/i/Hikaye

Herkesin bir hikayesi var, ya senin hikayen nedir?
  1. 1.
    +29 -6
    Gergin bir keman teli gibi olacaksınız bazen, dokunsalar kopacak gibi hissedeceksiniz kendinizi. Bazen sanki beni anlatıyor diyecek, sonunu tahmin edeceksiniz. Her tahmin olumsuz sonuçlansınca hayal kırıklığı yaşayacaksınız. Ajite edilmiş ve abartılmış bir hayat hikayesi sanacaksınız ve belki bu yüzden içinizde okuma isteği azalacak. En önemlisi olay akışı çok yavaş gerçekleşeceği için çoğu zaman sıkılacaksınız. Hep merak edeceksiniz: neredeydi, nereye geldik? Neyin ne olduğunu ancak anlatacaklarım bitince farkedecek, olmadı diyeceksiniz böyle bitmemeliydi.
    ···
  2. 2.
    +12
    Kapı çaldı. Gelenler ne zamandır beklediğim polisler olmalıydı. Evet! Kapıyı açmamı bekliyorlar. Sonra da kelepçeyi ellerime takıp alıp zütürecekler beni ve saatlerce ifademi alacaklar.
    ···
  3. 3.
    +10
    Yine bir komşu kapıyı çalmışsa bu kez ağzımı açıp içimden geldiği gibi söveceğim. Kalkıp kapıya gittim. Elim ayağım titriyor. Açsam mı açmasam mı diyorum kendi kendime. Aç gitsin diyerek elimi kapı koluna uzatıyorum. Kapının öbür tarafında ölüm de olsa gelecekse de gelsin.
    ···
  4. 4.
    +9
    Gelen polis değil. Aslına bakarsanız gelen hiçkimse değil. Kapının önünde kimse yok. iyi de kim bastı o zaman zile diyorum kendi kendime. Kapı çaldı duyduğuma eminim oysa. Kendimden emin olduğum kadar eminim. Yoksa bu bir şaka mı? Mahallenin yaramaz sıpalarından biri mi zile basıp kaçıp gitti.
    ···
  5. 5.
    +9
    Kötü bir şey olacak biliyorum. Nereden biliyorsunuz diye sorarsanız işte onu bilmiyorum. Sadece şu kadarını söyleyebilirim. içiniz daralır, ruhunuz bunalır, sebepsiz bir sıkıntıya kapılırsınız ve anlarsınız. Kimileri buna altıncı his diyor. Benimki de öyle işte. Kapıyı açtım. Hata açarken o kadar eminim ki zile basanın polis olduğuna, o kadar eminim ki polislerin ellerime kelepçe takacağına, iki elimi de uzatmayı ve hiç zorluk çıkarmamayı aklımdan geçiriyorum.
    ···
  6. 6.
    +7
    Arka koltukta iki polisin arasındayım. O da ön koltukta şoförün yanında oturuyor. Arka çaprazdan yüzünün yarısını görebiliyorum. Evet bu bayanı kesinlikle bir yerlerden tanıyorum hem de çok iyi tanıyorum. Nereden tanıdığımı hatırlamaya çalışıyorum. Yok bir türlü çıkaramıyorum. Dejavu... Dejavu olabilir mi? Hani bazı durumlarda bir şeyler yaşarken bunu daha önce de yaşadığınız hissine kapılırsınız. Birazdan şunlar yaşanacak dersiniz de dediklerinizi yaşarsınız ya öyle bir durum mu anlamlandırmaya çalışıyorum. Bir ürperti bir titreyiş gelip geçiyor bedenimden. irkiliyorum. Gözüm şoförün kullandığı dikiz aynasına takılıyor arada bir. Şoförle göz göze geliyoruz zaman zaman. Bakışlarımı kaçırıyorum. Hala sessizlik...
    ···
  7. 7.
