/i/Hikaye

Herkesin bir hikayesi var, ya senin hikayen nedir?
    başlık yok! burası bom boş!
  1. 1.
    +17 -3
    bu hikayede okuyacaklarınız Abdullah Palaz'ın gerçek hayat hikayesidir..

    Kırka yakın ceza evinde ve elli yıla yakın yatmış olman Abdullah Palaz(antep canavarı) olarak tanınan abdullah dayıdan iyi kim bilebilir ceza evlerini? toplam 43 kişiyi öldürmüş olan abdullah dayının hayatı gerçekten ibret verici.. çünkü hiç kimse durup dururken bir başkasını öldürmez.. işlenmiş olan yüz cinayetin doksanını inceledegimizde tek suçlunun öldüren olmadıgını görürüz.. insanlara ellerinden gelen her türlü kötülügü yapıp onları madur etmekten zevk alan yeterince namussuzun var oldugunu hepimiz bilmekteyiz..

    biz dönelim yine ceza evlerine ve abdullah dayının cezaevlerinde maruz kaldıgı haksızlıklardan bazılarını kendi azından dinleyelim..

    edit:beyler okuyorsanız bir sukunuzu ekgib etmeyin
    ···
  2. 2.
    +9
    ***AFYON CEZA EVi***

    abdullah kendisi ile birlikte sürgüne giden onbir arkadası ile afyonceza evine geldiğinde gördüki afyon ceza evi konyadanda beter.. berbat bir ceza evi. yabancıyı yanlız mahkumlar degil idarede sevmiyor.. haksızlıklar diz boyu olmuş.. yerli mahkum acımasız alabildiğine yabancıları ve yoksulları eziyor.. idare ise abdullah ve arkadaslarına müthiş düşman.. sanki bütün ceza evi bir yana abdullah ve arkadasları bir yana olmuş.. idare tüm disiplinini ve acımasızlıgını onlara gösteriyor.. abdullahsa idarenin gözünde tam bir canavar..

    yani bir adam öldürmüşüz adımız canavara çıkmış.. ada neden adam öldürmüşüz soran dinleyen yok.. sanki ceza evlerinde benden başka adam öldüren yokmuş gibi,bu ceza evinin idarecileri yanlız beni katil görüyor.. oysa bu haksızlıklar, insanların ezilişi beni hep can almaya icbar etmiş.. şimdide afyon ceza evinin id***inin bu tutumu beni icbar ediyor.. birseyler yapacagım onlara ders verecegim ama neyle? elimde hiç alet yok.. üstelik ikigünde bir bizi donumuza kadar arıyorlar.. diger mahkumlara böyle bir muamele yok.. yanlız bize yapılıyor.. buda bir haksızlık elbette.. yerli mahkumlar benim ünümden adama akıllı rahatsız. bunu hissediyorum ben. benim silahsız oldugumuda cok iyi biliyorlar.. şimdi iş kalıyor bunların hep beraber benim üstüme çullanmalarına.. ceza evlerinde çok deneyimlerim olmustu.. bunlar fırsat kolluyorlar, mutlaka dalacaklar bana.. böylecede hem idarenin hem diyer mahkumların gözünde büyüyecekler.. onlar bu hesabı yaparken, bende boş durmuyorum tabi.. bende başka hesaplar peşindeyim.. çünkü kavga kaçınılmazdı.. bunu biliyorum önemli olan hazırlıksız yakalanmamaktı...

    Ceza evinde antepli bir basçavuş vardı. benim adımı duymus e benimle iftihar ediyor.. hemşeriyiz çünkü.. ama yanıma pek sokulamıyor. idareden korkuyor. çünkü idre bana öylesine hasım bir tavır takınmıs ki;idareden birisinin bana slm bile vermesi yasak edilmiş durumda.. buda zulümün baska bir sekli.. ben idam altında yatıyorum. insanlarla konusmaya, dertleşmeye, dostluk kurmaya ihtiyacım var. gncecil bir insanım. insanların benimle konusması engellenebilir mi? engelleniyor işte.. bunu yapan kim? kıçı kırık bir müdür.. böylece üstekilere yaranacak aklı sıra.. gün olur bunların hesabı sorulur elbette. bu benim hemşerim bascavuş bir gün gelmiş, nöbetci kulübelerini denetliyordu.. bende voltadayım. hemen yanına gittim..
    "selamın aleyküm hemserim"
    "aleyküm selam." dedi.. baş çavuş ama yan gözlede etrafı kolaçan ediyor, gören varmı diye..
    dedim;"bak hemşerim, beni tanıyorsun, adımıda biliyorsun. bunlar, bu yerli mahkumlar çok kalabalık, birkaç kişi olsa ben onların hakkından gelirim. ama 50-60 kisi varlar. idarede onlara destek veriyor.. bunlar beni öldürecekler.. senden hemserilik adına rica ediyorum, bana alet getir. getirde bak ozaman, Anteplilerin namı ne olur?"

    bu iş 1940 yıllarında oluyor. ben ozaman sevimli, tatlı bir yigidim. 17-18 yaslarındayım.. yüzüme bakan beni seviyor. yaptıgım işler yaşıma göre dağlar kadar büyük.. O nedenle , böyle zamanlarda yardım istedigim kişiler bana hep imkan tanırdılar.. şimdi, Antepli çavuş da bana sevgi duyuyordu, imkan tanımak istiyordu. ama korkuyordu..

    "bak hemşerim" dedim."bende bir toplu igne bile yok. Öbürleri misellah adamlar. Yabancılara, yani bizlere infaz vermişler. Allahtan revamıdır bu? toplu ignesi bile olmayan bir kişinin , silahlı bu kadar çok adam tarafından öldürülmesi dogrumu?"

    B u sözlerim üzerine baş çavuş yumuşamıştı.. ancak benim param yok istediginiz silahları nerden alayım gibi laflar etti..

    "para kolay hemserim" dedim."sana istedigin kadar para veririm. sen bana on iki bıçak birde ateşli silah getir"

    ben buna ozamanın parasıyla iki tane onluk birde reşat altını verdim. iki gün sonra da çifte namlulu belçika tabanca ile on bir tane bıçak geldi.. bıçaklar bursa yapısı, tığ gibi, ustura gibi. biz bu silahları alınca bambaşka bir güce sahip olmustuk. silah büyük güçtür. haşa Allah gibidir silah. Allah gibi can alır. ben bir boş tabanca ile elli kişiyi susta durdururum. silah cezaevinde olunca, hükümdür, hakimdir.. Tanrının buyrugudur.. silahın yüzü soguktur ama sahibine sıcaktır. yavuklu gibidir sahibine..
    Tümünü Göster
    ···
  3. 3.
    +9
    Vay aq kimse okumuyor sokam bele vaziyete
    ···
    1. 1.
      0
      Ne iyi demiş gardiyan
      ···
    2. 2.
      0
      Yolla kardeşim bekliok
      ···
    3. 3.
      0
      Yolla kardeşim bekliok
      ···
    4. 4.
      0
      Yolla kardeşim bekliok
      ···
    5. diğerleri 2
  4. 4.
    +9
    "bak başefendi yaptıkların dogru degil. biz elikolu bağlı insanlarız. bizi daha fazla hırpalamayın. bugünün yarınıda var, sorarız sonra hesabını bunun!"

    yere düşen başgardiyan, bir hışımla ayağa kalktı, ancak ne oldu, neden vazgeçti, bilinmedi,Abdullah'a vuracaktı, son anda vurmaktan caydı..

    jandarma başçavusu da gider ayak gene bir olay çıkmaması için araya girdi..

