamıyor. ben bunun nedeninin başlı başına edebiyat olduğu kanaatindeyim. yâni edebiyatçılar saçmalarken edebi bir dil kullandığı için çoğu zaman saçmaladıkları bile fark edilmiyor, edilse de çok ilgi çekiyor ve sempatiyle tepki görüyor.

    bu belki çekicilikle, gönüllerin kimyasının uyuşmasıyla da açıklanabilir. nasıl ki dizilerde yakışıklı ama pgibopat, bipolar, anı anına uymayan erkeklerle çok sağlam bağlar kurulur, sevgiyi en çok o erkek görür, işte edebiyatçı da saçmalarken daha da özgürdür çünkü normalden farklıdır bu delirme. ilginçtir, dip dalgadır, ciddi olaylara gebedir. okuyucuyu içine çekerek asıl olaya hazırlar ve okuyucu da sever bu danışıklı dövüşü. şairin, yazarın delisini sever okuyucu. kan çekiyor demek ki, zevkleri uyuşuyor kitabın sahibiyle. şöyle bir monolog başka nasıl açıklanabilir ki yoksa?

    korkuyorsan, neden bu kadar uzakta yaşıyorsun şehirden? neden üç evli sokağın en ucundaki evde oturuyorsun? son kaldırım taşından bile elli beş adım ötede ne işin var? garip kaderime gülümsedim; aynaya bakarak tabii. tatlı bir gülümseme. eski neşemi kaybetmediğimi göstermek için. sonra durgunlaştım. neden? unuttum. dur, hayır; unutmadım. yalnız kaldıkça, yalnız kalmaktan korktukça... aynadan uzaklaştım; fakat, biliyordum, böyle bir düşünceydi. köpekler sinirimi bozdu, şimdi kendime gelirim. buldum: yalnız kalmaktan korktukça yalnızlığım artıyor. bu sefer gerçekten gülümsedim. ister görün, ister görmeyin; gülümsedim işte. her şeyimi kaybetmedim daha; çıkmayan candan ümit kesilmez, havlayan köpek ısırmaz. hay allah kahretsin!

    rahmetli oğuz atay'ın korkuyu beklerken adlı kitabının korkuyu beklerken adlı hikâyesinin girişinden bir kesit bu okuduğunuz veya okumadığınız. yalnızlık ve delilik karışımına biraz köpek korkusu sosu eklenmiş ve sürekli düşünen, en ufak ayrıntılarda bile boğulan, depresif ama arayışta, deli ama dâhi bir karakter sunulmuş okuyucuya. birçok kitapta ve filmde olduğu gibi burada da ana karakter sürekli yol ayrımlarıyla dolu bir yerde gidiyor ve bazen doğru, bazen yanlış yola sapıyor, bu yolda da aklını bırakıyor resmen. çok düşünmek, kafada hep geçmişi, ânı ve geleceği kurgulamak pgibopat bir ruh hâli olarak lanse ediliyor, öyle aktarılıyor karşıya.

