/i/Sözlük İçi

sözlük içi.
  1. 5.
    0
    Biz başkanlığı tartışırken başımıza hangi çorap örülüyor

    Rus uçağını düşürdüğümüzde Putin, “Türkiye'deki mevcut yönetim er ya da geç değişecek” dedi.

    Rusya Genelkurmay Başkanı Gerasimov, “Türkiye'nin artık Karadeniz'in efendisi olmadığını” iddia etti.

    Tüm bunlara rağmen sanki büyük devletlerin politikalarını tek kişi belirliyormuş zannıyla, özellikle PYD/YPG'ye destekten vazgeçmediği için “küstüğümüz” Obama'yı bırakıp, Rusya'yla, Putin'le, Gerasimov'la “dost” olduk. O kadar ki,  Gerasimov o lafların ardından Genelkurmay'a geldi. Hemen peşinden bizim Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar ile MiT Müsteşarı Hakan Fidan Moskova'ya  gitti, Türkiye ile Rusya arasında Suriye'deki operasyonlar için “koordinasyon” anlaşması imzalandı.

    Önceki gün tüm gazetelerde Hulusi Akar ve komutanların Karargâh'ta sabaha kadar El Bab operasyonunu bizzat yönettiğine, operasyonu an be an izlediğine dair haberler verdi.

    Ya göremediler, ya istirahate çekilmişlerdi; Rus jetleri gelip, “yanlışlıkla” birliğimizi vurdu. 3 şehit verdik.

    iktidar medyası bu yanlışlık için, “Dost ateşi... Rus jetleri hedef şaşırdı... Kazayla vurdu” gibi başlıklar kullanmış.

    “Dost ateşi” mi?

     Rusya'yla “dostluk” meselesine geçmeden önce ABD'nin bizden ne istediğini hatırlatalım.

     2011'den beri söyledikleri şuydu; “Bizim yerimize Suriye'ye girin, IŞiD'le savaşın”!..

    Olmadı, oldurulamadı. imralı'daki teröristbaşının koordinesinde PYD/YPG'yi başımıza musallat ettiler.

    Pazarlığa başladık; “Onu alma, beni al”!..

    Adamlar asırlık “Büyük israil” projesine kilitlenmiş, geri adım atar mı?

    Bir yandan PYD/YPG'yi silahlandırdılar, bir yandan Türkiye'ye, “Hadi Suriye'ye gir, IŞiD'i hallet. Yanına da PYD/YPG'yi al. Yoksa bu işi kara gücümüz PYD/YPG'ye yaptıracağız” dediler.   

    Yine olmadı, oldurulamadı. Taa ki, 15 Temmuz'a kadar.

    Sonra PYD/YPG ile mücadele, “terör koridorunu” engelleme amacıyla Suriye'ye girdik. Kısa bir süre sonra baktık ki, sadece IŞiD'le savaşıyoruz!.. Obama'nın IŞiD'le Mücadele Özel Temsilcisi olan ve Trump'ın da görevine devam etmesini istediği McGurk, “15 Temmuz'dan sonra Türkiye'nin bölgeye bakışının değiştiğini, Kürtlerin tarihi bir fırsat yakaladığını” söylemedi mi?

    Bu arada Obama'ya küstük, yüzümüzü Rusya'ya döndük de; Rusya'nın Suriye, PYD/YPG politikası ABD'den çok mu farklıydı?

    Yooo!..

    Rusya da sadece IŞiD'le savaşmamızı istiyordu, istiyor...

    PYD'ye Moskova'da ofis açtırdılar, hâlâ da açık...

    Astana görüşmelerine PYD'yi çağırmasalar da sonradan görüşüp, Suriye için hazırladıkları anayasa taslağını sundular...

    Anayasa taslağında, “Suriye Kürtlerine kültürel özerklik” vardı... Bunun “siyasi özerkliğe” alıştırma olduğu belliydi, ama göstermelik itirazlar dışında Türkiye'nin gıkı çıkmadı...

    Ve daha iki gün önce Rus Dışişleri Bakanlığı'ndan yapılan açıklamada, “PKK ve YPG'yi terör örgütü görmüyoruz. Rusya'da bu örgütler resmi olarak teröristler listesinde değil. Bu bir gerçek, durum böyle” denildi...