    "hadi bakalım toparlanın gidiyoruz.."

    elleri kelepçeli ve sevk zinciri ile birbirine bağlı Abdullah ve arkadaslarının askeri bir cemseye binmesi çok güç oldu. bir sandalyeye basarak cemseye girmek isteyenler, sevk zincirlerinde fazla pay bırakılmadıgı için arasındaki arkadasının zincirini geriyor, ya o cemseye giremiyor, yada arkadası cemsenin arka kapagı ile sandalye arasında kalıveriyordu.. bu duruma düşeni jandarmalar, karga tulumba tutup cemseye itiyorlardı. sonunda oniki mahkum ve yirmiden fazla jandarma cemseye girdiler.. sıkış sıkış oturuyorlardı.. her birinin bavuluda cemseye konulunca artık kıpırdayacak yer bile kalmamıstı.. cemse hareket ettiginde, Abdullah bir jandarmaya sordu..

    "kardeş nereye gidiyoruz?"

    genç delikanlı bir çocuktu jandarma. yutkundu, bir şeyler söylemek istedi, gözlerini Abdullah'tan kaçırdı.. sonrada "yukarılara doğru" dedi.. "çok yukarılara"
    "yukarıların adı yok mu?"
    "var. bursaya."

    Abdullah buna sevindi. onun aklından sinop geçiyordu. Bursa öyle önemli bir ceza evi degildi. adı duyulmamıstı, orada fazla zulum olacagını tahmin etmiyordu. olsaydı zaten duyulurdu, şimdiye kadar. bu sevinçle Abdllah bir Antep türküsü tutturdu. yanık yanık söylüyordu. birden beklenmedik bir sey oldu. jandarmalardan biride türküye eşlik etmeye basladı. oda yanık yanık söylüyordu.. türküyü kesti abdullah:

    "nerelisin sen kardes?"
    "Antep'liyim"

    abdullah'ın içinden kalkıp Antep'linin boynuna sarılmak geldi.. tam karsısında oturuyordu Antepli jandarma.ne varki bileklerindeki zinciler yerinden kalmasına degil, kıpırdamasına bile izin vermiyordu.. anladı ki Antepi çok özlemişti.. kimbilir belkide anasını, babasını da özlemisti.. mahsunlasti, gözleri dolar gibi oldu.. utanmasa aglayacakti.. niye aglamasindi ki? 17 yasinda bir cocuk aglamazmiydi? onun yasitlari, simdi evlerinde ana kuzusu gibi sicacik yataklarinda yatiyorlardi.. o ise basina neler gelecegini bilmedigi yeni bir ceza evine gidiyordu.. Anadolu'nun kıracindan, yavas yavas yesillenen, deniz kokusu gelen bir yere dogru gidiyordu.. sahi denizide daha görmemisti.. aklına geldi Antepli jandarmaya sordu:

    "Bursa'da deniz varmi hemserim?"
    hemserisi jandarma güldü:
    "denizden sanane hemşerim? olsa ne yazar olmasa ne yazar? sen denişzemi gireceksinde soruyorsun?"

    "ögrenelim dedik"

    "var sayilir.20-30 kilometre ötesindedir. ama havasi kokusu Bursa'dan duyulur.."
    "nerden biliyorsun sen? gittin mi hiç bursaya?"
    "okudum, okullarda okudum.."

    Abdullah ilkkez cahil oldugunu anladi. utandi bundan. yaptıkların cahilliginden mi diye düşündü. sonrada kendi kendine mırıldandı:

    "kader işte, cahil olsan da, olmasanda olacaktı bu işler.."

    birkaç yerde mola vberdiler. jandarmalar da sani çabuk gitmek istemiyorlardı.. molalarda bile zincirleri çözülmüyordu.. yiyeceklerini içeceklerini güçlükle yiyip, içebiliyorlardı.. sabaha karsı Bursa'ya girdiler. bursa'nın taş duvarlı, eski görünümlü ceza evinin önüne geldiklerinde, sanki Bursa'nın bütün polisi, jandarması da cezaevinni önüne gelmişti..

    • **NAZIM HiKMET VE BURSA CEZA EVi***

    ceza evinin önünde büyük bir kalabalık vardı. anlaşılan bizim getirilecegimiz duyurulmustu ki sabahın bu kör ezanında herkez ceza evinin önünde toplanmıstı.. cemseden, jandarmaların yardımı ile inebildik.. bileklerimiz birbirine zincirli, ayakta zor durabiliyorduk.. kalabalık arasından bir kaç kişi "yuh" diye bagırdı.. ***likti bu. elleri kolları zincirli bir ayal jandarmanın arasındaki kişilere yuh demek kolaydı.. kimbilir bu milleti nasıl doldurmuslardı. tabi ben Antep canavarıydım.. canavarada elbette "yuh" çekilirdi.. işte böyle şeyler beni deli ediyordu. arkadaslarıma zincirli olmasam, yanlız ellerim kelepçeli olsa, jandarmaların arasından fırlar bu, yuh çeken hayvanı kelepçemin demirleri ile vura vura öldürürdüm. böylece de canavar oldugumu ispatta ederdim..

    ceza evinin büyük demir kapısı açıldı. geniş bir avluya aldılar bizi.. sonrada bu avlunun sagındaki bir kapıdan, büyükçe koguşbenzeri bir odaya soktular.. elinde kalın uzun bir mese sopası olan bir gardiyan bağırdı:
    Tümünü Göster
    ···
  5. 5.
    +8
    konyaya gelişimin on beşinci gününde bir gardiyan ile dostluk kurdum.. oradan buradan laflarken sonunda buna çıkarıp elli lira verdim.. "aman agam" dedim. "ne olur bana yedi bıçak birde ateşli silah getir. korkma seni ele vermem, bu silahlar gelince sana ayrıca yüz lira daha veririm.."

    biraz nazlandı höngör möngör etti, ama ben bıçaklar gelince veririm dedigim yüz lirayıda çıkarıp verince "peki " dedi, "yarın silahları elinde bil. ama beni ele vermeyeceksin.. senin yigitligine güveniyorum.. koskoca antepli abdullah'sın sen.."

    hemen ertesi gün silahlar geldi.. yedi anteplinin her biri artık silahlıydı.. bıcaklarımız var dı ki nasıl; her biri sögüt dalı gibi sürmene bıçaklar.. ben daha o gece planı yaptım.. arkadaslara planı anlattım..

    "sabaha karsı bunların kogusunu basacagız.. kapılarını patlatacagız.. dikkatli olun yataklarından kalkmadan bastırmamız gerekiyor.. yanlız ölüm istemiyorum.. parmak işi (santim işi) yapacagız.. göz dagı verecegiz bunlara.. ölüm olursa bizi burdan gene sürerler.. yaralamada kalırsak sürmezler.. onlarda bizim üstünlügümüzü kabul ederler.. iyi bir düzen kurarız içerde kimseyi esdirmeyiz.. kumarı esrarı yasaklarız.. fakirin elinden tutarız.. önden ben dalacagım içeri..siz girinceye kadar ben en efelerinden 3-4nü haklarım.. geri kalanlarıda siz içeri girince birlikte yıkarız"

    sabaha karsı bizim kogusun kapısını yavasça acıp dısarı çıktık.. bu yerli efelerin yattıgı kogusun önüne geldik.. onlar kendilerini emniyete almışlar, koguş kapısı içerden sürgülü.. benimle birlikte bir arkadas daha gerilip kapıya yüklendik kapı anında patladı.. ilk içeri ben daldım.. kalın deve tüylü paltomu sol koluma doladım.. onunla bir kalkan gibi gögsümü koruyacaktım.. şimdi bu konyalı efeler gafil avlanmışlardı...