    buradan kendime bir eleştiride bulunmak istiyorum, belki de edebiyatçıların saçmalamalarına insanlarca gösterilen bu hoşgörü haksız değildir bayım, ha? belki de gerçekten hepimiz böyle delirmeliyiz. belki de edebiyat katmalıyız acılarımıza, mutluluğumuza, öfkemize, umursamazlığımıza, deliliğimize, suskunluğumuza, boşluğa. kısacası hayata milyonlarca edebi kelimenin gizemiyle bakmalı, öyle devam etmeliyiz. kabuğumuza çekilip her gece ayrı ayrı delirmeliyiz. küfrederek, bağırıp çağırarak, seviyesizleşerek değil de oğuz atay gibi delirmeliyiz her birimiz. öylesi kurtarır bizi belki ne dersin? deliliğe dair bu tespitimi bitirmeliyim artık, hoşça kalın tüm deli sevdalıları.
    ···
  • +3
    serdar aziz mert hakan kavgasi
    şu iki vasıfsız yüzünden bonucci gibi bir adam bizden kavgalı giderse çok söverim yalnız. şöyle bir değeri, bir futbolcudan fazlasını, bir savunma profesörünü, bir italyan ekolünü getirip takım içinde şöyle saçmalıklara maruz bırakmak ayıptır artık. takımda bir huzur yok ki anlamadım gitti.
    ···
  • +2
    sözlüğün en iyi mizah üreten yazarı
    şöyle hem geçmişe hem güncele baktığınızda bu sözlüğü mizahıyla şenlendiren, komediye yeni bir soluk getiren yazarlar denince aklınıza kimler geliyor? hangi güncel yazar mizah için neleri doğru, neleri yanlış yapıyor? neler yapılmalı? fikirlerinizi yazın dostlar.
    ···
  • +1
    bülent serttaş ın yörelerarası bir sanatkar olması
    yadsınamayacak kadar net bir gerçektir. aslen elazığlı olan 57 yaşındaki neşeli, renkli sanatçımız yalnızca kendi yöresiyle sınırlı kalmayıp diğer yörelerin de tanıtımını ve duygu paylaşımını yaparak örnek bir davranış sergilemiştir. ankara'nın yakınından geçmemişken her yerin ankara olduğunu savunur tarzda konuşması (bkz: la bize her yer angara), bunu yaparken paris'e karşı takındığı protest tavır (bize her yol paris değil), memleketi olan elazığ'da muhtemelen nice yiğidin sevgilisiyle masumca aşklar yaşadığı ve batıya kafa tuttuğu gerçeğine rağmen aşkın bodrum'da yaşandığı konusunda fikrini ciddiyetle beyan etmesi, bodrum'la birbirlerine özel olduğunu düşünerek kurduğu güçlü bağ (bodrum bana ben bodrum'a özelim), sonrasında bu sefer de (bkz: akdeniz) ismiyle şarkı yapması bizlere bu konuda net ipuçları verir nitelikte.

    aslında toplumun her ferdinin ivedilikle ulaşması gereken bir millet bilinci mevcut bülent serttaş'ta. şehir milliyetçiliğinden son derece uzak ve ülkenin tüm şehirlerini samimiyetle kucaklayan bir halk kahramanıdır bülent serttaş. neyin nerede yaşanacağını bilen, sempatiyi ve hoşgörüyü ruhundan ekgib etmeyen, kalbinin 4 odacığında 81 ayrı sevgi barındıran bir gönül erbabıdır kendisi. sağ olsun, var olsun, hep bizi eğlendirsin *
    ···
  • +1
    müzik grubunun aşırı havalı ve isyankar bateristi
    hep vardır böyle biri bateri çalma rolünü üstlenen. uzun saçlarını dalga dalga savurmak suretiyle hırçın hamlelerle bagetlerini kullanır ve davula vurur. bir şeylere isyanı vardır sürekli. aynı zamanda grubun diğer üyeleriyle her ne kadar uyumlu hareket etse de davranışsal ve ruhsal açıdan onlardan soyutlanmıştır. ya hayatın boşluğunun ayrımına varıp bu farkındalığını öfkeye dönüştürüyor ve öfkesini vuruşlarına yansıtıyor, ya da özel hayatında yaşadıkları incitmiş onu ve hıncını bagetlerden alıyor. ülkenin durumuna sinirlenip böyle şeyler yaptıklarını düşünmüyorum çünkü ekonomi fazlasıyla iyiyken ve dünya sakinken de bu baterist arkadaşlar hep böyle çalıyordu şarkıları. uzun saçları ve umursamaz görünen tavırları nedeniyle havalı, ani ve sert hareketleri nedeniyle de isyankâr olarak nitelendiriyorum ben bu adamları. karizmasına odaklanırsanız zevk alırsınız ve fakat içlerindeki siniri fark ettikçe siz de gerilir ve yanınızdaki arkadaşı dürtüp ortamdan tüyme isteğiyle dolup taşarsınız.

    kalk la necati kalk! baterist jokere bağladı.