    Rus Dışişleri Bakanı Lavrov, Suriye konusunda ABD ile “koordinasyonu” sürdürdüklerini söyledi...

    Ve daha dün Rusya'nın BM Cenevre Ofisi Daimi Temsilcisi Aleksey Borodavkin, Cenevre'de yapılması planlanan Suriye barış görüşmelerinde “Kürtlerin de masada bulunması” gerektiğini bildirdi...

    KALEM KALEM RUSYA'YLA “DOSTLUĞUMUZ”

    Rusya'yla “dostluğumuzun” diğer kısımlarına da bakalım:

    Bilindiği gibi Erdoğan, NATO'nun Karadeniz'de daha etkin olması çağrısında bulunmuştu. O zamandan beri Karadeniz'e giren çıkan belli değil. Rusya'nın NATO Daimi Temsilcisi Aleksandr Gruşko iki gün önce, “NATO'nun Karadeniz'de güçlenmesinden rahatsız” olduklarını belirtip, “Montrö anlaşması var, bu anlaşmaya göre bölge dışındaki ülkeler orada kendi gemilerini tutamazlar, fakat son zamanlarda bu rejime baskı yapıldığını görüyoruz... NATO planlarına yanıt vermek için tüm önlemleri alıyoruz” dedi.  

    Malum Yunanistan'la Kardak krizimiz var. Genelkurmay Başkanı Akar bile Ege'de boy göstermek zorunda kaldı. Peki “dostumuz” Rusya'nın tavrı ne oldu; Yunanistan'a S-300 füzeleri satmak üzere 3 anlaşma imzaladı. Yunanlı generaller, “Türkiye'nin tahriklerine böyle mesaj verdiklerini” açıkladı. 

    Başka? Rusya, tüm dünyanın tepemize çöktüğü Kıbrıs konusunda da Rum-Yunan tezlerini destekliyor.

    Tablo bu iken, dün Rusların askerlerimizi “yanlışlıkla” vurmasına “dost ateşi” denebilir mi?

    Suriye Ordusu mu yoksa PYD/YP ile karşı karşıya geldiğimiz için mi veya “eve”, yani Trump'lı ABD'ye dönüşe hazırlandığımız için mi bu “uyarıya” maruz kaldık bilinmez, ama Putin ve Rus Genelkurmay Başkanının “üzüntülerini” bildirmesine sevindirik olduk.

    Ne yani, bizim “kahramanlar” gibi ortaya fırlayıp, “Vur emrini ben verdim” mi diyeceklerdi?!.

    Derken, Kremlin Sözcüsü Dmitriy Peskov'dan son dakika açıklaması geldi. Peskov, “Uçaklarımız, Türk partnerlerimizin verdiği koordinatlara göre hareket etti, orada Türk askerlerinin bulunmaması gerekiyordu” dedi.

    Doğruysa eyvah ki, ne eyvah!.. Bu durumda da Hulusi Akar ve komutanlara, o gece masa başında ne yaptıklarını sormamız gerekecek. 

    EVE DÖNÜYORUZ DA

    Devam edelim.

    Peki Obama gitti, Trump geldi ve Ankara “eve dönmeye” hazırlanıyor da; ABD'nin bölgedeki hesapları, Türkiye'den beklentileri değişti mi?

    Hayır!.. PYG'yi silahlandırmaya devam ediyor. Daha birkaç gün önce medyamız, ABD'nin YPG'ye bu kez de “tank katili”  anti tank füzesi FGM-148 Javelin verdiğini yazmadı mı?

    Yine medyamız, ABD'nin bombaladığı yerlere YPG'nin paçavralarını diktiğini duyurmadı mı?

    Türkiye'ye “gerekli mesajları” vermekle görevli, eski Ankara Büyükelçisi James Jeffrey birkaç gün önce Senato Dış ilişkiler Komitesi'nde yaptığı konuşmada, “Rakka'yı alma planımızdaki temel hedefimiz Türkiye'ye rağmen değil, Türkiye ile birlikte hareket etmek olmalıdır” dedikten sonra bölgedeki en büyük tehlikenin IŞiD olduğunu söylemedi mi? Ve de, “Türkiye'nin, ABD'nin YPG'ye verdiği desteğin uzun vadeli hedeflerini anlamasını” istemedi mi?