    daha ne oldugunu anlamadan uyku sersemi bıcagı yiyorlardı.. ben en dipteki ranzaya varıp bir altta bir üstte daldırdım bıçagı.. onlar daha "ah anam yandım" derken bu seferde tam karsı ranzanın üstünde ve altında yatanlar yediler bıçagı.. ama öylesine daldırıyordum bıcagı ölümüne degil.. parmak işi yanı. ben dipte işi bitirirken arkadaslarda içeri dalmışlar. kapı yanındaki ranzadan işe başlamıslar.. onlarda aynı benim gibi parmak işi yapıyorlar.. bacaklarına buduna koluna dalına.. bir bagırtı bir cayırtıki görmeye degerdi yani.. o konyalı efeler kaçacak delik arıyordu.. yaralananlar sanki çok agır yara almış gibi yerlerinden kalkmıyor ölü numarasına yatıyolardı.. bir bıçak daha yememek için bu yola başvuruyorlardı.. iş bittiginde yaralanmayan kimse kalmamıştı.. koluma doladıgım paltomu omzuma attım.. kogusun ortasına geldim.. yaralı konyalı efeler yatakların üzerinde yatıyorlardı.. hiç birisi yerinden kıpırdayamıyordu.. bunlara dönüp;
    "bakın" dedim.. "yaptıgınız işler hep yanlıstır.. yoksulu kimsesizi ezersiniz.. idare ile iş birliigi yapar ceza evini cehenneme cevirirsiniz.. bizim gibi yabancılara hiç bir hak tanımak istemezsiniz.. bunlar yanlıstır.. bu size bir ders olsun.. bir dahakine işi böyle ufak bırakmayız.. can alırız bunu iyi bilesiniz.. sonra sunuda unutmayın.. biz buraya camiden gelmedik.. bizim hepimizin sırtında idamlar var.. tek durun bundan sonra.. "

    sonra arkadaslarımı önden cıkarıp arkadan ben cıktım. bu düelloda yerli efelerin yattıgı kogusta onbeş kişiden onbeşide yaralandı.. bizim hiç birimizde sıyrık bile yoktu..

    biz kogusumuza girdigimizde idare kapısı açılıp içeri gardiyanlar ve jandarmalar doldu.. bagırmaların seslerin geldiği yöne dogru kostular.. tabi yaralamaları yapanlar ortada yoktu.. vurulanların ifadesine göre kogustan bizi aldılar.. biz bıçakları çoktan kaybetmiştik.. çiviydi dedik, şiseydi dedik, bıcakları vermedik..
    Tümünü Göster
    ···
  6. 6.
    +7
    SÜRGÜNLER

    abdullah dayı, Konya ceza evine geldiiginde namı kendinden önce gelmişti. ardında yedi cinayet vardı.ama onun adına faili mechul cinayetlerde anlatılıyordu. bu durumda abdullah palaz 10-15 kişinin katili olarak görünüyordu ve adı konya ceza evinde "antep canavarı"na çıkmıştı..

    konya ceza evi, ağası bol bir ceza evi idi.. yerli mahkumlar ile yabancı mahkumlar arasında oldum olası bir sürtüşme vardı.. yerli mahkumlar yabancılara heme hemen hiç bir hak tanımıyordu.. bu durum abdullahın yapısında olan bir insan için kabul edilecek bir durum degildi.. yerli mahkumlar idare ile de iş birligi yapıyor ve cezaevini cehenneme çeviriyorlardı.. ama abdullah gibi bir mahkumun gelişi yerlileri rahatsız etti.. ondan hem çekiniyorlar hemde ona bir seyler yapıp sindirmek gerektigine inanıyorlardı..

    abdullah dayı anlatıyor;
    ama benimde bir seyler yapmam gerekiyordu.. yerli konyalı efeler çok kalabalıklar. hepsi aynı koguşta kalıyor, voltaya hep birlikte çıkıyor, hiç açık vermiorlardı. bundan daha kötüsü ise henüz dışardan hiç bir alet getirtememiştim..

    bende silah olarak hiç bir alet yoktu ama, param boldu.. bununla birseyler elbette yapacaktık.. biz yedi antepli bize karsı olan kıskırtmalara, hareketlere hiç aldırmadan günlerimizi geçiriyorduk.. voltaya birlikte çıkıyoruz birlikte oturup birlikte kalkıyoruz.. efelerde durup dururken bize saldıramıyorlar. çünkü namımızı biliyorlardı.. benim silahsız olmayacagıma inanıyorlardı.. onların hesabı beni yanlız sıkıstırıp işimi bitirmekti.. ben ortadan kalkarsam çok ünlü bir mahkum hallettikleri için onların namı artacaktı.. benim hesabım ise onların tümünün işini bitirmekti.. kaç kişilerse kaç kişiler kalabalıklarsa kalabalık..
    ···
  7. 7.
    +5
    vermedik ama bu davranısımız idarenin üstünde kötü bir tesir yaptı.. aletleri vermemeiz onların disiplinini kırdıgı gibi, bu aletler bizde oldukca başka hadiselerde yapacagımızdan korkmuşlardı.. bizde bunu anlamıstık.. bize bir seyler yapacaklardı ama ne?...

    ... ben bunun hesabını yapıyordum.. bizim yedimizi birden alıp kapalıya zütürürler, orada yıkarlar bizi.. bunu isteseler yapabilirlerdi.. ama yapmıyorlardı..

    bir hafta idare bizim üstümüze gelmedi.. bizde hiç gürültü patırtı yapmadan oturuyorduk.. vurdugumuz konyalı efeler ise öteleri bereleri sarılı kimi dolasıyor, kimileri ise(yaraları birazdaha agır olanlar) koguşlarında yatıyordu..

    ceza evindeki diger mahkumların bize karsı degişik bir tavırları olmadı. ne yaptıgımızdan ötürü bizi destekleyenler var nede bu yüzden bize kızan..

    öyle garip bir durumdaydık yani.. ne olacagını bilemiyorduk..

    sonunda ne olacagını gördük.. ben bu konyalı efeleri öldürmezde işi yaralamada bırakırsak bize sürgün çıkmayacagını hesaplamıştım.. sürgün çıkmayıncada yaptıgımız olaydan sonra cezaevinde hakimiyeti elimize alırdık.. ama biz olayda kullandıgımız aletleri vermeyince; şisti şişeydi falan deyince, idare işi başka türlüçözememiş ve bizim hepimizin sürgününü çıkarmıştı.. olaydan bir hafta sonra her zamanki gibi gece yarısı kogusumuzun kapısı açıldı.. hepimiz dışarıya çıkarıldık ve tepeden tırnaga arandık.. sürgünümüz afyona çıktı.. biz antepli yedi kişiydik, bize karsı çıkmayan bizlerden yana gözüken beşde konyalı arkadas bizim aramızdaydı..
    ···
  8. 8.
    +5
    silahları aldıgımız gece, kogusun penceresine yaslanmıs, Afyonun soguk ayazını sanki iliklerimde hissederek, dışarıyı seyrediyorum.. sabaha karsı infaz kararı almısım.. yatsı okunmaya başladı. ceza evinde çıt çıkmıyordu.. herkes, sanki benim gibi ezanı dinliyordu.. pencereden, sokaktan geçen insanları seyrediyordum.. aceleyle evlerine gidiyorlardı. bunlar ya gece vardiyası çalışan işçilerdi, ya da kahfede kumar oynayan adamlar.. nerden gelirlerse gelsinler, hepsi evlerine gidiyorlardı.. yarında evlerinden çıkıp işlerine gideceklerdi.. ama ben yarında buradaydım, yıllarca buradaydım ben.. yarın sabaha karsı yapacagım iş nedeniylede, belki ben bu ceza evinden hiç çıkamayacaktım.. Rabbim neden baa böyle bir yol çizmişti... ?