    +6
    Neden getirildiğimi ne zaman söyleyeceklerini soruyorum. Bana içinde fotoğrafların olduğu dışından bile belli olan sarı bir zarf uzatıyorlar. Açıp bakıyorum. Kıyıya vurmuş bir sürü ölü balık... Bu ölü balıklarla ve buraya getirilmemle ne alakam olduğunu soruyorum. Fotoğraflara bakmaya devam etmemi istiyorlar. Bütün fotoğraflara tek tek bakmamı...
    Elleri hala belinde "Yazık değil mi, Allah'tan korkmadın mı?" diyor. Balıkların ölümüyle ilgim olmadığını söylüyorum. Son fotoğraflara geldiğimde sebebini anlıyorum. Eğer bana benden daha çok benzeyen tıpatıp ikizim yoksa bu fotoğraftaki benim. Sonra bu fotoğrafı kendilerine kimin getirdiğinden, hakkımda şikayet olduğundan bahsediyorlar. Üzülüyorum. Korkuyorum ama çok üzülüyorum. Korkum bir hafta önce gerçekleştiği söylenen bu yere balık tutmak için en son yaklaşık on beş sene önce gitmiş olmamdan kaynaklanıyor. O zaman da her köşe aşına hatta ağaçlara dahi yerleştirilmiş olan güvenlik kameraları yoktu. Fotoğraflar yeniydi evet ama ben neden oraya balık tutmaya gittiğimi hatırlamıyorum? Çok iyi biliyorum ki balıkların ölümünden sorumlu olan ben değilim. Fotoğraftaki benim. Yok ben olamam. Fotoğraflar yalan söylüyor olamaz. Polisler aklımla mı oyun oynuyor yoksa aklım benimle mi oyun oynuyor? Bilmiyorum.
    ···
  8. 8.
    +6
    Etrafa göz gezdiriyorum. Birileri şaka mı yapıyor, anlamaya çalışıyorum. Kimse yok işte yine hayal kırıklığına uğramış durumdayım. Zannettiğiniz gibi tutuklanıp içeri girme meraklısı biri değilim. Aslına bakarsanız öyle tutuklanmayı hak edecek bir suç da işlemedim. Daha da ötesi suç da işlemedim ki.
    ···
  9. 9.
    +6
    Hala okumakta kararlıyım diyenleri görelim.
    ···
  10. 10.
    +5
    Yok hayır içimdeki bu sebepsiz sıkıntı boşuna değil. Felaket tellallığı yapmak ve zorla kendime bela çağırmak düşüncesiyle değil. Kötü bir şey olacak. Olmalı. Olmak zorunda olmak zorunda. Yoksa şizofren olduğumu düşünmek zorundayım.
    ···
  11. 11.
    +6 -1
    Şukusuz UP ne Atak Mert Korkusuz
    ···
  12. 12.
    +5
    Zaman zaman olayların akışını kesip belki de size saçma sapan gelecek bir takım açıklamalar yaptığımın farkındayım. Anlatacaklarım bu yüzden size sıkıcı gelecektir. Bunun da farkındayım. Ancak, şunu bilmenizde fayda var: bazı ayrıntılar var ki atlayamazsınız, onları gün ışığına çıkarmazsanız çok önemli olan şeyleri dahi sağlam bir zemine oturtamazsınız. Keçi boynuzu yediğinizi düşünün, zerrece bal tadını alabilmek için epeyce odunsu şey yemek zorunda kalırsınız. Halbuki ki aslında keçi boynuzuna o tadı verenin odunsu kısmı olduğunu söylerler. Faydalarını saymakla bitiremeyen bir çok kişi o odunsu kısımlar olmasa keçi boynuzunun bir halta yaramayacağını anlatır.
    ···
  13. 13.