    Keza Obama döneminde Dışişleri Bakan Yardımcısı olarak defalarca Ankara'ya gelip, “IŞiD'le mücadelemizi” planlayan Antony Blinken Trump'a sunduğu planda, “Türkiye'nin Suriye Kürtlerinden önce DEAŞ'dan kurtulmak için El Bab'a girdiğini ve ABD'nin bunu desteklemesi gerektiğini” vurgulamadı mı?

    Trump'ın Erdoğan'dan önce Suudi Arabistan Kralı Salman'ı arayıp, “güvenli bölge” meselesini onunla konuşmasını, Salman'dan “Suriye ve Yemen'de güvenlik bölgeler oluşturulmasını desteklemesini rica etmesini” geçelim. Trump ve Salman, “iran'la nükleer anlaşmanın  dikkatli  şekilde takibinin önemi ve iran'ın bölgedeki istikrarsızlaştırıcı eylemlerini” de konuştu. 

    Trump'ın Suriye'den öte iran'ı da hedefine oturttuğu ayan beyan ortada. Niye? Aynen Obama gibi, “ABD'nin varlık sebebinin israil'in güvenliğini sağlamak olduğuna” inandığı, artı “islamist teröre” savaş açtığı için.

    Özetle, yakamızı paçamızı biraz daha kaptırırsak işimizin El Bab, Rakka ile bitmeyeceği, iran'la savaşa kadar vardırılacağı anlaşılıyor.

    Yoksa Trump'ın Türkiye'ye göndereceği ilk yetkili niye CIA Başkanı olsundu? CIA eşittir “kirli işler” değil midir?

    KURTULUŞ SAVAŞI VERiRKEN-

    Çepeçevre kuşatıldık!..

    Erdoğan hiçbir Batı ülkesine gitmez ve davet edilmezken; ingiltere Başbakanı ABD'den doğruca Ankara'ya geliyor... Merkel geliyor... CIA Başkanı geliyor... ingiltere Genelkurmay Başkanı geliyor... Ve BM Genel Sekreteri geliyor...

    Hemen hepsinin ziyaretinin ortak hikmet-i sebebi Suriye, yani PYD/YPG ve Kıbrıs...

    Dört bir koldan çullanıyorlar...    

    Yeni bir Kurtuluş Savaşı verdiğimizi, önümüze Sevr'in konduğunu bizzat Erdoğan söylüyor.

    Peki biz neyle meşgûlüz? Rejim veya sistem değişikliğiyle!..

    Savaşta rejim veya sistem değişikliği mi olur? Savaş varsa, seferberlik ilân eder, ne gerekiyorsa yaparsınız; Elinizi tutan mı var?

    Ne tesadüf hem PYD'li Suriye planları, hem Kıbrıs müzakerelerinin masası Cenevre'de kurulacak!..

    Ne zaman mı? Türkiye başkanlık referandumu meydan savaşına girişirken...

    Kim bakar Cenevre'ye; Meleklerin cinsiyetini konuşmak varken!..
    Tümünü Göster
    ···
  2. 4.
    0

    ···
  3. 3.
    +2
    Ülkemiz
    Borc batagında kıvranıyor

    Kadınlara tecavüz ve şiddet hat safhada

    Devlet eliyle terör diye nitelendirdigimiz olaylar gerçekleşmekte

    Ülkenin her yerinde bomba patlatılmakta

    Bebekler Açlıktan ölüyor

    Biz sıcacık evimizde otururken dışarıda insanlar donuyor

    iktidar kendi işine gelmeyen ve kendisine karsı olan herkesi fetöcü diye iceri attırtıyor

    Yandas basın desteklenirken gerçekleri yazan basın kurulusları kapatılıyor

    Siyasi partilerin milletvekilleri tutuklanıyor

    Sovenist 15 temmuz tiyatrosu yapılarak insanların canı üzerinden oyun oynanıyor 15 temmuz darbesi aslında erdoganın 16 temmuzdan ıtıbaren basladıgı darbeye hazırlık asamasıydı