    ezanla birlikte kalktım.. namazımı kıldım ve sonra öylece, hiç soyunmadan yataga uzndım.. tavşan uykusuna yattım. biz yedi antepli, beşte konyalı olmak üzere on iki kişiyiz.. bizim amacımız, tıpkı konyada oldugu gibi öldürmek degil, bunlara göz dagı vermek.. yanı gene parmak işi gidecegiz.. çok üstümüze gelmişlerdi.. üstlerine gittikleri kişilerin kimler oldugunu ögrenmeleri gerekiyordu..

    sabah ezanı okunurken koguşların, kapısını patlatıp içeri daldık.. ancak bu kez iş konyadaki gibi olmadı.. çünkü sabah namazına kalkmıs olanlar ayaktaydı. kimi namaz hazırlıgı yapıyor, kimiside abdest alıyordu.. ama biz fırtına gibi içeri dalıpta kogusa baştan, ortadan sondan el koyunca,bu ayaktakiler aletlerine uzanacak zaman bulamadılar.. önce onlara daldık zaten, ayaktakilere.. ben içeri girip dibe dogru koşarken, saglı sollu bu ayaktakilerden 2-3 kişiyi yıktım.. yani gene öylesine vuruyordum ölümüne degil.. parmak işi santim işi.. arkadaslarda öylesine hızlı calıdıyorlardı ki, kimse ne oldugunu anlamadan bıcagı yiyordu.. sanki konyanın bir benzeri oluyordu.. oradan antraman yapmıstık, burada maç yapıyorduk.. çünkü konyadakiler azlıktı.. bursadakiler ise allah arttırsın ama elli kişiden fazlaydılar.. bagırmalar küfürler çıglıklar birbirine karısıyırdu.. koğuş tam anlamı ile cehenneme dönmüştü.. bunlarda tıpkı konyalılar gibi bıçagı yiyince bir daha yerlerinden kalkmıyorlardı. baska bıçak yemeyelim diye. bizim arkadaslar tarlada ekin biçer gibiydiler.. bıçaklarını saga sola daldırıyor, çıkarıyor, başka bir tarafa daldırıyordular.. ayakta olanların isini ilk bastan bitirdigimiz için öbürleri kolay oluyordu.. çünkü onlar yataktaydı.. ortalık kan kesilmisti.. ateşli silahı kullanamama gerek bile kalmamıstı.. afyonlu 60 mahkum. beş dakika içinde yere serimişti.. iş bitmişti.. fazla eglenmenin alemi yoktu... "tamam" diye begırdım.."hadi hep birlikte çıkıyoruz.."
    Tümünü Göster
    ···
  9. 9.
    +3
    "çıkarın zincirlerini!"

    gelip zincirlerimizin kilidini açtılar. elimiz, kolumuz serbest kalmıstı. aynı gardiyan bu kez bize bagırdı:

    "soyunun üstünüzü! bir don kalana kadar soyunun."

    kimbilir belki hamama sokacaklar diye düşünüyordum. ma hamama girecek insanlar böyle hersesin ortasında soyunmamalıydı.

    "ağam neden bizi soyarsın ki?biz afyon'da arandık geldik.."

    anama küfreder gibi bagırdı:
    "kes ulan sesini!"

    elim kolum serbestti.bu avucumun içinde kalacak kadar kücücükbir yüzü vardı.. yüzünü avuçlayıp gözlerini kör etmek geldi içimden. en azından bir tane azının ortasına patlatmalııydım. ama şöyle bir baktım, otuz kişi vardılar. bunlar beni parçalardı böyle birsey yapsam..

    "hay hay,"dedim.. "gardiyan agası! ama birgün senide soyarlar.."

    elindeki meşe sopasını kaldırıp üstüme saldıracak gibi bir hareket yaptı.. ama arkasındakiler tuttular.. biz ise soyunmaya basladık.. hepimiz bir donla kaldık.. yürüyün dediler. yürüdük. alt kata inmiştik. üst kattan alt kata öyle cebrail buzagıları gibi çıplak yürümüştük.. ceza evindeki tüm mahkumlar bizi görüyordu.. yani bunlar, mahkumlara karsı bizi küçük düşürüyorlardı.. aşagılatıyorlardı bizi.. karanlık kolidorun ucundaki demir bir kapının kiliidini açtılar.. girin içeri dediler.. önde ben vardım.. kapının önüne geldim.. içerisi zifiri karanlıktı..bir ara durdum.. gireyimmi diye düşünüyordum.. arkamdan birisi beni itiverdi.. karanlıgın içine dogru uçtum.. içine itildigim karanlık odanın zemini yoktu.. boşlukta bir süre uçtum.. sonra yumuşak, cılk bir pisligin içine düştüm.. pislik koltuk altlarıma kadar geliyordu.. yukarıdan bagırdılar:

    "çekil asagıdan antep canavarı! arkadasların geliyor... "

    arkadaslarım peşpeşe kapı esiginden uçarak, asagıya gelmeye basladılar.. hepimiz yumuşak, pelte gibi bir pisligin içindeydik.. sonra bir gürültü ile kapıyı kapadılar.. O, eli mese sopali gardiyanın sesi yukarılarda, karanlık kolidorun duvarlarında çınlıyordu:

    "görün şimdi ananızınkini... "

    ceza evi kanalizasyonunun içine atılmıstık.. burada geçiş hızlı olmasın, pislik içeride kalsın diye dışa acılan mazgal tamamen kapatılmıstı.. ceza evinin tüm pisligi,b.ku burada birikiyordu.. dayanılmaz bir idrar ve b.k kokusu daha içeri girer girmez midemizi bulandırmıs ve hepimiz ögürmeye baslamıstık.. boyları ufak olan arkadaslar cırpınıyor, agızlarına pislik gelmesin diye debeleniyordu.. pisligin içinde bagırtı, ögürtü,küfür sesleri birbirine karışıyordu.. benim boyum 1.90. pislik koltuk altlarıma kadar geliyor.. ama boyları kısa olan arkaadslarım var. pislik onların boynuna bazısının da agız hizasına kadar geliyordu. opnların ögürütüsü yeri gögü inletiyordu. burada bizi bogacaklar diye düşündüm.. b.k yedire yedire, bizi bogacaklar..

    burada artık insanlık yoktu. O, koca devlet yoktu. burada Allah'da yoktu.. burada yanlız b.k, pislik ve vahşet vardı.. ve burada ölecektik.. ölümden hiç korkmamıstım.. korksaydım öldüremezdim. çünkü öldürürken öldürülmekte vardır.. ama burada bu pisligin, bu b.kun içinde ölmek agırıma gidiyordu.. üstelik arkadaslarımda benim yüzümden ölecekti. çünkü, Afyondaki olayı ben planlamıstım.o olay olmasaydı sürgün olmazdık ve bu b.k çukurunun içinde bulunmazdık..

    ama birden aklıma geldi.. bizi burada, oniki kişiyi birden öldüremezlerdi.. o kadar da alçaklık yapmaya korkarlardı.. mahkumda olsak, on iki kişiyi birden öldürmek kolay degildi.. bizi burda bogazlayamazlardı.. anlaşılan bize iyi bir ders vermek istiyorlardı.. böyle düşününce ferahladım vearkadaslarıma bagırdım..