    dikkat edin, solist hep coşkuludur şarkıyı söylerken ve liderdir de aynı zamanda. grubun diğer üyelerini yönlendirir ve şarkıyı nasıl seslendireceği, nerelerde nağme yapacağı, nerede yükselip alçalacağı konusunda bilgilendirir diğer üyeleri. gitarist klagibtir, işini yapar. sınırların ötesine pek çıkmaz gitarist. garanticidir ama ortama uyumu, duygu durumu ve performansı istikrar içerir. sürpriz görmezsin. her maçı 6/10 veya 7/10 reytingle oynayan çalışkan sol bek gibidir. klarnetçi ortalığın anasını ağlatır, gizli kahramandır. klarnet konusunda değişik istek ve fantezilere gark eder insanı. şarkının duygusunu 10 kat yükseltip moda sokar adamı. olmayan aşkın acısını çekersin icra ettiği notaları duyarken. piyano ile çalınan eserlerde piyanist gitaristten de sadedir. profesyoneldir, avrupai ve klastır. bir gizli kahraman da odur. işini yaptıktan sonra sessizce kenara çekilir ve alkışlayasın gelir ayakta.

    ama dediğim gibi bu bateristler başka abi * bunlar sanki büyük bir pgibolojik patlamanın tetikleyicisidir. bir bateriste yarım saat bile maruz kalsanız o gün etrafa dalasınız gelir eften püften sebeplerden. sizi hiç rahatsız etmeyen alt kat komşusunun hareketli çocuğu o şarkıları dinledikten sonra cinnet sebebidir adeta. içinize atıp sustuklarınızı daha rahat, daha cüretkâr tavırlarla söylersiniz o bateristi gördükten sonra. gereksiz özgüven verir. o özgüven sonra iş açar başınıza. alkolden farkı yoktur, o an sadece bir şeylerin etkisindesinizdir ve normalde hiç sizlik olmayan davranışları uygularsınız bir bir. suçu bateriste atarsınız akabinde. onun o isyankâr, atarlı giderli, eyvallahı olmayan havalı hâlleri size de sirayet etti sanırsınız fakat onda durduğu gibi durmaz sizde tabii. sonra pişmanlık aşamaları ve bir daha bateri ile bestelenmiş şarkıları dinlerken kendine mukayyet olacağına dair boş sözler...

    yaramıyorsa dinleme kardeşim, aile var lan burada!
    ···
  • -1
    ibrahim tatlısesin tek tek şarkısının matematiği
    kısa bir incelemeye çok garip bir şey keşfettiğim matematik. bu gerçeğe ulaşmamda başka bir gerçek de bana destek oldu tabii. ibrahim tatlıses bu şarkıda tam 81 kere tek demiş.

    http://www.ucankus.com/detay/1452/ ...

    evet, yanlış duymadınız. (bkz: ibrahim tatlıses) arabesk formatında hazırladığı (bkz: tek tek) adlı şarkısında sürekli tek tek ikilemesini kullanınca durum herkesin dikkatini çekmiştir ve araştırma yapılmıştır konuyla ilgili. ve görülmüştür ki ibrahim tatlıses tam 81 kere tek sözcüğünü çıkarmıştır ağzından. peki bunu matematiğe dökersek neyi ifade eder?

    bilirsiniz, matematikte sayı kümelerinin iç içe geçmiş hâlleri vardır. reel, irreel, rasyonel, irrasyonel, negatif, pozitif, nötr, tam, ondalıklı sayılar gibi birçok küme barınır matematikte. ve tam sayılar tek-çift şeklinde ikiye ayrılır. ikiye bölününce kalan sıfırsa sayımız çift, aksi hâlde tektir. ve tek sayılar kendi aralarında (2x+1) kere toplama, çıkarma ve çarpma işlemlerine sokulduğunda sonuç hep tek çıkacaktır. bölme işleminde de bazı durumlarda tek sayı elde edilebilecekken -ki bu olasılık bir hayli düşük- çoğu durumda da sonuç tam sayı olmaktan çıkıp sıfıra yakınsayan bir ondalıklı sayıya dönüşecektir.