    Faturasını odeyemedıgı ıcın ınsanlar olduruluyor

    Puanı dusuk olan ogrencıler zorla ımam hatıp dayatmasına maruz kalıyorlar

    Egıtım sıstemımız bayat OECD ve PISA raporlarına gore cok gerıdeyız

    Sınavlar yuzunden ınsanlar ıntıhar edıyor

    Dın kullanılarak ınsanlar kolelestırılıyor

    4 kısılık bır aılenın aclık sınırı 1432 tl(sadece gida)
    yoksulluk siniri(gida, giyim,kira vs.) 4665 tl olmasina ragmen asgari maas 1404 tl dir hala comar gibi bu paraya talim olun ve tayyib babanizin verdigi makarnalari yiyerek sukredin bre cahil ordusu.

    Emperyalist ulkeler bizi somururken somuruye karsi cikan kesimi terorist ilan ederler ve siradan halka milliyetcilik duygusu asilarlar bu sekilde somuruye karsi cikan kisiler susturulur bu emperyalist yani somurgeci devletlerin bir taktigidir

    Yol yapti kopru yapti diyorsunuz da bir amerikali ekonomist sunlari soyluyor
    2005'de kaleme aldığı ‘Bir Ekonomik Tetikçinin itirafları’ kitabının yazarı John Perkins, emperyalizmin geri kalmış ülkeleri ele geçirme yöntemini bakın nasıl anlatıyor.

    “Kendi otomobilini üretemeyen ülkeye borç verip otobanlar yaptırırız. Sonra onlara arabalarımızı satarız. Sonra bankalarını satın alırız. O bankalardan halka ucuz krediler verip daha çok araba almalarını sağlarız. Böylece verdiğimiz o krediyi arabamızı satarak geri alırız, hem de faiziyle. O ülkeye dünya bankası ya da kardeş kurumlardan kredi ayarlarız. Ayarlanan kredi “ASLA” o ülkenin hazinesine gitmez. O ülkede ‘proje‘ yapan bizim şirketlerimizin kasasına girer. Enerji santralleri, sanayi alanları, limanlar, dev havayolları yapılır.

    Aslında insanların işine yaramayan bir yığın beton. Bizim şirketlerimiz kazanır o ülkedeki birileri de nemalandırılır. Toplum bu düzenekten hiçbir şey kazanmaz. Ama ülke büyük bir borcun altına sokulmuş olur. Bu o kadar büyük bir borçtur ki ödenmesi imkansızdır. Plan böyle işler. Sonunda ekonomik danışmanlar/tetikçiler olarak gider onlara deriz ki; “Bize büyük borcunuz var ödeyemiyorsunuz. O zaman petrolünüzü satın, doğal gazınızı bize verin, askeri üslerimize yer gösterin, askerlerinizi birliklerimize destek olmaları için savaştığımız bölgelere gönderin, Birleşmiş Millletler de bizim için oy verin! Elektrik su kanalizasyon sistemlerinizi özelleştirin!

    Onları Amerikan şirketlerine ya da diğer çok uluslu şirketlere satın…” Sosyal hizmetleri, teknik sistemleri, eğitim kurumlarını, sağlık kurumlarını hatta adli sistemleri ele geçiririz. Bu, ikili, üçlü, dörtlü bir darbeler serisidir.”

    UYANIN EY TURKIYE HALKLARI ULKENIN GELISTIGI ILERLEDIGI DIYE BIRSEY YOK AKSINE GERI GIDIYORUZ HERGUN INSANLAR OLUYOR TURKIYE HALKLARI KOLELESTIRILIYOR BU DUZENE BIR DUR DIYIN ORGUTLENIN GUCLENIN VE SOKAGA CIKIN HER NE OLURSA OLSUN SOKAGA DOKULUN ARTIK BU DUZENE BIR DUR DEME VAKTI GELDI
    Tümünü Göster
    ···
  4. 2.
    0
    Doğru diyosun panpa
    ···
  5. 1.
    0
    Adam çok iyi yazmış mk helal =I
    ···