    "korkmayın! dayanın arkadaslar! bizi burada çok fazla bırakamazlar.. hepimizi öldürmeye cesaret edemezler.. aman ha dayanın! aman gayret sabredin!bir ikimiz telef olmayalım! olmayalım ki, bu alçaklıgın hesabınıda soralım.."
    Tümünü Göster
    ···
  10. 10.
    +3
    Abdullah ve arkadsları 59 kişiyi yaralayıp, bir kişiyide öldürüdükten sonra kapatıldıkları hücrede geç vakitlere kadar konusup bu kan dolu günün yorgunlugu ile uyuya kalmıslardı.. sabaha karsı uzaklardan gelen zincir şakırtıları, postal sesleri ile uyandılar.. Abdullah bu ssleri çok iyi tanıyordu.. sabaha karsı, hücrede olan insanlara dogru bu8 sesler gelince eger ortada kesinlesmiş bir idam cezası yoksa bu sesler sürgün demekti.. idam cezası varsa bu seferde bu sesler idam demekti..

    Antep'ten sürgüne çıkalı daha topu topu 2 ay bile olmamıstı.. bu süre içinde Abdullah bununla birlikte 3.kez sürgüne gidiyordu.. idareler, sürgün için geceyi sever.. özellikle sabaha karsı sürgün yapmak iyi olur.. bu saatlerde mahkum uykudadır, tedarik yapmaya imkan yoktur.. eger silahı varsa silahlar zuladadır, onlara uzanamaz, direnemez, gürültü çıkaramaz.. sabaha karsı yapılan sürgünler yagdan kıl ceker gibi olur.. peynir ekmek yer gibi iş biter.. idarenin cokta acelesi vardır..

    "hadi bakalım. toparlanın, gidiyoruz" dediler mi, en çok on dakka içinde hazır olmak gerekir..

    olmadın mı, yandın demektir bu.. sen istedigin kadar Abdullah Palaz ol. elin kolun zincirli, karsında kırk elli gardiyan, jandarma ne yapabilirsin ki?

    Abdullah, sabah ki olaydan sonra çifte namlu, belçika silahını nasılsa arama yaparlar diye, silahı getiren baş cavuşa kaşla göz arasında vermişti.. sıkıştıgında ondan silahı geri alabilirdi.. uzaktan gelen zincir seslerinin ve postal seslerinin taşlar üzerinde çıkardıgı sesler, gelip hücrenin kapısına dayanınca arkadaslarına seslenerek onlarıda uyandırdı..

    hücrenin demir kapısının açılması ile birlikte, gelenler içeri dolustular.. acele ile zincirler çözüldü. gelenler birsey demiyor, onlarda birsey sormuyordu.. yapılacak işlemler belli idi.. acele olarak toparlanacaklardı.. koguşlarına gidilecek, oradaki esyaları da toparladıktan sonra sürgün yoluna çıkılacakdı..

    kogusa gelindiginde, Abdullah'da acele ile toparlandı. koguştaki eşyalarının hemen hepsini fakir mahkumlara verilmek üzere başgardiyana bıraktı. elbiselerini, ayakkabılarını,kişisel esyalarını bir valiz doldurrup maltaya çıktı.. biraz sonra diger arkadaslarıda geldi.. oniki kader arkadası, neresi oldugu belli olmayan yeni bir sürgüne cıkıyorlardı.. Afyon cezaevi'nin ne kadar jandarması, gardiyanı varsa hepsi toplanmıslardı.. jandarmalar o kadar degilde, gardiyanlar itip kakıyorlar, sürgünlerin üstüne üstüne geliyorlardı.. Abdullah'ın bileklerine sevk zincirleri vuruluyordu.. özellikle baş gardiyan yapıyordu bu işi.. zinciri takarkende canının acıması için hoyrat davranıyor, gereksiz hareketlerle Abdullah'ın canını yakmak istiyordu.. Abdullah ileri uzattıgı bileklerine zincirler geçirilirken basgardiyanı yakasından tuttu, kuvvetle itti ve yüzüne tükürür gibi bagırdı:
    Tümünü Göster
    ···
  11. 11.
    +3
    artık koguşta çok iyi bir halimiz olmustu. o geçmiş acıları unutmaya çalısıyoruz, yiyoruz içiyoruz, paramız herşeyimiz var. odamıza idareciler gelmeye başladı. onlarıda agırlıyoruz. yediriyoruz, içiriyoruz. iyi bir ortam sagladık. yanlız dige mahkumlarla pek görüşmüyoruz. içerde neler oluyor, neler bitiyor pek haberimiz yok. Nazım baba günde on dakk konusuyosa, onbeş saat yazı yazıyor. bide okuyor yzdıklarını. okuduklarını yavas yavas anlamaya basladık. söyledigi sözler çok hoşumuza gidiyor. bu arada ben avukatım vasıtasıyla Nazım baba'nın yazdıgı yazıları dışarı çıkarıyorum, söyledigi adrese yada kişilere gönderiyorum. savcıya söz verdigimiz için diger mahkumlar arasınapek karışmıyorduk. o nedenlede işte, neler oluyor, neler bitiyor pek haberimiz olmuyordu..

    duyduk ki Feri köylü ibrahim diye biri varmış.bu ikinci müdür gibi davranırmıs. Etrafında sekiz on kişi varmıs. uyusturucu, kumar, içki işleri yapıyor, ceza evini haraca kesiyormus. yanındakilere esrarı hapı veriyor, karsı gelenin üzerine salıyormus. ben şimdi bu Feriköylü'ye fena halde içerlemeye başladım. fakir mahkumu eziyor, parasını alıyor, kumara zorluyor, ceza evinin herseyine el koyuyormuş. fitilli ocaklar bunun tarafından kiraya veriliyor, berber bunun adına çalısıyor falan filan işte. ben şimdi buna dalıcam dalmasınada, Nazım baba, va onun yanında olmaz bu iş..

    işte tam o sırada Ankara'dan gelen bir emirle Nazım baba'yı bizm koğuştan aldılar.
    ···
  12. 12.
    +2
    ... arkadaslar toparlandı, ellerindeki yüzlerindeki kanları çarşaflara silmeye başladılar.. çarşafına el attıgımız Afyonlu mahkum, hemen geri çekiliyor, çarşafı almamıza yardımcı oluyordu.. Konyalı idamlık Mustafa bagırmaya başladı..
    "kalksana ulan! kalk geri çekil, çarşafı alacağım."
    ama bagırdıgı kişiden ses çıkmıyordu. idamlık öfkelendi:
    "kalksana ulan! sana bir tane daha kaktırırsam görürsün ananınkini.. kalksana!"
    adamdan gene ses çıkmadı.. idamlık Mustafa'da adamı şöyle eliyle ileri itmek istedi. üst ranzada yatan adamdan gene hiç ses çıkmadı. kıpırdamıyordu da. idamlık Mustafa işi hemen anladı:
    "ölmüş bu yahu!" dedi..

    O günkü vukuatımız idamlık koca Mustafa'nın parmak işini biraz fazla kaçırması nedeniyle, 59 yaralı 1 ölüydü.. bizim arkadaslarda da gene bir çizik bile yoktu. olay zabıtlara böyle geçti. 1940'nda Afyon'da..

    o sabah onikimiz birden hücreye konduk, zincire vurulduk.. ancak birbirimizle rahatlıkla konuşabiliyorduk..

    "işte böyle olacak" dedim. "gördünüz mü? hiç yara bile almadık. neden? çünkü bizde haklılıgın verdigi güç varda ondan. birde ölümden korku yok bizde. korksak, ozamn ölüm gelir bulur bizi.. bunu unutmayalım, ölüm korkuyla ortak çalısır.."

    ben böyle deyince idamlık koca Mustafa seslendi:
    "beni asarlar artık degil mi? herif öldü. bundan sonra ipimi çabuk çekerler."

    "asamazlar. bu bir meydan savaşıydı. senin onu vurdugunu kim biliyor ki? meydan muharebesinde ölen öldügüyle kalır. öldüren yırtar işi.. hem sana bir sey söyleyim mi agam?"