    +5
    Ellerimi kelepçelenmeye müsait bir şekilde uzattım. istemsizce ve şuursuzcaydı davranışlarım. Kelepçe takmayacak mısınız diye sormam da şuursuzcaydı. Kabullenmiş bir şekilde ellerimi uzatmam onu rahatlatmış olmalıydı. Elini silahından kaldırdı kelepçelerine zütürdü. Sivil olsa ve böyle bir durumda olmasa birçok kişinin hayallerini süsleyecek kadar etkileyici bir yüzü ve fiziği vardı. Galiba kelepçeyi o takacak diye düşünürken ekip başkanı olduğunu zannettiğim biri kelepçeye gerek olmadığını söyledi. Rahatlamıştım. Beni en azından kelepçelenmiş bir şekilde görmeyecekti kimse. Onların daha sonra soracakları bir sürü saçma sapan soruya cevap vermek zorunda kalmayacaktım. Belki de programlanmış bir robot gibi bana yöneltilen o soruları aynı cümlelerle geçiştirmek zorunda kalmayacaktım.
    ···
  14. 14.
    +5
    Emniyet müdürlüğü binasına girerken ortasında kocaman bir masanın bulunduğu küçük ve karanlık bir odaya zütürüleceğimi düşünüyorum. Hani şu filmlerdeki gibi tepesinde bir lambanın, duvarlarının birinde arkasını göstermeyen aynanın olduğu bir oda. irademi zayıflatıp söylememi istedikleri her şeyi ağzımdan, tereyağından kıl çeker gibi çekip alacakları bir oda.
    Hiç de düşündüğüm gibi olmadı. Bildiğiniz sıradan bir ekip odası. Bilgisayarların masaların ve dosya dolapların olduğu sıradan bir oda.
    ···
  15. 15.
    +5
    Ben hala bilinçaltımın bana oynadığı oyunlara takılıyım. Bir de geleceğe yönelik oynadığı oyunlar var. Şu dejavu dedikleri şey. O da bilincin oyunu değil mi? Gaybı sadece Allah biliyor, amenna! inanıyorum. Bir de kullarına bilinmesini istediği kadarını bildiriyor. Yani sadece izin verdiği kadarını. Ben buna kendimce yeni bir isim verdim. Bilinçüstü. Zihnimizin geçmişe yönelik oyunlarına bilinçaltı diyorsak, geleceğe yönelik olanlarına da düz mantık hesabı, Bilinçüstü demeyi uygun gördüm. Belki başkaları buna farklı bir isim verdi. Belki aynı mantıkla başkası benim verdiğim bu ismi benden çok daha önce verdi ve kullanıyor. Bilmiyorum.
    Bilinçüstümün yaklaşık 20 dakika önce bana oynadığı bu oyun neyin nesidir. Bu bayan polisi nereden tanıyorum. Bundan daha kötüsü neden hatırlayamıyorum. Hatta hatta bundan daha da kötüsü diğer polisler mesleklerinin gereğini rutin bir şekilde yerine getirirlerken o neden bana böyle öfkeli bakıyor. Elinden gelse tereddüt etmeden kafama sıkacak gibi. Dişlerini birbirine kenetlemiş nefesini alırken de verirken de burnunu kullanıyor. Burun deliklerinin bir genişleyip bir daralmasından anlıyorum. Elleri belinde nefes alırken diri ve dik göğüsleri bir yukarı bir aşağı kalkıp ve iniyor. Galiba bilinçüstüm bana bu bayan polisin kim olduğunu hatırlatana kadar olanlara bir anlam veremeyeceğim.
    ···
  16. 16.
    +4
    Neredeyse bir saate yakın beklememe rağmen gelen giden olmadı. Sıkıldım ve odadan dışarı çıkıyorum. Bir işi çıkmış olmalı. Bir tiryaki için azamsanamayacak kadar uzun zamandır sigara içmiyorum. Beni almak için gelmeden önceki süreyi de katacak olursam üç saat kadar. Özellikle de hiç alışık olmadığım karakol, polis, sorgu, ifade gibi sıkıntılı ortamın verdiği stresi de hesaplayarak olursak benim için dayanılması zor bir zaman dilimi anldıbına geliyor. Kapıdan çıkar çıkmaz bir sigara yakıp bahçedeki kamelya bulunan bankalardan birine oturuyorum. Öte taraftan buralarda mı diye sağıma soluma bakınmayı da ihmal etmiyorum. Arkamdan omzuma dokunan bir el.