    ibrahim tatlıses'in bu şarkısında da olay bundan ibarettir. eğer şarkıda tek sözcüğü 2 ve katları (2x) kere geçseydi bu tek sayılar işleme sokulunca sonuç çift veya tek çıkabilir, biraz daha çeşitlenebilirdi. ancak (2x+1) kere tek sayılar işleme sokulunca sonuç bölme hariç hep tektir. yani...

    t: tek sayı
    o: ondalıklı sayı

    (işlem toplamaysa:
    t+t+t+t+t+t+t+t+t+t+t+t+t+t+t+t+t+t+t+t+t+t+t+t+t+t+t+t+t+t+t+t+t+t+t+t+t+t+t+t+t+t+t+t+t+t+t+t+t+t+t+t+t+t+t+t+t+t+t+t+t+t+t+t+t+t+t+t+t+t+t+t+t+t+t+t+t+t+t+t+t = t)

    (işlem çıkarmaysa:
    t-t-t-t-t-t-t-t-t-t-t-t-t-t-t-t-t-t-t-t-t-t-t-t-t-t-t-t-t-t-t-t-t-t-t-t-t-t-t-t-t-t-t-t-t-t-t-t-t-t-t-t-t-t-t-t-t-t-t-t-t-t-t-t-t-t-t-t-t-t-t-t-t-t-t-t-t-t-t-t = t)

    (işlem çarpmaysa:
    t*t*t*t*t*t*t*t*t*t*t*t*t*t*t*t*t*t*t*t*t*t*t*t*t*t*t*t*t*t*t*t*t*t*t*t*t*t*t*t*t*t*t*t*t*t*t*t*t*t*t*t*t*t*t*t*t*t*t*t*t*t*t*t*t*t*t*t*t*t*t*t*t*t*t*t*t*t*t*t*t = t)

    (işlem bölmeyse:
    t/t/t/t/t/t/t/t/t/t/t/t/t/t/t/t/t/t/t/t/t/t/t/t/t/t/t/t/t/t/t/t/t/t/t/t/t/t/t/t/t/t/t/t/t/t/t/t/t/t/t/t/t/t/t/t/t/t/t/t/t/t/t/t/t/t/t/t/t/t/t/t/t/t/t/t/t/t/t/t/t = t veya o)

    bu işlemler bütününden de kavranabileceği üzere ibrahim tatlıses (bkz: tek tek) adlı şarkısında matematiğe katkı amaçlı deneysel bir çalışma yapmış ve tek sayıları 81 kere birbiriyle işleme sokmuş, sonucu da bize bırakmıştır. biz de onun bu emeğini görmezden gelmeyerek sonucun bize neyi verebileceği konusunda bu çalışmayı gerçeğe döktük. şarkı bize ibrahim tatlıses'in matematiği nasıl sevip benimsediğini, matematikte engin bilgi sahibi olduğunu ve bu bilgisini şarkılara dökecek denli maharetli olduğunu gösterdi. teşekkürler ibrahim tatlıses...
    ···
  • 0
    erkek bülent ersoy u görmeyen yüzde 59 72 lik grup
    https://www.nufusu.com/turkiye-nufusu-yas-gruplari

    yukarıdaki sitede yaptığım bazı araştırmalardan ve bülent ersoy'un cinsiyet değiştirme tarihinden hareketle vardığım gerçek. bülent ersoy'un erkekken kadın olmaya karar verdiği ve kararını uygulamaya koyduğu tarih 14 nisan 1981 olarak görünüyor. yani günümüzle arada 42 yıl var. buna göre 42 yaşındaki biri bülent ersoy'u erkekken görmüş olamaz kronolojik olarak. peki ülkede 0-42 yaş aralığında yaklaşık ne kadar kişi var diye bir araştırırsak bülent ersoy'un erkekliğine şahit olmamış en az sayıda kişiyi veren sonucu bulmuş oluruz.