    "söyle"

    "o adamı sen vurmadın. ben kogusa daldıgımda önce o adama dokunmustum. ne malum benim vurmamla ölmedigi? bunu kim ispat edebilir? mermi degil ki bu incelesinler.."

    idamlık koca mustafa bu sözüme güldü.

    "sen bilirsin yaptıgın işi Abdullah, sen işini bilirsin. santim işini bozmazsın sen. bıcagı ben kaçırdım, bunu biliyorum. sol bögründen daldırdıgımda, bıçak kalbine degdi.."

    "ha sen ha ben ağam. Rabbialemin bir kez ölüm emrini vermiş. Verdikten sonra, sen olsan ne olur ben olsam ne olur?sen, ben olmasakta bir baskası bu işi yapacaktı. çünkü ölüm emri gelmişti bir kere.. onu bozmaya bizim gücümüz yetmez... "

    Konya'ın Kayaönü köyünden, çok cesur, çok yiğit,bir kişiydi idamlık Mustafa.. babayigit bir arkadastı.. 1.90 boyunda dev gibi bir adamdı.. o gece geç vakitlere kadar hücrede konustuk.. artık yorulmustuk.. hepimiz zincire baglı olarak uyuyup kalmıstık..

    59 kişiyi yaralamış, bir kişiyide öldürmüştük..
    Tümünü Göster
    ···
  13. 13.
    +2
    Keşke bu arkadaşa bişey yedirip içirmeseydik ağam
    ···
  14. 14.
    +2
    arkadaslar dayanıyorlardı ama,iş öyle kolay degildi.. kısa boylu arkadasların durumu çok kötüydü.. pisligi yutuyor, yutuyor kusuyorlardı.. duvarlara tutunarak batmamak isteyenlerkaygan duvarlara tutunamıyorlar, gene pislige gömülüyorlardı..

    öyle bir işkenceki bu insanlık görmemiştir.. orada sekiz saat kaldık, sekiz asır gibi saat.. artık hiçbirimizin dayanacak hali kalmamıstı.. idamlık koca mustafa bile dayanamaz hale gelmişti..o b.k çukurunun içinde hepimiz dönüp duruyorduk.. artık çözülüyorduk.. kendimizi koyverip pisligin içinde gömülüp bogulacaktık.. boyu küçük üç arkadasımız batıp batıp çıkıyor, durmaksızın bagırıyorlardı..

    ögle üzeri kapı açıldı, asagıya tahta bir merdiven saldılar..

    "hadi bakalım, çıkın yukarı"diye bagırdılar..

    fenalaşmıs olan, kısa boylu arkaadsları arkalarından destek vererek çıkardım. ardından digerleri çıktı.. koltuk altlarıma kadar b.kun içinde kalmıstım, gerçekten benimde halim kalmamıstı..ya pisligi yutanlar ne yapsındı?en son ben çıktım.. hemen orda, zemin kattaki kolidorda üzerimize hortum ile su sıkarak vücudumuza cıvık bir sekilde yapısmıs olan kaba pisligi aldılar..ama üç arkadasımızın durumu iyi degildi.. üzerlerine su sıkılırken ayakta duramıyorlardı.. idamlik koca mustafa ve ben onları ayakta durdura bilmek için kollarından tutuyorduk.. kollarından çıktıgımız anda yere yıkılıyor ve sürekli olarak ögürüp kusuyorlardı..

    baktım eli sopalı gardiyan su sıkanların en arkasında duruyor.. çırıl çıplak durumdayım.. vucudum sıkılan sudan sırılsıklam.. dehsetli bir ayaz var.. bu rezaleti gördükten sonra insan yasamıs ne olacak ölmüş ne olacak..? eli sopalı gardiyanın başgardiyan oldugunu anladım..

    bagırdım ona:

    "bak! durumu görüyormusun başefendi? beyendin mi olanları? insan ogluna bu eziyet yapılır mı? seni kim alet etti buna?"

    baş gardiyan önce bir durdu, ne diyecegini bilemez bir hali vardı.. sonra birden yüreklendi:

    "ben yaptım be!" dedi.."ne yapacaksın?ben kimseye alet olmam.. istersen bir daha göndereyim sizi oraya.."

    "tabi gönderirisin.. istersen simdi hemen bir hada at oraya beni.. at ama sunuda unutma.. bunun hesabı sorulur.. kuş olup uçsan, bulut olup göçsen, duman olup kaybolsan, bunun hesabı sorulur ki nasıl sorulur.. bakalım ozamn ne diyeceksiniz. günü gelende göreceksin bunu baş efendi.."

    hiç ses etmedi. oysa birden dikilmiş, korkusuz gibi davranıyordu..
    Tümünü Göster
    ···
  15. 15.
    +2
    izmir’de düzenli bir hayatım olmuştu. Efelerde benim üstüme gelmemiş, başka kumarda oynamadığım için tatsız bir şey olmamıştı. Zaten efeler benimle iyi geçince geri kalan sıradan mahkûmlar pek bir şey yapamazlardı.

    Cemil Nuri Bey izmir’e geldikten 8–10 ay sonra beni çağırttı. Bana adliyenin çay ocağını vereceğini söyledi. iki arkadaşımla birlikte beni adliyeye alacaktı. Ben sabahları adliyeye gideceğim akşamları da cezaevine dönecektim. Bu işe çok sevindim. Yıllardır dışarıyı hiç görmemiştim. Adliyelere gidiş gelişler dışında hiç dışarı çıkmamıştım.

    Hemen ertesi günü bir gardiyanla birlikte biz üç kişi adliyeye geldik. Çay ocağını teslim aldık. Tepecikten gidip semaver, çay takımı, çay, kahve, şeker alıp adliyeye yerleştirdim. Savcılar, hâkimler çay ocağının açılışını yaptılar. O gün ocakta elli lira toplandı ki, iyi paraydı bu. Paranın hepsini benimle birlikte gelen arkadaşlara verdim.

    Böylece çok güzel günler geçirmeye başladım. Kazanılan paranın hepsini arkadaşlara verdiğim için, beni hiç çalıştırmıyorlardı. Bende gidip Tepecikte, Karşıyaka’da, Bornova’da, Beyler sokağında, Kordon’da dolaşıyordum. ilk kez deniz görüyordum, Aklım almadı bir türlü, bu kadar çok suyu.

    Adliyede olduğum zamanlarda Hâkimlerle, Savcılarla dostluk kurmaya başladım. Onlara karışı çok saygılıydım. Onlarda şaşırıyordu benim nasıl “canavar” olduğuma. Davalarım sürüp gidiyordu. işin ucunda idam bile vardı. Hep kaçmayı düşünmüştüm. Ama şimdi öyle bir kapana girmiştim ki, kaçmama imkân yok. Cemil Nuri Bey bana güvenip beni insan içine saldıktan sonra nasıl kaçardım? idam alsam bile kaçamazdım. Adliye böyle düzgün bir hayat sürüyordum işte. Bu arada 65. Tümen hâkim ve savcıları ile de tanıştım. Malatyalı Avni Bey hâkim binbaşıydı. Onunla ve savcı Zihni Beyle de tanıştım. Bunlar çok muhterem insanlardı. Kısa sürede beni çok sevdiler. Oğulları gibi davranıyorlardı bana. Beni evlerine zütürüyorlar, misafir ediyorlardı. Bende onlara hizmet eder. Sofralarını kurar, mezeler hazırlardım.

    Böylece çok büyük imkânlarım oldu. Gönlümün istediği gibi yaşıyordum. Ama kadın, kız konusunda hiçbir tecrübe edinmemiştim. Çünkü ben beşik kertmesi evliydim. Bizim terbiyemizde bu olmuyor. Yani bozulmamış bir delikanlı olarak izmir’de dolaşıyordum.