    ···
  17. 17.
    +4
    Beni getiren polislerden biri. ifadem alınırken de odada bulunuyor ve halletmesi gereken işiyle ilgileniyorken benimle ilgili olan konuya ilgisiz gibi hörünmeye çalışıyordu. Neden gitmediğimi birkaç cümleyle anlatıyorum. Kimi beklediğimi de. Adının Elif olduğunu öğrendiğim bayanın acil ve önemli bir görevinin çıktığını söylüyor umarsız bir tavırla. Boşuna bekleyeceğimi bugün gelmesinin çok zor olduğunu ekliyor sözlerine. Gelse bile görüşemezmişim. imkansızmış. içimdeki merak ateşiyle ve ertesi gün görüşürüz düşüncesiyle ağır adımlarla oradan ayrılıyorum. Eve de gitmeyi istemiyorum. Uzun zamandır evden işe işten eve git gel. Sıkıldığımı ve dışarıyı özlediğimi farkediyorum. Görsel hafızamın iyi olduğunu söyleyebilirim. Bakmakla görmek arasındaki farkı iyi bilirim yani. Fotoğrafların çoğu gözümün önünde duruyor gibi. Oraya gitmeye karar veriyorum birden. Çık uzak değil. On beş, yirmi dakika arası yürüme mesafesinde. Orada belki aradığım bir şey bulurum düşüncesindeyim.
    ···
  18. 18.
    +4
    Hak veriyorlar. ifademi alıyorlar. Gidebilirsin diyorlar. istersem beni evime kadar bırakabileceklerini söylüyorlar. Yürümek istediğimi söyleyip çıkıyorum. Kapının önüne geldiğimde arkadan sesini duyuyorum.
    "Bir dakika bekler misiniz?" diyor. Dönüyorum. Bu ses de bana oldukça tanıdık geliyor. Kendisiyle gelmemi istiyor. Soldan ikinci koridordan dönüyoruz. Koridorun sağındaki en son odaya girmemi istiyor benden. Hala sesi nefret dolu hala öfkeli bir şekilde nefes alıp veriyor."Buyrun sorun nedir?" diyorum. Kapıyı sertçe kapatıp yakamdan tutup duvara yaslıyor ve işaret parmağının ucuyla göğsümün üstüne bastırarak "Beni de öldürdün sen!" diyor. Beni de öldürdün! iyi olup olmadığını anlamak için yüzünden kaçırdığım gözümü yerden kaldırıp yüzüne bakıyorum. Gözgöze geliyoruz. Yüzündeki öfke gözlerinde yok. Gözler yalan söylemez diyorlar ya anlıyorsunuz. O an bu sözün anldıbını yeniden keşfediyorum. "Gözler yalan söylemez."
    ···
  19. 19.
    +4
    Önceleri insanlardan kaçıp giderek kendimle baş başa kalmanın huzurunu yaşadığım, sonraları beni her hatırladığımda dertlere garkeden acılarla dolu geçmişimde kaybolduğum ve kaçtığım o yer. Bu sefer kim bilir hangi hatırlamak istemediğim acımı suratıma suratıma çarpacak düşüncesiyle adımlıyorum yolları. Bu gidiş her zamanki gibi bir gidiş değil. Bu gidişte her zaman olduğu gibi elimde olta yok mesela. Yol boyunca yarısını yediğim fırından yeni çıkmış buharı üstünde sıcacık ve burcu burcu kokan ekmek yok. Burcu burcu kokan... BURCU, BURCU!.. Evet evet! O! Burcu...
    ···
  20. 20.
    +4
    Kanunlar karşısında suç işlememeniz suçsuz olduğunuz anldıbına gelmiyor. Kendinizi suçlu hissedip hissetmemeniz vicdanınıza başlayıp bitiyor. Oysa ben kendimi vicdanen suçlu görüyorum ve kendimi çoktan mahkum ettim.
    ···