    neden en az diyorum? çünkü sonuçta 1981'de 5-6 yaşlarında olan biri de hayata yeni başladığı için algıları açık değildir ve gördüğü kişinin bülent ersoy olduğunu anlayamaz. onları da eklersek yüzdelik dilim 65-70 arasına çıkar. ayrıca bu iş suriyeli ve afganların da topluma karışmasıyla iyice alengirli hâle geldi. sonuçta farklı toplumlardaki insanlar yaşları büyük bile olsa bülent ersoy'u kadın hâliyle görmüştür. bülent ersoy'u erkekken gören afgan var mıdır? varsa da hatırlıyor mudur? bunlar hep soru işareti.

    konuyu bir kez daha yukarıdaki nufusu.com adlı siteye çevirirsek bu sitede 2022 yılına ait verilere göre ülke nüfusu çeşitli yaş gruplarına ayrılmış ve bu yaş gruplarının farazi olarak ülkenin yüzde kaçlık kesimini oluşturduğu yazılmış. tek tek gidecek olursak daha net görülür tablo.

    0-4 yaş arası grubun ülkenin nüfusuna oranı % 6,64'tür.
    5-9 yaş arası kitlenin nüfusa oranı % 7,78 şeklindedir.
    10-14 yaş arasındaki kişilerin oranı % 7,55'tir.
    15-19 yaş aralığındaki kişilerin oranı % 7,41'dir.
    20-24 yaş aralığındaki kişilerin oranı % 7,78'dir.
    25-29 yaş aralığındaki kişilerin oranı % 7,68'dir.
    30-34 yaş aralığındaki kişilerin oranı % 7,41'dir.
    35-39 yaş aralığındaki kişilerin oranı % 7,47'dir.

    % (6,64 + 7,78 + 7,55 + 7,41 + 7,78 + 7,68 + 7,41 + 7,47) = % 59,72

    hesaplamaya göre 42 yaşına kadar değil de 39 yaşına kadar olan kişileri baz alırsak oran % 59,72 oluyor. 40-44 yaş aralığındakilerin yüzdesinin 7,75 olduğu görülüyor. şu an 45 yaşında olanların o zaman 3 yaşında olduğunu düşünürsek hesaba bu kitle de dahil oluyor. yani yeni yüzdemiz 67,47 oluyor. suriyeli ve afganları, o zaman yaşayıp bugüne gelemeyip talihsizce vefat etmiş olanları veya yaşlı olmasına rağmen hiç televizyon izlememiş olanları hesaba katınca yüzde 75-80 civarına bile çıkabiliyor oran.

    düşününce gerçekten çıldırtan, hayret ettiren bir nispet bu. düşünün, nice olayları görmüş büyük bir kitlenin içindeyiz. dexer öncesini, eski türkiye'yi, ülke olmadan önce ülke olmak için savaşan bağımsız milletleri, darbeleri, depremleri, savaşları, yer yer komediyi, yer yer hüznün en dibini... her şeyi yaşayıp görmüş ve tekâmüle ermiş koca bir kitle var içimizde barınan. ayaklı kütüphane denebilecek tecrübe yığınları bunlar. fakat... fakat çoğu bülent ersoy'un nasıl erkeklikten kızlığa geçtiğini muhtemelen görmedi. o kadar eski bir olay, düşünün. ama bir daha düşünün, bu eski olay bile bülent ersoy'a dün gibi geliyordur. zaman ne denli çabuk gelip geçiyor bir farkına varalım. varalım ve bu hayatı daha bir dolu yaşayalım. bülent ersoy'dan konunun nasıl buralara geldiğini de sorgulamayalım * konu bu, gelir geçer. konu bu, konar göçer *
    ···
  • +1 -1
    afyon dinlenme tesisleri ni müze niyetine gezmek
    yolculuklarda farklı şehirlere giderken afyon dinlenme tesisleri'ne uğrarken yapılabilecek ikinci etkinlik. ilki tahmin edebileceğiniz üzere lavaboya girmektir. lavaboya girip işinizi halledersiniz ve sonra otobüsün kalkış zamanı da gelmemişken bu turistik ve mistik müzeyi gezmeye başlarsınız. gezmekten başka çareniz yoktur zira hem dinlenme tesisi olduğu için hem de ekonomik koşulların zorluğundan mütevellit ürünler çok pahalıdır. öyle ki bakılabilecek binlerce ürün varken alınabilecek ürünler cips, çikolata, sakız gibilerden öteye gidememektedir. varlık içinde çekilen yokluğun bir nişânesidir afyon dinlenme tesisleri. siz de bunu çaresizce kabullenerek geziye başlarsınız.