    Bu arada benim kesinleşmiş cezam, yeni aldığım yedi yıllık bir ceza ile yirmi iki yıl olmuştu. Yatmakla bitmez bu. Yeni işler yapmak istemiyorum. Ortalıkta af söylentileri dolaşmaya başlamıştı. Ondan yararlanırsam, kurtulurum diye düşünüyordum. Onun için izmir’de iki yıl süre ile hiçbir hadisem olmamıştı. Benim hem adım büyüktü, hem de Cemil Nuri Bey’in yakınıydım. Bir sabah adliyeye gitmemişim, beni idareden çağırdılar. idareye giderken merdivenin altına üç kişinin pusuya girdiğini fark ettim. Bana olmaması gerekir diye düşündüm ama gene de tedbiri elden bırakmamak gerekti. Üstümde Halep işi kalın bir palto var. Altında da ceket ve kazak. idareden çıktıktan sonra bunlar gene pusuda. Bunların önünden geçerken sanki onları görmüyormuşum gibi davrandım. Elim paltonun cebindeki büyük sustalıda. Daha önlerinden geçer geçmez bunların arkamdan koştuklarını hissettim ve aynı anda sırtımda bir acı oldu. Ne var ki üstümdekilerin kalın olması sebebiyle bu bıçakları etkisiz hale getirmişti. Yani parmak işi gibi bir şey olmuştu. Benim gibi bir adam böyle parmak işlerinden bir şey olmaz. Aniden geri döndüm bunlar benim düşeceğimi sanıyorlardı. Suratlarına üçünün de birer sustalı patlattım. Yandım anam yandım anam diye bağırarak geri kaçıyorlardı. Bunların kaçmalarına engel oldum önlerini kestim. Benim sırtımda altı bıçak yarası vardı. Böyle yapmam hala düşmemem onları şaşkına çevirdi. Tepelerine dikildim:
    “Bakın sizi gebertsem ceza yemem. Ama gebertmiyorum. Çünkü savcı beyin cezaevinde *** olsun istemiyorum. Basın gidin, bir daha da karşıma çıkmayın, ikinci defa affetmem.”

    Bu olay tam bir nefsi müdafaa idi. Bu olayda ilk kez ben değil bana saldıranlar sürgüne gitti. O zamanlar öyle bıçağın sustalının falan fazla bir cezası yoktu. Onun için bana hiçbir ceza verilmedi. O yeni yetmeler gittikten sonra cezaevin de yeniden huzur sağlandı. O sıralarda bir Pazar günü ismet inönü izmir’e geldi. Yapılacak olan 46 seçimleri için konuşma yaptığı yerden cezaevine hoparlör çektiler. ismet Paşa,
    “Cezaevlerin de kimse kalmayacak” dedi.
    Mahkûmlar buna çok sevindi. Ama 1946 seçimlerini kazanmasına rağmen sözünü tutmadı ve af çıkarmadı. Cezaevlerinde ayaklanmalar oldu, adamlar öldü. Ama ben izmir cezaevin de hiçbir olaya izin vermedim. izmir cezaevi benim yaşantımın en rahat, en olaysız geçtiği bir cezaevi oldu. Orada altı yıl kaldım. izmir’i baştanbaşa tanıdım. Gezdim, dolaştım, cezaevinde adaletli bir düzen sağladım. Ve orada tam altı yıl yattıktan sonra 1950 affı ile tahliye oldum. Toplam on yıldır cezaevin de sürekli yatmıştım. Bu af ile tüm cezalarımı sıfırladım.
    Tümünü Göster
    ···
    1. 1.
      +1
      devamı yokmu bunun be çok kötü yerde bitti
      ···
    2. 2.
      +1
      Yok hocam
      ···
  16. 16.
    +1
    Burdan sonra Abdullah dayıyı izmir ceza evine sürgün ediyorlar son part beyler
    ···
  17. 17.
    +1
    müdür bana altınları ve parayı verince çıkarıp elimdeki altnlardanikisini buna verdim.
    "şu iki altında sizin olsun müdür bey, madem istedigimi yaptınız, buda size bir armaganım olsun."

    hiç nazlanmadan altınları aldı. sonra ayaga kalkıp beni yanaklarımdan öptü:
    "kokuyormu müdür bey?"
    "ne kokuyormu?"
    "yüzüm, hani o çukurdan yeni çıktık da."müdür degişti, altınlar hala elindeydi."onu unut artık abdullah" dedi. "seninle çok iyi geçinecegiz bundan sonra... "

    Onunla bundan sonra hiç iy geçinemeyecektik oysa.. ondan bize yapılanların intikdıbını mutlaka alacaktım. revirdeki arkadaslarım can çekişiyordu, onların intikdıbını almazmıydım? üstelik benim attıgım yemide yemişti.. yani altınları almıştı. bundan sonra eli bana mahkum olacaktı. zaten daha yanından çıkmadan bana olan mahkumiyetinin faturasını ödemeye bşladı:

    "sizin için özel bir koguş hazırlattım, size fitilli ocakta verecegim."dedi.

    gerçektende bize güzel bir koguş hazırlatmıştı. ama koguşun güzelligi, koğuşa geldigimizin dördüncü günü revire kaldırılan 3 arkadasımızın 2 sinin ölmesiyle bozuldu. ölenin falan hesabını soran yok. cumhuriyet savcısı geliyor, doktor falan geliyor,ya intihar diyorlar, yada kalp sektesinden öldü. iki mahkumada imza attırıyorlar. onlarda gariban mahkumlar, süpürgeciler faln. iki tane süpürgeci, temizlikçi, aciz cahil mahkum alınır, imza ettirilir iş biter. ölen öldügüyle kalır.

    arkadaslarımız öldükten sonra bizi yeniden hamma gönderdiler. yıkandık temizlendik, traş olduk. dışardan, soba, radyo, yatak,halı, masa aldırıdım. müdürde fitilli ocak gönderdi. koğuş oturulur hale geldi..

    arkadaslarımın ölümü yüregimi kor gibi yakıyordu. onların intikdıbını mutlaka alacaktım. henüz silah tedarikim olmadıgı için bekliyordum. hepimizn sinirleri çok gergindi. o lagımda, biraz daha tutulsaydık, hepimiz ölecektik.

    iki gün sonra, bursa savcısı çagırıyor dediler. gittim,savcı müdürün odasındaydı:
    "otur"dedi.
    oturmadım.
    "böyle daha iyi beyim. buyur."
    "siz Nazım hikmet'i kogusunuza istemişsiniz. veririm vermesinede, ayrı bir koguşa geçmeniz gerekir. yanlız, o durmadan yazar. yazılarının dışarı gitmesi, gelmesi için yardım eder, mahkumu isyana teşfik ederseniz, sizi zincire vururm, bunuda bil!"

    "yapmam. hiç bir sey yapmayız. o bizimle oldukça hiç bir sey yapmayacagız. namus sözü veriyorum."

    savcının yanından cıkınca kogsa gittim. baktım ki eşyalar yeni koğuşa tasınmaya başlamış. yeni koguşa tasındıgımızda, Nazım babada biraz sonra eşyalarıyla geldi. zaten pek bir eşyasıda yoktu. kalktım elini öpme istedim vermedi, boynuma sarılıp beni öptü.

    "abi" dedim, "senin suçun ne? niye yatarsın burada?

    "benim suçum kalemimdir. şiirlerimdir.insanları sevmemdir. memleketimide çok sevrim."

    peki abi, biz yazmasını bilmeyiz ama, bizde insanları severiz . insanlara kötülük gelmesin diye işler yaptık. haksızlıga tahammül etmeyiz, haksızlıga uğrayanın yanında olurz. beim atalarımda bu memleket için savaşmıstır. cenk etmiştir.o zaman bizim bunlardanda suçumuzun olması mı gerekir?"

    "yok, sizin bunlardan suçunuz olmaz. size bunlardan birsey demezler, bize derler. bu yüzdende bana ceza verirler."

    "neden?"

    "çünkü bana kominist diyorlar."

    "kominist ne demek ağam?"

    "işte bu anlattıklarımın, yazdıklarım, düşüncelerim koministlik oluyor."

    ben bu "kominist" sözünü yeni duyuyordum.
    Güldüm:
    "O zaman demek ki, bende koministim de haberim yokmus."

    bu kezde o dev gibi adam güldü:
    "yok olmaz öyle sey. çünkü sen haksızlıkların üzerine silahla gidiyorsun. insan sevgisini, haksızlık yapanı öldürerek göstermek istiyorsun. ben bu işi kalemimle yapıyorum. kalemimle anlatıyorum. senin silahın patladıgı yerde kalır, benim kalemimse bu haksızlıkları anlatarak, bir gün bu düzeni patlatır, anladın mı?"

    hiç bir sey anlamamıstım, ama bu dev gibi yiğit adamı çok sevmiştim.
    Tümünü Göster
    ···
  18. 18.
    +2 -1
    bizi alıp üst kata çıkardılar. durumu kötü olan arkadaslarımızı kollarına girerek, biz tasıyorduk.. üst katta bizi tas zeminli, içinde hiç bir esya olmayan bomboş bir odaya kapadılar.. odanın cepesinde demir parmaklıklar vardı.. önüde maltaydı.. mahkumlar maltasdan gecerek gidiyor, volta atıyor, ama h,iç birisi bize geçmiş olsun bile diyemiyorlardı.. üç arkadas ise yerde uzanmış inliyordu.. anlasılan diger mahkumlara ibret olsun diye"antep canavarını da arkadaslaerınıda ne hale getirdik, görün" demek isitiyorlardı..

    üzerimize hortum ile su sıkmışlardı ama, pisligin çogu duruyordu.. hem pislikten ve hem sıkılan sudan dolayı rezil bir durumdaydık.. yerde yatan konyalı cafer,

    "abdullah ben ölüyorum" dedi..

    ağzından yesil köpüklü pis bir şeyler sızıyordu.. inleyerek konusuyordu.. biraz nefeslendi.. gözleri yarı acık, yaerı kapalıydı. aglıyordu konyalı cafer, konusacak hali bile yoktu. zorlukla:

    "abdullah! benim acımı al. koma bunlara can bedelimi.." dedi..

    yerde yatan diger iki arkaadasta seslendiler:

    "benim acımıda al abdullah.."

    "benimkinide. koma sakın yanlarına sor bunların hesabını.."

    demir parmaklıklara dayanıp var gücümle bagıdım:

    "bir maşrafa su verin bari, ALLAHSIZLARRRRRRRRRRRRR!!"

    arkamdanda idamlık koca mustafa bagırdı:

    "ulan hepinizin dinini, kitabını... alın lan, gelin alın canımızıııııııııı!"

    tam o sırada ilerden asker bozmasi kaputtan paltoyu omuzlarina atmis, saclari karmakarigib, gozleri cakmak cakmak dev gibi bir adam demir parmakliklarin onune geldi. demir parmakliklara tutunup iceriye bakti. yerde yatanlari gordu. bizim halimize bakti. sonra kosarak gitti. biraz sonra elinde bir testi ve bardakla geri geldi. testinin parmaklıklar arasından geçmesine imkan yoktu.. oda bardaga su doldurup içeri uzattı.. acele ile konyalı cafer'in yanına gittim.. yüzünü yıkadım.. agzını calkaladım.. bende susuzluktan yanıyordum ama, onlar yani yerde yatan arakaadslar b.k yutmuşlardı. agızları bile b.k içindeydi.. onun için onların hacetini önceden görmem gerekiyordu..

    o dev gibi adamın, parmaklıklar arasından doldurup doldurup verdigi bardakla, diger fenalasmış arkaadslarımıda temizledim.. sonrada bizler elimizi yüzümüzü yıkayıp birer bardakta su içtik..

    "sagol abi" dedim o dev gibi adama.. "sagol allah razı olsun.." o hicbir sey demeden cebinden yesil renkli bir sigara paketi cikarip icinden uc tanesini kendine ayirdi, gerisini bize verdi. koylu sigarasiydi verdigi. kibritini cakip sigarami yakti. bende diger arkadasların sigaralarını benim sigaramdan yaktım.. o sigara bize sanki cennet tamı gibi geldi.. onbeş saattir azımıza hiç bir sey girmemişti.. sigarayı yer gibi içiyorduk..

    "gecmis olsun agalar' dedi. o dev gibi adam, 'gecmis olsun, gene gorusuruz"
    arkasini dondu gitti...

    ben arkasından öyle bakıyordum.. tam o sırada bir mahkum geçiyordu.. bagırdım:

    "baksana arkadas, su giden adam kim?"

    mahkum, 'dev gibi adam'in arkasindan baktı:

    "o mu? sairdir, yazardir, tarihcidir. ayni zamanda da vatan hainidir"

    mosmor oldum.. titremeye basladım.. agzımdan salyalar akıyordu:

    "adı ne lan?"

    adam korktu hızlı adımlarla uzaklasırken orkasına dönüp bagırdı:

    "nazım hikmet! kominist nazım hikmet..!"

    bende arkasından avazım çıktıgı kadar bagırdım:

    "ulan pust! hic birinizin kici gibmadi bize bir yudum su vermeye, o verdi de onun icin mi vatan haini oldu!ben burdan çıkarım, sanada bunun hesabını sorarım..!"

    ben şair ne demekti, yazar ne demekti, tarihçi ne demekti bilmiyordum.. koministligi ise hiç bilmiyordum.. ama vatan haini denmesi agırıma gitmisti.. böyle bir adam, böyle bir yiğit adam vatan haini olamazdı..

    o dev gibi adam gittikten hemen sonra gardiyanlar geldiler.. durumu kötü olan aerkadsları alıp zütürdüler.. gardiyanlar üzüerine pislik bulaşmasın diye arkadasları, zahire çuvalı gibi bir seylere sarmalayıp zütürdüler..

    işte bu insanlık dışı işler, bu haksızlıklar, bu zulüm beni hep kan dökmeye itti.. kan içiirtti bu muameleler bana. katil etti beni bunlar.. durumum müsait olsa, elimdebir kaç alet olsa, allah adına yenmin ederim ki, bu ceza evinde ayakta bir tane idareci komazdım..ama ne yaparsın? çıplaksın, ezilmişsin...

    O gün akşama dogru Abdullah ve arkadaslarını alıp hamama zütürdüler.. üç kisi ise revire zütürülmüstü.. hamamda iyice yuıkandıktan sonra, dışarı çıktıklarında elbiselerinin getirildigini gördüler.. giyindiler. hiç birinin azını bıçak açmıyordu. o kadar keselenmiş o kadar yıkanmışlardı ama üstleri basları gene pislik kokuyordu.. afyon ceza evinden sevk edilirken üstlerindeki paraları makbuz karsılıgında alınmıstı.. Abdullah palaz'ın 35 reşat altını ile 380 lirası vardı.. hamamdan cıkarken bir gardiyan elbiselerinin cebinden çıkan makbuzları verip paralkarının emanete geçtigini söyledi..
    Tümünü Göster
    ···
  19. 19.
    +1
    Geldim beyler bitirip gidecem
    ···
  20. 20.
    +1
    Beyler ilgi gelirse devam ederim
    ···