    geleneksel ürünler dikkatinizi çeker ve afyon'un yemek kültürüne hayranlık duyarsınız. özellikle lokum, şekerleme, kaymak ve kaymak ürünleri, ekmek kadayıfı, sucuk, helva, pişmaniye gibi yiyecek maddelerine baktıkça alasınız gelir. sonra fiyatına baktıkça da sağa sola dalasınız gelir. devam edersiniz dolaşmaya ve keşfetmeye. basit bir çakıl taşı çikolata, bonibon ya da çikolata kaplı ürünün bile nasıl şatafatlı şekilde sunulduğunu, değerlileştirilip fiyatının da doğru orantılı arttığını görüp hayretlere düşersiniz. algı yönetiminin önemini yine hatırlarsınız. sadelikle değil, gururla ve gösterişle sunulan bu ürünler adeta güzel ve ulaşılmaz olduğunun farkında olup bunu kendi lehine kullanan türk kızları gibidir. ulaşamazsınız ve mundar dersiniz. yüreğinizi de mundar edersiniz.

    yaşadıklarınızdan hareketle içinizi bir amaçsızlık duygusu da kaplar. evet, otobüste uzun süre oturmak sonucu girdiğiniz halsizliği yürüyerek gidermişsinizdir. aynı zamanda lavabo ihtiyacınızı da sorunsuzca halletmişsinizdir. fakat baktığınız ürünler alınmak içindir ve siz hiçbirini alamamışsınızdır. öyle gezip durmuş, afyon kültürüne dair bilgi dağarcığınızı genişletmişsinizdir yalnızca. hani bazen sıcaktan bunalıp markete gider, bir serinleyip çıkarsınız ya klimanın etkisiyle; afyon dinlenme tesisleri'nde buna gerek de yok çünkü afyon'un zaten bütüncül bir soğukluğu vardır. şehre varınca hava da serinler zaten. yani boşunadır oraları gezip görmeniz. ali koç falan değilseniz, vergi rekortmenliği konusunda rakiplerinizle amansız bir yarış vermiyorsanız o ürünler sizi ukalaca karşılar ve fakirliğinizi yüzünüze vurmaktan geri kalmaz.

    siz iyisi mi gidin ucuz bir markete, işinizi görün. unutmayın ki afyon dinlenme tesisleri tek çare değildir. çare sizsiniz, siz!
    ···
  • 0
    dinleyecek şarkılar keşfetmek için berbere gitmek
    son birkaç yıldır yaptığım ufuk açıcı ve ilham verici eylem. bilirsiniz, insanlar genelde saç ve sakallarının uzunluğundan rahatsız olacak seviyeye gelir ve hem daha uygun bir görünüm elde etmek hem de rahatlamak için berbere gider. ben de öyle yapıyorum, fakat son zamanlarda benim berbere gitmemi sağlayacak ikinci bir amacım daha oluştu. resmen bir zorunluluktan çıkıp zevk meselesi hâline geldi berbere gitmek. ikinci amacım da başlıkta aktarıldığı üzere yeni şarkılar bulmak. evet, sıkı bir şarkı dinleyicisiyim ve sürekli bilinmedik şarkılar bulup sindirmeye çalışırım. keşfettiğim şarkıcıların da her şarkısını merak edip açarım. bunu genelde televizyondaki müzik kanallarında ve youtube'da yaparken artık bunun için yeni bir yöntem daha var, tıraş olmak.

    ne zaman tıraş olmak amaçlı berbere gitsem kapıdan içeri girer girmez (bkz: joytürk fm), (bkz: dream türk fm), (bkz: kral tv), (bkz: nr1) gibi radyo kanallarında binbir çeşit şarkıcının seslendirdiği binbir çeşit pop şarkısı yer alıyor. hep de daha öncesinde denk gelmediğim güzel şarkılar çalınıyor o radyo frekanslarında. radyoları takip etsem belki bu kadar şaşmayacağım bu şarkılara fakat böyle bir alışkanlığım yok ne yazık ki. berberin direktiflerine uyup saçımı kestirirken aynı anda o çalan şarkılara da dikkat kesilip sözlerini ezberlemeye ve eve gidince şarkıyı bulmaya çalışıyorum. bu hem zevk veriyor hem de aynı anda birden çok işe kanalize olduğum için beyni geliştiriyor.

    mesela dün berberde (bkz: tuğkan) adında bir şarkıcının (bkz: özledim) adında bir şarkısını keşfettim. bir parça melankolik bir müziğe sahip, akılda kalıcı nakaratı ve genel olarak başarılı sözleriyle dikkat çekiyor. müzik altyapısı da gitar, piyano ve bateriyle icra edilmiş ve yormayan bir yapıda. sanatçının hem peste hem tize çıkarken yumuşak, sakin bir sesi var. şimdi ben berbere gitmesem nereden bulayım da açayım (bkz: tuğkan) isimli bir şarkıcının (bkz: özledim) isimli eserini? doğruya doğru. keşfedilmemiş milyonlarca hazine var müzik toprağının altında.

    berberde tanıştığım bir diğer şarkı da (bkz: mor ve ötesi) grubunun (bkz: oyunbozan) isimli parçasıydı. iki yıl öncesinde tanışıp sonra aklımdan silinen fakat şimdi hafızamı zorlayıp yine hatırladığım bu şarkı da akıcı temposu, derin sözleri ve (bkz: harun tekin)'in harika sesiyle keyifle dinlenesi bir şarkı. özellikle nakaratın son mısrasındaki ölüm kadar rahatmış ayrılık. sözü beni çok etkiledi. ayrılığın ve hayattaki birçok hüsranın aslında bizi nasıl ağır yüklerden kurtardığını ve özümüze döndürdüğünü anlattı bu söz bana. bu vakitten sonra da keyifle dinleyesim var bu şarkıyı uzunca bir süre.

    anlayacağınız; artık nostalji hevesimin baş göstermesinden mi, yeni şarkılar keşfetmenin hazzından mı yoksa saç ve sakallarım kesilirken ikinci bir uğraş edinme arzumdan mı bilmem ama bir şarkı dinleme yeri olup çıktı gittiğim berber benim için. ustanın, çırakların, orayı uğrak yeri edinen arkadaşların ve anlık müşterilerin kendi aralarında keyifli sohbetler çevirdiği, aynı zamanda arka planda da pop ağırlıklı müzikler çalan tam bir kültür-sanat merkezidir aslında bütün berberler. sinema, tiyatro, bale veya opera gibi kültürel etkinliklere paranız yetmiyorsa berbere gitmenizi öneririm. hem samimi bir ortam olur, güzel vakit geçer *
    ···
  • +1
    az seyircili ptt 1 lig gündüz maçlarının spikeri
    vardır böyle spikerler. trt spor'da veya bein sports'ta diğer programlardan artakalan zamanlarda ptt 1.lig maçları yayınlanır. bu maçların bazıları akşam olur ve seyircili, köklü takımlar oynar. spiker de bir ölçüde iyiyse değme o maçların keyfine, süper lig'deki maçların %85,73'ünden daha iyi olur emin olun. fakat öyledir ki bazı maçlar, öldürür resmen spora olan şefkatinizi. güneş giren stada futbol girmez, taraftar girmez; güneş giren stada iyi spiker girmez; gireni de eritip asimile eder sanki o gündüz maçlarının kalitesizliği. klagib olacak belki ama uyku sorununuz varsa sorunu hemen pgibolojik nedenler ve ortam şartlarının elverişsizliğinde değil de bu tür maçları izlememekte arayın. belki de bir ptt 1.lig maçı izleseniz gündüz vakti, uyursunuz sereserpe.

    biz spikere dönelim. abi bu kadar düz bir ses, böyle heyecansız bir anlatım olabilir mi? adamın ne sorunu olduğunu da bilemiyorsun o anda. çünkü maça odaklanmışsın ve dış etkenlerden sıyrılmışsın. evet türk ekonomisinden bile. sadece maça odaklanmış durumdayken spikerin de üst seviyede olmasını bekliyor insan. tabii deneyimi, bilgileri ve oyuncu telaffuzları belli bir seviye içeriyor ama dediğim gibi heyecanı önceden varsa bile o gündüz maçlarında yok oluyor resmen. maç esnasında penaltı olduğunu bile televizyon ekranına bakarken hakemin işaretine denk gelince anlar mı yahu insan? penaltıda bile mi yükselmez o ses? golde bile mi o derviş el etek çekmişliği sarar sesini ve ruhunu? iddia mı oynadın diyeceğim de iki takım da gol atınca aynı tepkisizliği veriyor. 0-0 bitsin diye mi iddia oynadın be adam?

    be adam, hep mi gol izliyorsun hayatında? gol atmayı nefes alıp vermek gibi her an olan istemdışı bir etkinlik mi sanıyorsun? her şey mi normal senin için yahu? insan hiçbir olaya şaşırıp ses yükseltmez mi? hep o emekliliğinde yazlıkta takılan babacan ve sessiz sakin kişiyi andıran tepkiler maç anlatırken... ben 3 kere maça gittim, biri 0-0, ikisi de 1-1 bitti. gol duasına çıkacağım artık maçlarda, bir hareketimsi görünce deliriyorum. gole bu kadar mı alışıksın ey spiker, nedir bu durgunluğun özü?

    geçen afyonspor-karabükspor maçının özeti düştü önüme. aslında 5 yıl öncesinin ptt 1.lig maçı. yine gündüz maçı, yine az taraftar ve yine o tepkisiz ve düz sesli spikerimiz... hayır maç da güzel geçmiş, afyonspor 5-0 kazanmış. özeti izliyorum, afyonspor sağlı sollu geliyor. direkten dönen 3 top falan var, kalecinin tuttukları var, dışarı giden top var, zaten 5 tane de gol var. olm penaltı var lan * afyonspor penaltı kullandı, yine o -5 desibelli moralsiz ses. gollerde yine öyle, kaçan pozisyonlarda yine öyle. sen ne yapıyorsun baba? afyonspor-karabükspor maçı mı anlatıyorsun yoksa afyon'a sürgüne mi gittin? kız meselesi mi diyeceğim, e hep böyle anlatıyor. sürekli aşk acısı yaşayacak hâli yok, profil olarak da zaten işinde gücünde birine benziyor. büyük bir sır bu spikerin alçak sesi ve coşkusuzluğu.

    mesela bu adamı işe alırken nasıl aldılar? hangi kriterler baz alındı? diyelim ki telaffuz, oyuncu bilgisi, futbol tarihi bilgisi ve diğer branşlar iyi. yahu bari anlatım biçiminden eleyin adamı * ya da başka branşları anlatsın. çok mistik bir abi bu, kızamıyorsun da çünkü o alçak ve düz seste biraz samimiyet de var. ama futbol gibi eğlenceli bir unsurdan bu denli sıkılmak ve bu duyguyu sesine yansıtmak da nedir ey insan! garip... garip olduğu kadar da kaçılası. tek dileğimiz, böyle maçlar ve anlatımlar artık azalıp daha coşkulu anlatımlara bıraksın yerini. hayır tenezzül edip ptt 1. lig maçı izliyor insanlar. onlara saygı olsun biraz. lütfen...
    ···
  • daha çok